Asfalttan sıcak taşıyor! Sanki yaz değil de cehennem her yer. Ben bu yangını nerde olsa bilirim, diyor Ahmet Kaya. Bu şehirde belki de en çok o dinlenir. Dar bir sokağa giriyoruz, 6 yıl önceydi sanırım ne kadar da güzeldi her yer. Akşamüstüydü, önümüzde bir grup çocuk, baştan aşağıya bizi süzüyor ve nereye gitsek ardımızdalar. Sokağa açılan yerleri bir bir geçince az ilerde bir grup genç, aynı merakla onlar da süzüyor. Sonradan tüm hafızamı yokluyorum bari biri tanıdık gelsin diye. Ama yok, hepsi silik silik an’ılar…
Bu şehrin öyle bir kehaneti var. Kimler kimler gelmiş de geçmiş. Hepsinden kuşkusuz izler kalıyor ama toplamına baksan son yıllarda sadece beyaz ve kırmızı! Aslında bütün kavga da bunun için. Sokağın dili başka, toprağın rengi başka ve hatta şehrin “delisi” bile bir başka. Ama gel gör ki aynı benzemenin bir işgali denenmek isteniyor inatla.
Şehrin taş yapısı direnmek gibi. Bir meydan var ki kaç “asılmaya” şahit olmuş da yine de bana mısın dememiş. Kuşkusuz onlar da geçtiler oradan… Kalbidir bir ülkenin o yüzden, her giden oradan gider, her çıkan orada alır soluğu.
Etrafı surlarla çevrili ama en çok oradan vurmuşlar hele son kaç yıldır da Sur kalmamış. Direnmek bir renkse en çok da bu kente yakışıyor. Bir bir vursalar da Tahir’ini de tarihini de yine de uslanmaz! Ve kaç kere kurdularsa da darağaçlarını yine de bana mısın demedi! Toprağı öpsen içinden güller taşacak sanki. Dokunsan düşleri “bulaşacak” o yüzden korkarlar adından bile!
Direnmek bir türkü ise en çok bu kente söylenirdi her halde, nitekim adına türküler de yakılmış… Ama bir güzel ki bir güzel. Düşün ki, plakasına, adına, arabasına, takımına, iradesine, kütüğüne, ağacına, suyuna, taşına ve diline düşmanlar. Ama o ısrarla ve inatla bir gece vakti “Belki yine geliriz sesimize ses veren olursa şayet” diyenleri bekliyor! Ne sabır ama. Aşksa şayet hayat uğruna verilen her canla yeniden insan aşık olur bu şehre.
Akşamüstleri öyle güzeldir ki, bakırcıların sesi, taze kesilmiş karpuz kokusu ve ciğer! Ve elbette kaçak çay. Her masada bir gazete. Okunmasa da ayet gibi. İlla vardır. Zira değerlidir, anlamlıdır, önemlidir… Bir halkın sesi, sözüdür o!
Bir “gencin”, “Ne olursa olsun sonu muhteşem olacak” sözleri sanki bu şehir için denmiş. Neler olmuyor ki! Ama yine de ama ısrarla ama inatla direniyor.
Direnmenin bin bir türlü hali var! Bazen bedenin olur, bazen fikirlerin olur, bazen de kalemin. Ve şimdi bu yaz sıcağında bir kentin tüm sokakları onlar için atılan zılgıt ve alkışlar oluyor; Safiye, Aziz, Ömer, Mehmet Ali, Remziye, Serdar, Suat, Neşe… Direnmenin kalem hali onlar. Bir kentin ve doğrusu bir halkın kaderi ile yolları bağlanmış ve aslında kendi gerçekleri için mücadele eden bir grup gazeteci onlar.
Adlarını çoğu insan yeni duydu ama hepsi dağ gibi, taş gibi. Gülüşleri de, umutları da, inançları da, ki odur korkutan da. Ne güzeller! Kimse onları gazeteci bile saymıyor oysa! Dert mi. Hiç sanmam. O ki insan zamanla aşıyor ama, fakat ve lakin diyenleri de dost olanları da omuz verenleri de… Biz biliyoruz birbirimizi! Aslında onlar da biliyor bizi. Biliyor ki saldırıyor. Sabahın kör şafağında evlerinden alıp, yine kör şafaklarda hapsediyor! Ama yine de gülüşleri ve inançları yankılanıyor bu direniş şehrinde; Yine geleceğiz, diyorlar! Sabahın şafağında.
Onlar ki uslanmaz ve direnmekten başka yol bilmez bir halkın çocukları. Başka türlüsü de olmazdı! Ömer’in, Safiye’nin ısrarlı ve inatçı gülüşleri dert olacak onlara yıllar geçse de. Bizler tanığız ve not düşüyoruz yarına; Hafız’ın katledildiği günün anmasında 22 arkadaşımızı gözaltına aldılar, 8 günün sonunda 16’sını tutukladılar. Ama bana mısın demediler! Onlara ki bir halkın gazetecileri; makam, mevki, ödül değil sadece ama sadece özgür bir newroz ateşinin halayına durmayı düşleyecek kadar da naiftirler, diye.
Yine gelecekler; bu tutsaklıklar, ayrılıklar, hasretler, bedeller boşuna verilmiş olamaz ya! Ve o gün belki kendileri yazar; Biz özgür ve demokratik bir ülke ve kendi kaderini tayin hakkı için direnen halkın gazetecileri olarak üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz, diye.
Kuşkusuz ve illa ki; yine gelecekler! Ve bu şehir ve bu ülke yine onların kahkahaları ile çınlayacak. Girdiğimiz dar sokaktan hızlıca çıkıyoruz. Zira yapacak daha çok iş var! Madem arkadaşlarımızı almakla susturacaklarını düşünüyorlar. Yanıldıklarını gösterme zamanı! Ve bir genç olanca duruluğu ile arkamızdan bakıyor; YİNE GELİN, diye.
Şehrin şarkısı çalıyor tüm sokaklarında;
Diren ha Diyarbekir diren,
direnmektir sana can veren.
Dur ve dinle bu şarkım sana,
dağlarının aşkına güven,
dağlarının aşkına güven…
Size gelsin özgür basın “tutsakları”!
Öfkeniz öfkemiz, inancınız inancımız, direnişiniz direnişimizdir.