İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen 2 yıl 7 ay 15 günlük hapis cezası ve siyasi yasak getiren 53. Maddenin uygulanması kararı hem Türkiye siyasi tarihi hem de İstanbul’un yönetim tarihinde önemli bir karar olarak yerini aldı. Siyasi ve toplumsal sonuçları olacak olan bu kararla ilgili alınacak tutum ve ortaya konulacak siyasi tavır hem kişisel olarak İmamoğlu’nun siyasi geleceğini etkileyecek hem de onun şahsında muhalefetin genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki pozisyonunu belirleyecektir.
İmamoğlu kararı her şeyden önce Altılı Masa arasındaki çatlakların belirginleşmesine, hatta bu masanın kilitlenmesine yol açabilir ama cumhurbaşkanı adaylığı meselesi hala meçhul bir konu olarak masada durduğu için o sürece olumsuz bir etki de edebilir. O nedenle hâlihazırda meseleyi en efektif ve siyasi kıvraklık üzerinde kullanan lider Meral Akşener oldu. Karardan mütevelli hızlı davranıp hem şahsını hem de partisini gündeme taşıyan Akşener, Saraçhane’deki çıkışıyla aynı zamanda CHP’nin de genel başkanıymış gibi boy gösterdi. Yine bu çıkışıyla Altılı Masanın da dizginlerini eline almış gibi göründü. Dolayısıyla yaptığı konuşmayla da karar vericinin artık kendisi olduğuna dair işaretler verdi. Kim ne derse desin önümüzdeki siyasi sürecin istikametinin en önemli rehberi olarak kendisini sağlama alan tek figür şimdilik Akşener’dir demek mümkün.
Bunun yanı sıra sürecin doğal gelişimi sonucunda ikinci kazançlı kişi ise tabii ki İmamoğlu’dur ama İmamoğlu‘nun karara bağlı olarak ortaya çıkan kazançlı tarafın güçlenip güçlenemeyeceği hususu ise bu süreçte nasıl bir yol izleyeceğine göre şekil alacaktır. Çünkü hem hata yapma potansiyeline sahip hem de sıçrama yapacak enerjiyi içinde taşıyan bir figürdür İmamoğlu. İki kez üst üste Erdoğan’a İstanbul gibi bir yerde kaybettiren ve bizatihi onun canını acıtan biri olmanın yanı sıra yer yer ortak akılla hareket etme noktasında handikapları olan siyasi bir figürdür. Dolayısıyla salt davadan dolayı bile kazanan ve Türkiye ve dünya gündemine oturmuş olsa da hem partisinin hem de kendisinin hata yapma potansiyeli her zamankinden daha fazladır diyebiliriz.
Şimdilik davadan mütevelli kaybeden iki kesim olduğu hakikatiyse tartışılmayacak kadar nettir. Birincisi Erdoğan, ikincisi ise her haliyle Kılıçdaroğlu’nun siyasi olarak kaybettiğini garip bir şekilde hep birlikte izliyoruz. Dolayısıyla kâr ve zararın muhasebesini yaparken İmamoğlu kararını iktidarın irrasyonel bir çaresizliği gibi görmek doğru ama bunun sonuçlarının direkt veya endirekt olarak muhalefetin hanesine yazılacağı ön kabulü tek başına rasyonel bir denklem değildir. Kazançlı tarafın kim olacağı hususunun dava üzerinden İmamoğlu’nun ne derece sahiplenilmesi ve siyasal rejimin onu alt etmesine izin verilip verilmeyeceğine göre şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Bütün olup bitenlerin yanı sıra İmamoğlu’nun kendine özgü bir siyaset tarzı var ve bu tarz üzerinde “oyunun kurallarını değiştirme” gücü ve potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz. “Her şey güzel olacak, hak yemem, hakkımı yedirmem” söylemleri etrafında kollarını sıvaması ve son olarak halkı Saraçhane’ye çağırması kendi siyasi tarihinde önemli hamleler olarak kayda geçmiştir.
İmamoğlu şahsında ortaya çıkan siyaset, hukuk ve yönetim tablosu, Türkiye siyasetindeki çelişkileri tekrar ayyuka çıkardı. Bu süreci ortak akıl ve ortak siyasal üretimle toplumsal bir kazanca ve demokrasiyi inşa etme hamlesine dönüştürmek mümkün. Hem toplumsal hem de siyasal olarak bu denli kutuplaşmış ve seçim yaklaştıkça daha da keskinleşen gerilim hatlarının daha da gergin bir duruma evirileceği bu kararla birlikte netlik kazanmıştır. HDP’nin kapatılmasından yeni konseptlerin devreye sokulmasına kadar birçok mekanizmanın aktifleştirileceği ihtimali ise bir hayli yüksektir. Maliyeti ne olursa olsun siyasal iktidarın bunu artık yapacağı oldukça açıktır. Çünkü seçimin yaklaşmasıyla beraber her iki tarafın büyüyen korkuları, iktidar olamama endişeleri gittikçe derin bir çaresizlik olarak belirginlik kazanıyor.
İmamoğlu kararı çaresizliğin bir dışavurumudur ve endişenin ne denli derinleşeceği muhalefetin nasıl bir siyasi tutum ortaya koyacağına göre şekillenecektir. Eğer HDP‘nin maruz kaldığı ve Kürtlere reva görülen kayyımlar meselesi gibi bir sahiplenmeme ve görmezden gelme durumu ortaya çıkarsa elbette bundan en çok siyasal iktidar kazanç sağlayacaktır. Bu ihtimalin her zamankinden daha büyük olduğunu akılda tutmak gerekir. Her ne kadar hâlihazırda içeride karara karşı bir çıkış ve İmamoğlu’na yönelik bir sahiplenme söz konusu olsa da siyasal rejim hala çok güçlü bir rakip olarak istediği her alana ve özellikle de yargıya müdahale edebiliyor. Bu bağlamda dünyadaki reaksiyonlar her ne kadar eleştirel ve iktidarı demokrasi alanına çağıran bir niteliğe sahip olsa da bunun alışılageldik “endişeliyiz” söylemini aşmayacak bir retorik olarak kalacağını söyleyebiliriz.
Başka bir ifadeyle bu söylemler herhangi bir yaptırıma dönüşmeyeceği için sonuç alıcı bir etkisi de olmayacaktır. O nedenle esasen önemli olan denklem değiştirici strateji, bu karara karşı tutumu toplumsallaştırma ve Altılı Masanın İmamoğlu davasından hareketle daha önce Kürt illerinde uygulanan kayyımlar başta olmak üzere bütün haksızlıkları gündemleştirip bu olay üzerinden yeniden sahiplenmektir. Unutulmamalıdır ki İmamoğlu kararı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım uygulaması ve siyasi müdahalenin bir devamı, Mardin’in bir benzeridir.
Bu bağlam görülmeden doğru bir siyasal hattın kurulması oldukça güçtür. Başka bir ifadeyle o günkü kararları görmeyen, sorgulamayan hiç kimsenin rahatça kazanma ve konforlu davranma lüksü yoktur.
O nedenle İmamoğlu’nun hikâyesi bütün hatlarıyla Alman din insanı Niemüller’in “…artık benim için geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” sözünü hatırlatıyor. Buna şaşıranlar HDP belediyelerine atanan kayyımlara sesini çıkarmayanlara baksın, o zaman Niemüller’in o tarihi sözle ne kastettiğini daha iyi anlarlar!
Bunu anlamadan, bilince çıkarmadan ve ona karşı ortak bir proje üretmeden ne kucaklayıcı bir ortam oluşur ne de elde edilecek kazancın paydaşları çoğalabilir. O nedenle İmamoğlu’nun maruz kaldığı bu müdahalenin karşısında dururken siyaset dünyasının duayeni ve yerine kayyım atanan Ahmet Türk’ün uğradığı haksızlık görmezden gelinemez, şayet gelinirse hiç kimsenin kazanma şansı yoktur.