Erdal Doğan
Bugüne kadar ne kadar eleştirilmiş olsa da belli bir normatif düzeni aşağı yukarı hedeflemiş Anayasa ve yasalara uyulmamasını ana kaide kabul etmiş bir idare ve yargı ile karşı karşıyayız artık. Ve gelinen yer “iltisak” vurgusu ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimine de neredeyse kayyum atanma aşamasıdır!
Bu kayyum hazırlıkları süre dururken öte yandan kent yaşamına biz insanlardan daha hızla uyum sağlayan hatta sağlamış – öyle ki kırmızı ışıkta tüm yayalar geçse de tereddüt etmeden yeşil ışığı bekleyecek kadar kent bilinci oluşmuş- sokak köpeklerinin barınak adlı “kamplara, hapishanelere” gönderilmesi girişimleri sürmekte.
Tüm bu olup biten gelişmelere paralel dolarla güçlendirilmiş faiz sistemini hibe olarak adlandıran “dini bilirkişilerin” sahne alması gecikmemişlerdir. Ellerinden geldiğince faiz karşıtı halkı itidale davet eden bu zatlar ne zaman ki iktidar bu düzenekten vaz geçecek olsa o zaman da mevcut durumu “zaten günahtı” diye açıklayacak kadar da rüzgar gülleridirler . Yani göz gözü görmez karanlık sisli günlerden geçmekteyiz. Altüst edilmeyen ne bir değer ne bir kurum kaldı. Ve yeni yılı yepyeni değersizliklerle karşılıyoruz. Geçmiş her bir on yılda bariz farklılaşma yaşayan ülkede artık her bir yeni yıl bir önceki yılın değer morallerini aratır oldu.
Öyle ki dünyalıklarını nasıl olursa olsun yeterince yap(a)mamış kişiler ne dindar sayılıyor ne vatandaş ne de insan yerine konuluyor. O “insan” yerine konulansa biraz da “adam” yerine konulmak için pudra şekerli yaşam reçetesini yaşamına ilave etmeden geri durmadığı bir döngüdeyiz.
Bu değerler silsilesi içinde HDP’li seçmenlerin oyları ile seçimi kazanmış onlarca HDP belediye yönetimi içişleri bakanlığının terör iltisaklı vurgusu ile görevden alınıp, tutuklanarak yerlerine kayyum atandığında ise ortam derin bir sessizliğe gömülmüş… Hukukun normları örselenmekle kalmamış altüst edilmiş, masumiyet karinesi yerine siyasi idarenin yakıştırması ve ardından suçlaması yeterli olmuştu!
Yargı da siyasi söylemin çoğunlukla emir kulu olarak durumdan vazife çıkarmayı bilecek yetenek ve olgunluğa da hemen kavuşmuştu.
Bunları neden tekrar vurguluyoruz. Çünkü bugün geldiğimiz noktayı azıcık sergilerken çok öncesinden söylediğimize bir kez daha vurgu yapmak için geçmiş tabloyu hatırlatmak için.
Çünkü iltisak kavramının hiç bir hukuki kavramı bulunmamaktadır. Ne adli ne de idari normatif hukuk bakımından hiçbir karşılığı olmayan bu söylemin ancak ve ancak siyasi söylemde ağır bir yakıştırma , eleştiri olabileceğini söylemek gerekir tekrar. Bu yakıştırmanın MGK bildirisinde daha önce yer almış olması da evrensel hukuk normlarına, ilkelerine, standartlarına uyarlılık sağlamaya yetmez. Milli hukuk evrensel normlar üzerinde yer aldıkça ancak hukuktur. Hal böyleyken siyasi iktidarın yeri geldiği zaman hedef aldığı kişi ve kurumlara bu yakıştırmayı yaparak onlara normal hukuk bağlamında hükmi bir sonuç bağlayacak hukuki dayanağı da yoktur. Çünkü aynı iktidarın milli hukuk diye adlandırdığı hukuku 2004 yılında evrensel normlara oturtarak ülke hukukuna yeni kilometre taşları eklemiştir.
Fakat gelin görün ki bu uygulamanın tersine ilgili, ilgisiz kişilerin birbirleriyle bir kez olsun telefon görüşme bağlantısı, ya da evinde çıkan o dönem için “suç unsuru” olarak görülen her hangi bir broşür veya kitabın terör örgütü üyeliği için yeterli bir suçlama, tutuklama ve mahkum etmek için “makul” görüldüğü yıllardan, tanımı objektif hukuken dahi henüz yapıl(a)mamış terör kavramına bir de siyaseten “iltisak” yapıştırılarak artık yargılamaya bile gerek kalmadan hedef alınan kişiler tüm hukuksal varlıklarıyla ortadan kaldırıldığı eşiklere vardık.
Komuta merkezine “ terörle iltisaklı oldukları” istihbaratı yeterli görülerek, katırlarıyla birlikte savaş uçaklarıyla bombalanıp paramparça edilen Uludere/Roboski köylülerin ardından cezasızlıkla taçlanan bu katliam sonrası, bu “terör iltisakı” yaşamın her noktasına bu mayını döşer oldu! Öyle ki “terörle iltisaklık” sandıktan çıkan iradeden siyaseten yapılmış tercihe kadar hedefini giren herkesin ortadan kaldırması için iktidarın bir alametifarikası oldu.
İşte bu noktada iktidarın bu keyfiliklerine zamanında çok cılız ses çıkarmış veya hiç çıkarmamış yada görmezden gelmiş “muhalif” cephenin şimdi bu keyfiliğe karşı kamuoyundan isteyecekleri etkin ve samimi destek de ancak geçmişteki bu eksikliklerinin dürüstlükle kabulü ve özeleştirisinden geçmekte…