Gözlerin Rusya’nın Ukrayna işgaline çevrildiği bir dönemde Pakistan’da sessiz sedası bir iktidar değişimi yaşandı. Sessiz sedasız diyorum zira önümüzdeki döneme etkisi olacak kritik bir hamle ve değişimdi. Ukrayna üzerinden yaşanan hegemonya savaşının doğrudan olmazsa da dolaylı bir yansıması olarak gerçekleşti. Buna değinmeden önce kısaca Pakistan’da neler olduğuna bakmakta fayda var. Ani bir gelişmeyle sabık başbakan haline gelen İmran Han’ın başında olduğu Pakistan Adalet Hareketi’nin (PTI) 1996 yılında başlayan serüveni 2018 yılında iktidarla sonuçlandı. İktidar ortağı yaptığı Birleşik Halk Hareketi’nin (MQM-P) ve kendi partisinden 10 vekilin desteğini çekmesiyle 342 sandalyeli parlamentoda güven oyu sağlayacak 172 oyun altına düştü. Güven oylamasından kaçmak için Cumhurbaşkanı Arif Alvi’nin desteğiyle parlamentoyu fesh edildi ancak Pakistan Yüksek Mahkemesi engeline takıldı. Yapılan oylamada güven oyu yeterliliğini sağlamadığından başbakanlıktan düştü. Yerine Pakistan Müslüman Ligi-Navaz Partisinin (PML-N) lideri Şahbaz Şerif başbakan oldu.
Bu hızlı ve ani değişimin arka planına bakıldığında ABD ve Çin arasında giderek şiddetlenen nüfuz çekişmesi tüm çıplaklığıyla görülüyor. Hegemon niyetleri olan güçler Rusya’nın Ukrayna işgalinin yarattığı kaosu fırsata çevirmeye çalışıyor. Çin de bu ülkelerden biri. Batı bloğu Ukrayna üzerinden Rusya’yla uğraşırken yeni adımlar atarak ileriye dönük avantaj sağlamak niyetinde. Burada yaşanacak gelişmelerin dünya siyasetini yakından ilgilendireceği aşikar. Çin, Pakistan ve Hindistan gibi tarihi çekişme alanları bulunan üç nükleer güç. Aynı zamanda askeri, ekonomik, coğrafik, demografik olarak da dünyanın önemli bir kesimine tekabül eden ülkeler. Statükonun değişmesi, yeni ticari, askeri ilişkilerin gelişmesi ve yeni dengelerin oluşması kaotik bir süreçte geçen dünya sisteminin dizaynı açısından stratejik önemde.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası birçok konuda ortak davrandığı Çin ile birlikte ABD’nin başını çektiği batı bloğuna karşı giderek daha yüksek tonda yeni bir dünya düzeninden bahsetmeleri gözetildiğinde, Pakistan gibi büyük ölçekli sayılabilecek ülkelerin önemi artıyor.
ABD ve İngiltere batı bloğunu Rusya’ya karşı önemli derecede konsolide etti. Buna karşı Rusya ve Çin de uzun süredir anlamsızlaştığı düşünülen iki kutuplu dünyanın refleksiyle daha fazla ortaklaşmaya yöneldi. Rusya-Çin arasında Ukrayna işgali öncesinde imzalanan “limiti olmayan işbirliği” anlaşması düşünüldüğünde bu ortaklaşmanın Ukrayna işgali öncesinde başladığı ve iki ülkenin buna hazırlıklı olduklarını varsaymak mümkün. Dolayısıyla Ukrayna işgalini bu sürecin başlangıcı ya da adımı sayılabilir. Pakistan’ın sabık Başbakanı İmran Han’ın işgal sırasında Rusya’yı ziyaret etmesi, ekonomik işbirliği anlaşmalarının imzalanması ve eş zamanlı olarak Çin ulaşım ve altyapı anlaşmalarını yapması, Gwar’da limanı gibi Çin’in uzun süredir üzerinde çalıştığı ancak muafak olmadığı Yol Kuşak Projesi düzeyinde batıya doğru önünü açacağı ileri bir adımın atılması bardağı taşıran son damla oldu.
Ortadoğu ve Asya açısından stratejik önemi olan Pakistan kurulduğu 1947 yılından beri batı müttefiki iktidarlar tarafından yönetildi. Hindistan ile olan tarihi anlaşmazlıklarına rağmen önce İngiltere üzerinden ardından ABD eliyle batı bloğunun içinde ve bir ortağı oldu. Keşmir üzerinde 1960’lardan beri süren çatışmaları süreçler ABD’nin teskinleriyle bu Keşmir özerk bölgelere ayrılarak belli bir düzeyde tutuldu. Son dönemde tüm dünyada olduğu gibi Hindistan ve Pakistan’da da değişim söylemiyle gelip sonradan giderek otoriterliğe kayan iktidarlar başa geldi. İki lider de vaat ettikleri değişim, refah ve kalkınma sözlerini yerine getirmedi. Halkın desteği düştükçe ve iç huzursuzluk arttıkça da hem Mondi hem de Han milliyetçilik, din ve dış güçler söylemi üzerinden kitleleri konsolide etme yoluna girdi. Kuşkusuz bunu da Keşmir meselesini tekrar kaşıyarak yaptı.
Ancak İmran Han, vaat ettiği değişim ve kalkınma söyleminden uzaklaştıkça ABD üzerinden dış güçler söylemine daha fazla sarıldı. ABD’nin Afganistan’da çekilmesi, Ortadoğu’da vites düşürmesi, kapitalist modernite sisteminde yaşanan tıkanma ve kaosu fırsata çevirmek istedi. En büyük düşmanı olarak gördüğü Hindistan’a karşı Çin ve Rusya ile yakınlaşarak makas değiştirme adımlarına hız verdi. ABD ve batı için en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde stratejik bir güç olarak tercihini Çin’den yana yaptı. Trump yönetimine oranla ABD’nin hegemon karakterine daha uyumlu hareket eden Biden ve esas aldığı küreselci kesimin buna karşı sessiz kalması mümkün değildi. Özellikle de AB’den ayrıldıktan sonra gemi azıya alan İngiltere’nin tazyik ve teşviki varken.
Rusya ve Çin’den yana taraf belirleyen İmran Han’ın ABD’nin üs talebini reddetmesi bardağı taşıra son damla oldu. İngiltere-ABD on yıllara dayanan müttefikliğin yarattığı işbirlikleri ve avantajları kullanarak İmran Han’ı iktidardan indirdi. Buradan yola çıkarak bir iki hususu belirtmek gerekir.
Birincisi, ABD ve batı bloğu her ne kadar geçmişe göre hegemonya anlamında gerileme yaşasa da hâlâ yeni dengeleri kurabilecek en önemli güçtür.
İkincisi, İmran Han’ı iktidardan düşüren asıl faktör yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele etme, değişim ve kalkınma yaratma vaatlerini yerine getirmeme, bunun yerine selefi olan iktidarların politikalarına kayması, halk desteğini kaybetmesidir.
Üçüncüsü, Rusya ve Çin’in ABD ve batı bloğunun kısmi geri çekilmesinin yarattığı küresel güç boşluğunun doldurmakta, yeni denklemleri kurmaktan uzaktır.
Dördüncüsü, yaşanan küresel tıkanma ve kaos sistem için bir güç tarafından aşılamaz. Asıl sorunun sistemin yapısallığından kaynaklanıyor ve çözümü de ancak sistem dışı bir gücün yükselmesiyle mümkün olabilir. Bu güç de ezilen halklar, emekçiler, işçiler, yoksullar ve ötekileştirilen tüm toplumsal kesimlerdir.