İnsanın dili varmıyor söylemeye ama söylemeden de edemiyor artık. Çünkü dünyanın gidişatı ve son çeyrek yüzyıldaki sürükleyiş hızı büyük kaygılara kapı aralıyor. Bırakalım yakın tarihin devam eden bölgesel ve küresel savaşları ile bu savaşların arkasında bıraktığı tahribatların çetelesini tutmayı, yaşanan son gelişmeler ve ortaya çıkardığı yıkıcı enerjinin değerler merkezini ne denli yerinden oynattığını bariz bir biçimde görüyoruz. Rasyonel temeller üzerinden inşa edilemeyecek bir absürtlükle gelişen bu olayların yaydığı etki, bütün insanlığı tedirgin edecek kadar kalıcı izler bırakıyor toplumların hafızasında. Çatışma ve savaşların yoğunluğu salt ahlaki çürümeye yol açmıyor aynı zamanda insanlığın ortak değerler merkezini de zedeliyor.
Özellikle son zamanlarda, hem dünyada (Ukrayna) hem de bölgede (Suriye) olup bitenlere bakınca sormadan edemiyor insan bu tekinsizliğin tufanî gidişatını: Dur demek için daha neler yaşanmalı? Bütün medeniyetleri sarsan bu bunalım daha ne kadar sürecek? İnsanlığın sonu ne olacak? Zaman, mekan ve ruh birbirinden bu kadar kopuk nasıl var olmaya devam edecek? “Sözün bittiği yer” denilen yerde miyiz? Hakikat sonrası denilen bu mudur? Onca sır perdesinin ardında, onca savaş, talan, ölüm ve trajik olaylar, arayış ve bunlara dayalı yorum, söylem ve diskur, bu kadar laf yığını arasında aslında fırtına öncesi sessizliğin ortasında mıyız sorusunu sorma cesaretini bulan herkes dünyanın nasıl bir noktaya sürüklendiğini görecektir. Asya’dan Amerika’ya, Afrika’dan Orta Doğu ve Avrupa’ya kadar, vuku bulan tuhaflığın karşısında insanlığın ne tür bir çaresizliğin içine itildiğini hep birlikte izliyoruz.
Dünyada bunlar olurken bir türlü ortak vatan olamayan ülkemizin, tuhaf ve giderek küreselleşen bir çatışma sarmalına çekildiği; bireylerin dini prangaların tuzağına düştüğü, ırkçı ve ideolojik hegemonyalar kıskacında tutsaklaşmasının atbaşı ilerlediği günlerden geçiyoruz. Özellikle ırk ve din eksenli retorik, her iki tarihsel prangayı tekrardan tedavüle sokarak yükselmeye devam ediyor. Arkasına aldığı ırkçı ve milliyetçilik hezeyan absürt bir tasasızlık, tanımsız bir şiddet ethosuyla kadim değerlere saldırıyorlar. Komşu halkların toprak ilhakları, mekansal anların anlam yitimi, zamansallığın gelip geçiciliği, ahlak yasasının çöküşü, varlığın süreksizlik iddiası ve gündelik kargaşanın toplumsal bir norm haline gelmesinin diğer adı olan toplumsal anomiyi, yeni bir medeniyet çöküşünü yaşıyoruz. Zira Durkheim’e göre anomi; kültürel, etnik, inanç, sosyal ve sınıfsal gruplar arasındaki imtiyaz, ayrım, asimetri, sosyal standardlar, ahlak yasasının ve sosyal etiğin eksikliğinden kaynaklanan hastalıklı bir duruma işaret eder. Özelikle toplumsal moral (ahlak) çöküşü ve adaletin işlememesinden kaynaklı olarak anominin baş gösterdiğini biliyoruz. Bugün Ukrayna özgünlüğünde Avrupa’daki normatif olanın yitimi, toplumsal barışın bozulması, sosyal kurgunun dağılması ve giderek birbirinden kopan hak, ahlak ve etik kodların çöküşüdür. Bunun karşısında durmanın ve birlikte yaşama iradesini gösteremenin en iyi ifadesi ulus ve kimlik üstü evrensel barışı savunmaktan geçmektedir.