11 yıl aradan sonra gerçekleşen Şam-Ankara görüşmelerinin yankıları devam ederken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD ziyaretinde mevkidaşı Antony Blinken’le kritik başlıkları ele aldı. Son gelişmeleri değerlendiren Ortadoğu uzmanı, yazar Hamide Rencüzoğulları “Türkiye’nin talebini yerine getiremeyecekleri için ya ABD ya Rusya ya da her ikisi birden Türkiye’ye şubat ayında Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyona izin verebilir” dedi.
2023 seçimlerine doğru giderken hükümet hem iç siyasette hem de dış siyasette yoğun bir mesai harcıyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri konusunda Türkiye’ye onay baskısı artarken, Suriye ile normalleşme konusundaki diplomasi trafiği de oldukça yoğun işliyor.
Rusya-Ukrayna savaşı, Yunanistan’la gerilim ve F-16 meselesi gibi başlıklar da Türkiye’nin önünde duran dış politika gündemleri.
Bu gündemlerle ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mevkidaşı Antony Blinken’le kritik başlıkları ele aldı. Görüşmenin ardından basın mensuplarıyla bir araya gelen Çavuşoğlu, ABD yönetiminin güçlü duruş sergilemesiyle Türkiye’ye F-16 satışı konusunun çözülebileceğini ifade etti.
Ayrıca Çavuşoğlu, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin, Türkiye’ye F-16 satışıyla bağlantılı olmadığını savundu.
Washington yönetiminden YPG’ye verilen silah desteğini sonlandırmasını istediklerini, ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerle süregelen işbirliğinden duydukları kaygıyı ilettiklerini söyleyen Çavuşoğlu, Blinken’le görüşmesinde, Suriye’de birlikte çalışma konusunda bazı tekliflerde bulunduğunu da aktardı.
Öte yandan ABD, Türkiye ve Suriye savunma bakanlarının Rusya’nın arabuluculuğu ile Moskova’da bir araya gelmesiyle başlayan sürece karşı olduğunu birden fazla kez dile getirmişti.
Türkiye’nin ABD ile yürüttüğü diplomasiyi, Rusya arabuluculuğunda Ankara ile Şam arasında atılan adımları, TSK’nin Suriye’ye yönelik olası bir kara harekatını ve hükümetin seçim sürecinde yürüttüğü dış politikayı Ortadoğu uzmanı, yazar Hamide Rencüzoğulları ile konuştuk.

Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Suriyeli mevkidaşı Ali Mahmud Abbas, 28 Aralık 2022’de Moskova’da görüşmüştü. Bu görüşme, 11 yıl aradan sonra Ankara ve Şam arasındaki ilk resmi temastı. Öncelikle buradan başlarsak, bu görüşme ne anlama geliyor?
Bu ilk resmi temasın gerçekten normalleşme yolunda ciddi bir adım olduğunu düşünüyorum. Ama ‘buradan ne çıkar, ne bekleniyor?’ meselesine gelince esas olarak 2019’da hatta daha öncesinde Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan, Astana Mutabakatı’nda Türkiye’nin kabul ettiği şartları yerine getirmesi hedefleniyor. Yani Astana mutabakatının kendisini hayata geçirme noktasında bir uzlaşma ya da normalleşme süreci diyebiliriz.
Astana Mutabakatı’ndan bahsettiniz. Peki, hatırlamak açısından mutabakatın taahhütleri nelerdi?
Astana taahhütleri olarak; birincisi Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi, ikincisi cihatçı militan gruplara desteği kesmesi ve üçüncü olarak da M4 Lazkiye-Halep kara yolunu ticarete açması. Bunun ötesinde, tabii ki Türkiye bu kez kendi taleplerini masaya getiriyor. Türkiye’nin talepleri herkesin bildiği üzere Fırat’ın doğusunda 30 kilometrelik güvenli bölge oluşturulması. Bu noktada Kürt birliklerinin 30 km ileriye geri çekilmesi ve Türkiye’yle iş birliği halinde güvenliğinin de sağlanması.
Suriye devleti de Türkiye’nin bu şartını kabul etmesi için önce somut adım atmasını istiyor. Yani eğer Türkiye çekilecekse Suriye de buna göre adım atabilir. Ayrıca, Suriye devleti için Türkiye himayesindeki ve himaye altına girmeyen HTŞ, Türk İslam Partisi gibi diğer bütün cihatçı gruplar terörist olarak adlandırılıyor. Türkiye ise sadece Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terörist grup olarak adlandırıyor. Ancak tek bir formül üzerinde uzlaşılabilir ise Türkiye’nin bu konuda rahatlatılması sağlanacak. Bunun üzerinde Rusya ve İran uğraşıyor, çalışıyor. O da şu; SDG’nin Türkiye’nin talep ettiği 30 km derinliğe çekilip, bu sınır bölgesinin güvenliğini Suriye ordusuna devretmesi. Tabii bunu Kürtler kabul etmediler. Ama Rusya’nın formülü bu. Epeydir izlediğim kadarıyla Türkiye’yi ikna edecek bir formül üzerinde çalışılıyor.
Türkiye SDG’nin kontrol ettiği alanları terk etmesini, Suriye de TSK’nin bulunduğu alanlardan çekilmesini talep ediyor. Her iki taraf için de içinde bulundukları siyasi konjonktürler düşünüldüğünde bu talepler ne kadar gerçekçi, somut olarak ne kadar uygulanabilir?
Sahadaki karşılığına baktığımızda, açıkçası öyle kolay yerine getirilebilecek vaatler değil. Kürtler kendi pozisyonlarını terk ederlerse bütün kazanımlarını kaybedeceklerini bildikleri için kabul etmiyorlar. Türkiye’nin talebi Kürtlerden doğru reddedilmiş ya da yerine getirilmemiş olacak. Sadece bir taahhüt olarak kalacak. Nasıl ki Türkiye Astana’da onlarca taahhüt verip de yerine getirmediği gibi.
Bu mutabakat ya da normalleşme bana göre kısa veya orta vadede somut sonuçlar doğuracak bir mutabakat değil, ama Türkiye açısından AKP açısından iç siyasette önemli bir seçim propagandası olarak kullanılabilecektir de.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, şubat ayında Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’la Rusya’da görüşebileceğini söylemişti. Rusya’nın arabuluculuğunda, iki ülke arasındaki bu görüşme trafiği neden daha öncesinden değil de şimdi başladı? Bölgedeki siyasi gelişmeler mi bu görüşmelerin başlamasında etkili oldu, yoksa başka nedenler mi var?
Esas olarak bu görüşmelerin şu süreçte başlamasının nedeni AKP’nin böyle bir şeye muhtaç olmasından kaynaklı. Bu muhtaçlık üzerinden asıl talep Türkiye’den geliyor ve İran, Rusya gibi bölge güçleri bunu destekliyorlar. Arap ülkeleri, körfez ülkeleri özellikle Birleşik Arap Emirlikleri bunun için devreye girdi. Arabuluculuk rolünü üstlenmek üzere Şam’ı ziyaret etti. Kabul ettirebilecekleri zaman, bu andır şeklinde görülüyor. Konjonktür gereği bölge hareketliliği açısından değişen pek bir şey yok, değişen de yeni değil.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD’de diplomatik temaslarda bulunuyor. F-16’ların yanı sıra bir diğer konu Suriye’de devam eden istikrarsızlık ve bu kapsamda Ankara ile Şam arasında Rusya arabuluculuğunda başlayan diyalog süreci. Bu diplomatik temasları nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD ne zaman ki Türkiye’yle Suriye yönetimi arasında bir yakınlaşma sinyali görse hemen devreye giriyor ve kesinlikle rejim ile temas kurmaya karşıyız şeklinde tepki gösteriyor. Gelinen aşamada atılan adımlar çok ciddi, süreç ilerlemeye başladı ve resmi temaslar başladı. Ayrıca bu temaslar devam edecek. ABD, Suriye yönetimiyle Türkiye’nin uzlaşmasını asla istemiyor. Özellikle Rusya ile İran’ın bu noktada rolünün artmasını, alanlarını genişletmelerini istemiyor. Bunun için ABD’nin elbette devreye girmesi bekleniyordu. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği, F-16 meselesi ve Kuzey Suriye’deki durum, yani Şam yönetimi ile olan normalleşme masaya yatırıldığını görüyoruz. Her ne kadar teyit edilmese ve açıklanmazsa emin olamayacaksak da ABD’nin Türkiye’yi ikna etme konusunda bir formülü var.
O da şu: Orada Süvar’ül Rakka diye bir grup var. Bu grup IŞİD’le mücadele döneminde aktifti, sonra IŞİD çözüldükten sonra dağıtıldı. Eğer Kürtler kabul ederse ABD’nin Süvar’ül Rakka grubunu yeniden yapılandırmak ve sınır hattında konuşlandırma formülü var. Ki Kürtler eğer ABD’nin desteği devam edecekse kabul ederler. Türkiye de kabul eder. Çünkü onlar gibi cihatçı yapıların çok büyük oranda grupları zaten Türkiye’nin kontrolü ve garantörlüğü altında. Fakat Rusya, İran ve Suriye faktörü tekrar öne çıkıyor. Burada yeniden bir cihatçı grubun sınırları ele geçirmesine izin vermezler diye düşünüyorum. Ama yine bu formül de sadece vaatlerde kalabilecek bir formül gibi görünüyor.
Diplomatik ilişkilerin seyrinin şu an ABD’ye doğru kırılması Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerde özellikle ‘Suriye ekseninde’ siyasi dengeleri nasıl etkiler ve ne sonuçlar doğurur?
ABD Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşmasını ne kadar istediyse Türkiye mecburen Rusya’ya yakınlaştı. Esas kritik kısmı şu olacak: Türkiye liderliğini seçim sürecinde hangisi açıktan desteklerse oraya yönelme söz konusu olabilir. Ama elini tamamen kurtarma mümkün değildir. Çünkü ABD zaten NATO müttefikidir ve elini tamamen Suriye’den çekemez. Rusya da tamamen elini çekemez, kolunu kaptırmış durumda. Bu yüzden Türkiye açısından kolayca bir tarafı bırakıp öbür tarafa yönelme rahatlığı yok maalesef.
Ankara, ABD ve Rusya’dan 2019’da verdikleri sözleri tutulmasını aksi durumda yeni bir sınır ötesi operasyona başlayabileceğini dile getiriyor. Suriye’ye dönük olası bir kara harekatının hem iç siyasette hem de dış siyasetteki yansımaları ne olur?
Her iki taraf Türkiye’ye vaatlerde bulunur ama bunlar bir vaat olarak kalır. Çünkü saha gerçekliği başka işliyor. Ama SDG’nin Türkiye sınırından çekilmesi Türkiye için önemli bir kazanım ve seçim öncesi AKP’nin kullanabileceği bir başarı hikayesi olabilir. Dolayısıyla Türkiye ısrarla bunu isteyecek, ama SDG’nin çekilmesi demek Türkiye’nin kendi kontrolü altına girmesi demek değildir. Suriye ordusuna devredilmesi durumunda Türkiye bir başarı öyküsü yazabilir kendine, ama kazanan burada da Rusya ve Suriye olur.
2017’den bu yana her Astana üçlüsü bir zirve yaptıklarında ilk vurguları ‘Egemen devlet anlayışında toprak bütünlüğüne saygı’ ve her taraf da bunu teyit etmiş, onaylamış durumda. Dolayısıyla Rusya, bunu Adana Antlaşması’nı genişleterek hayata geçirme hamlesi olarak düşünüyor. Burada kazanan az miktarda seçim propagandası şeklinde Türkiye olabilir. Ama Suriye Milli Ordusu militanlarının oradan çekilip başka bir yere götürülecek olması ayrı bir baş ağrısı doğuracaktır.
Peki seçimler yaklaşırken Türkiye, Suriye’ye dönük bir kara harekatına başlar mı?
Türkiye’yi ikna etme turları seçim öncesine kadar devam ederken, tahminimce Türkiye’nin talebini yerine getiremeyecekleri için iç siyasete bir propaganda malzemesi sağlamak açısından ya ABD ya Rusya ya da her ikisi birden Türkiye’ye sınırlı bir operasyon izni verebilirler. Bu siyasi göstergeler de düşünüldüğünde Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sınırlı bir operasyon şubat ayında beklenebilir.