Tolstoy, sanırım Diriliş romanında, “Ben mi aklımı kaçırdım da başkalarının görmedikleri bir şeyi görüyorum, yoksa benim gördüğüm şeyleri yapanlar mı aklını kaçırmış?” diyor.
Yıl 2022. Bir babanın kucağına, çocuğunun kemikleri bir kutunun içerisinde bırakılıyor. Ve bu korkunç olay şarkıcı Gülşen’in tutuklanmasının ya da serbest bırakılmasının onda biri oranında bile basında yer almıyor. Tabi bu kendini muhalif olarak belirten TV’lerde bile yer almadı. Çünkü ölen bir Kürt’tü.
Öncelikle şuna bakmak gerekir ki, bunu yapanlara Müslüman mısınız? Diye sorsanız tümünün bize vereceği cevap şudur: Elhamdülillah Müslümanız. O zaman gelin bakalım. İslam dinin cenazeye saygısı neymiş? İslamiyet’te ölüye karşı işlenen suçlar müslü hükümlerine dahildir. Peygamberimiz Hz Muhammed savaş esnasında ölen birine işkence yapılmasını haram kılmıştır.
“Düşmanın bile olsa vuruşarak ölenin cenazesine saygı duyacaksın, cenazesini taşlamayacaksın. Ölüden kalem ve kılıç kalkar. Ölünün işi Allah’a kalmıştır. Ve kaldırılırken bile bir saygı ile kaldırılmalıdır.” Peygamberimiz bir Yahudi’nin cenazesi geçerken ayağa kalkıyor, saygı göstermek için. ‘O’ diyorlar ‘Yahudi de olsa insan değil mi?’. İnandığımız din yaşamını kaybetmiş insanlara kimliğinin sorulmayacağını, kim olduğunun sorulmayacağını, yaşamını kaybeden kişi kim olursa olsun cenazesine saygı gösterilip kurallar içersin de gömülmesi gerekir. Bunların Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Bunların İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’la da bir alakası yoktur.
Bireylerin insan onuruna uygun olarak, mensup olduğu dinin ve kültürün geleneklerine göre hazırlanıp gömülmesi, hukukun bir gereğidir. Cenevre Sözleşmesinin 17. Maddesi savaşta askerlerinin ölümü halinde onların cesetlerine ve mezarlarına saygı gösterilmelidir. Başka bir ifade ile kişinin haysiyetine saldırmak yasaktır. “Ölen kişinin cesedi mümkün olduğunca çabuk, onun dini vecibelerine uygun ve saygılı bir biçimde defnedilmelidir” demektedir.
Bu duruma sebep olanlar hiçbir hukuk kuralından din kuralından gelenek kuralından nasibini almamış kişilerdir.
Diyarbakır’da 18 Mayıs1973 tarihinde bir babaya oğlunun cenazesi de (İbrahim Kaypakkaya, babam bu yiğit adamı tedavi etmişti) buna benzer şekilde teslim edilmişti.
Yıl 2022, yine Diyarbakır. Yine bir baba. Yine bir oğul bir torbada teslim ediliyor. Ve 1973’te evladının cenazesini alıp el arabası ile yalnız başına taşıyan baba gibi, 2022’de yine bir baba, dünyasını kucağına alıp tek başına, adalet dağıtan (!) adalet sarayından çıkıp yürüyordu.
Etrafında kimse yoktu. O baba için hayat, orada durmuştu.
Bir evladın bedeninden arda kalanları bir kutu içerisinde bir babaya teslim edilmesine tanık olmak, onu bir babanın kucağında görmek, gördüğümüz tablodan acıyı hissedebiliriz, üzülebiliriz ama o babanın Diyarbakır’da hissettiği evlat acısını hiç birimiz hissedemeyiz. Bu bir babaya, bir anneye yapılabilecek en ağır işkencedir. En ağır acıtma, incitme durumudur.
Bu, yaşadığımız zamanın talihsizliği değildir.
Bunu dün de yapanlar bugün de yapanlar, ölene zarar veremeyeceğini, böyle bir güçlerinin olmadığını, çok iyi biliyorlardı. Yaptıkları davranışın amacı;
Geride kalanları acıtmak,
Geride kalanlara zarar vermek,
Geride kalan sevenlerine ıstırap yaşatmaktır.
Bu, nefretin kine dönüşmüş halidir.
Bunun arkasında nefret duygusu vardır.
Bu kötülük, akılsızlık ya da cehaletle yapılmamıştır.
Çünkü gerçek kötülüğün arkasında zekâ vardır. Planlama vardır ve güçlü bir bilinç vardır. Gerçek kötülük bunlarla gerçekleşir. Yoksa bu eylemi başka nasıl ve neyle tarif edebiliriz?
Bu nefret karşısında geri adım atmamız halinde, ölen insanlarımız için utanç kaynağı olacağız. Geri adım atmayacağız, bu nefreti yeneceğiz. Yoksa insan olamayacağız. Yarınların daha mükemmel olması için bu bizim görevimizdir, boynumuzun borcudur. Bu şartlar altında bizim yapmamız gereken tek şey dönmemiz gereken tek değer insanlık değerleridir.
Abdurrahim Karakoç bir şiirinde;
“Kalmışım ara yerde, tozdayım, dumandayım.
Kirli bir mekandayım, iğrenç bir zamandayım” der.
Sizce yaşadıklarımızdan daha iğrenç bir zaman var mı?