Eğitim sistemi ihtiyaca cevap vermek üzere hayata geçirilir dendiğinde ikili bir yapı ortaya çıkıyor: İhtiyacı yaratanlar ve buna ihtiyaç duyanlar… İhtiyacı yaratanlar kendi sınıflarının (bunu ikili okuyun lütfen; hem ekonomi-politik olarak sınıf, hem de özel okulun özel sınıfı) kendilerine özel müfredatı ile eğitim görürken ihtiyaç duyanlar ise itaat, unutkanlık, biat gibi zorunlu dersleri almaktalar…
Eğitimin, egemen rejimin ideolojisini yeniden üreten çabası hem zihinsel hem de bedensel aktörleri yetiştiriyor. Eğitim kurumu olarak okul önemli bir imalathanedir. Okulu sadece öğretmen ve öğrencilerin bir araya geldikleri fiziksel mekanlar olarak düşünmemek gerekir. Aile, medya, pazar hepsi birer okuldur. Okulda dinleyen ile televizyonda izleyen arasındaki farklar kalkar. Sınavları yazılı veya sözlü değildir. Yaşamsal pratikler üzerinden test edilir.
Eğer bir kurum paralı hale getiriliyor, alınıp satılır metaya dönüştürülüyor ise o kamusal alandan çıkmış, finans alanına dahil olmuştur. Finansallaşma ile hem şimdi hem de gelecekte daha çok kazanma stratejileri işleme konur. Öğrenci gelecekte kazandıracak, kurum kazanacak ama bunun adı eğitim olacak!
Eğitim sorununu başka bir perspektiften tartışmaya açan büyük bir kitle var. Bunca haksızlığı, adaletsizliği, yağmayı, talanı, açlık ve sefaleti iyi eğitim almamaya hatta cahil olmaya bağlıyorlar. Sanki iyi eğitim alınırsa tüm kötülükler sona erecekmiş gibi yaklaşan, beyaz atlısını bekleyenler var. Tamam eğitim alınmalı ama almadan önce onu satıp pazarlayanlara bir bakmalı. Eğitim kimin için, kimden yana diye sormalı. “Lütfen çimlere basmayın“ yazısına rağmen üzerine basanlar eğitimsiz cahil oluyor da; ormanı rant uğruna yakıp bolca kâr elde eden zevat eğitimli oluyor da ne oluyor? Acaba sorun itaatsizlikte mi? Yoksa itaat etmekte mi?
Eğitim süresinin sonunu (okul bitirmeyi) iş bulabilmenin anahtarı olarak görmek çok normal. Çünkü yıllar içinde bu ilişki (eğitim-iş ilişkisi) kafalara kazınıyor. İki açıdan önemli bir durum söz konusu. Birincisi, okumak, üniversite bitirmek statü kazanmanın kestirme yolu. Böylece iş bulmak (tabi bulabilirse) kademe atlamak mümkün. Nereye doğru yükseliyorsunuz peki? Egemenlerin izin verdiği kadarıyla yanlarına. Sınıf atlamak, geldiği sınıfa yabancılaşmak da söz konusu. İkincisi, iş bulabilmek. Mümkünse demiştim az önce çünkü veriler ortada. İşsizlik her geçen gün artmakta. Böyle bir ortamda iş bulabilmek yani iş gücünü satar hale gelmek, bunu pazarlamak hayranlıkla karşılanır oldu. İş bulan insana ayrı gözle bakılıyor. İmkansızı başardığı için tebrik ediliyor. Alacağı ücret, sigorta, sosyal haklar, iş güvencesi vd. sorulmuyor bile. İş buldu ya, yeter de artar bile.
Kapitalist sistemde eğitim, bilincin fakirleşmesini, zihnin işgal edilmesini, algının ve duyarlılığın eskiyip çöpe gitmesini sağlıyor. İtaat etmeyi vicdani anayasanın birinci maddesine koyuyor. Gönüllü kullukta bu anayasanın değiştirilemez maddesi oluyor. Ağacı yaşken eğmeye çalışmak onu sevmenin bir göstergesi olmasa gerek. İnsan sevdiği bir şeyi/canlıyı neden eğip büksün olmazsa kırıp atsın ki? Ama genç yaşta eğilip bükülen, torna tezgahından geçirilen zihinler elbette egemenin ideolojisini harfiyen yerine getirmekte zorlanmayacaklardır. Bu işi mükemmel düzeyde iyi yapan eğip bükücülere de haklarını teslim edelim. Soruyu yanlış sorup, yanlış çözüp doğru cevabı bulanlar sanırım tebriği fazlasıyla hak etmekteler!
Eğitim, süre giden düzenin çarklarının sorun çıkarmadan dönmesi için gerekli üretimi görevini yapmakta. Birbirine benzerleri çoğaltmakta. İşçinin çocuğunun işçi olması, evsizin, işsizin çocuklarının da kendilerine benzemesi sürekli olarak anlatılır, okul dışındaki okullarda da (aile-medya vd.) onaylatılır. Eğitimin ideolojik aygıtı bu mekanlarda sürekli üretilir, servis edilir.
Bir türlü anlam veremediğim ama eğitim sisteminin olmazsa olmazı sınav sistemi var. Aslında sınav engeli demek daha uygun olur. Sınav nedir, neden yapılır sorularına derinlemesine yanıt aramadan kestirmeden soralım: Sınav ile ne ölçülür? Yeterlilik, yetkinlik, uygunluk, deneyim, bilgi vs. Ölçüm varsa o vakit ölçenin de olması zorunludur. Kimdir, kimlerdir bu ölçen(ler)? Ellerinde turnusol kağıdı mı var beynin içine sokup çıkararak ölçüm yapıyorlar? Bu şaka bile sınavın anlamsızlığını anlatmaya yeter. Sınav, egemenlik kurumunun yaptırımlar listesine uyulup uyulamadığını kontrol etmektir. Seçilecekler sınav olmadan çok daha önce sınavdan geçip seçildikleri için sınav görüntüden ibarettir. Bu her dönem için geçerlidir ne yazık ki. Formaliteden yapılan sınavlarda karşınıza: ”Aşağıdakilerden hangisi yukardakilerdendir“ gibi cevapsız bir soru çıkarsa şaşırmayın lütfen! Cevapsız bir soruyu cevaplayamadığınız için elenmeniz kaçınılmazdır.
Öğreten/öğrenen ikilemi öyle anlaşılmaz boyutlarda zihinsel yıkım yaratıyor ki kişinin yerini bulması inanılmaz zorlaşıyor. Bir ankette sorulan: “Velinizin size yakınlığı nedir?“ sorusuna öğrenci, 45 metre diye yanıt verebiliyor. Aile, akraba vd. yakınlıkları mesafe cinsinden metre ile ölçüp yanıtı veriyor ve bu yanıttan kuşku duymuyor.
Soru sormayı, sorgulamayı engelleyen bu süreç, ezberletilmiş cevaplar ürettiriyor. Hangi soru ya da sorunla karşılaşırsa karşılaşsın ezberine aldığı cevaplarla çözüm bulmaya çalışan bireyler yaratıyor. “Bir cevabım var, sorusu olan var mı?“ dendiğinde şaşkınlık içinde bakıyor. Oysa yaşam hep aynı soruları sormuyor.
Sizlerden isteyeceğim bir tamamlama ile bitirelim yazımızı. Tamamlama bitince karşınıza ilginç ve yorum getirecek bir sözcük eşleşmesi çıkarsa şaşırmayın lütfen. Kapitalist sistemin olmazsa olmazı OKUL kelimesinin her harfinin alfabede bir sonra gelen harfi ile tekrar yazınız. İlk adımı ben atayım: O harfinden sonra Ö harfi geliyor.