Sakızlı 22 yaşındaki Kürt kızı Zina (Mehsa) Amini’nin öldürülmesinin ardından İran’da protestoların başlamasının üzerinden elli gün geçti. Yaklaşık 300 kişi öldü, 10.000’den fazla kişi tutuklandı ve binlerce kişi yaralandı. İran’ın farklı bölgelerindeki protestoculara hükümetin şiddetli tepkisinin herkes için öngörülebilir olduğu söylenebilir. Anlamak için ise düne bakmak gerekir.
İslam Cumhuriyeti hükümetleri kolaylıkla üç döneme ayrılabilir. Devrimin zaferi ve İslamcıların iktidara geldiği Şubat 1979’dan, Haşimi Rafsancani’nin göreve geldiği 1989’a kadar devam eden ilk dönem, devrimin pekiştirildiği dönemdir. Irak savaşının gölgesindeki bu dönemde Humeyni yönetimi, tüm hükümet organlarını muhaliflerden arındırıp, Türkmen, Arap ve Kürdistan halk hareketlerini sert bir şekilde bastırmış, İslam Cumhuriyeti’nin politikalarını eleştiren tüm partiler ortadan kaldırmıştır.
1987 yazında Evin ve Rajaei Shahr cezaevlerinde yaklaşık 5 bin siyasi mahkum idam edilmiştir. Bu süreçte Irak savaşını bir fırsat olarak gören Ayetullah Humeyni’nin “savaş bir nimettir” sözü bir itiraf gibidir. Daha sonra Devrim Muhafızları’nın ilk komutanı Javad Mansouri, bir TV röportajında çok daha açık bir ifade kullanarak “Savaş olmasaydı İslam Devrimi giderdi, İslam Devrimi’ni kurtaran savaştı” der.
Komutan Mansouri’nin sözleri, İslam Cumhuriyeti hükümetlerinin sadece muhalefet partileri değil, toplumun tüm katmanlarına uzanan büyük tasfiyenin zeminine işaret eder. Savaşı takip eden dönemde ülke içinde ve dışında yüzlerce İranlı aydın ve yazar öldürülür. Zincirleme cinayetlerde Muzaffar Baqaei, Kazem Sami, Abdul Rahman Qasemlou, Ghafar Hosseini, Ahmad Tafzali, Pirouz Devani, Dariush Forohar, Lala Eskandari, Ali Ambar Saeedi Sirjani, Mohammad Jafar Puinda ve Mohammad Mokhtar gibi pek çok isim öldürülür.
Bu döneme ideoloji ve ideoloji çağı denilebilir.
1989’da Ekber Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığına gelişiyle başlayan ikinci dönem, Irak ile savaşın bittiği, muhaliflerin savaşın gölgesinde bastırılarak boğulduğu dönemdir. Ve bu dönemin sonunda İran İslam Cumhuriyeti’nin liderleri, iç anlaşmazlıklar sebebiyle iktidarı elinde tutan İslami Cumhuriyet Partisi’ni fesheder, ancak pratikte feshedilen partinin eski liderleri ve kadroları iktidara el koymuştur.
Bu dönemde, sınırsız yetkilere sahip Haşimi Rafsancani hükümeti, hükümeti küçültme, devlet ve kamu mallarını özel sektöre devretme programını başlatmış, ancak bu özelleştirme pratikte devletin ve kamu mallarının iktidar ve yakın çevresine kiralanması şeklinde uygulanmıştır. Kamu mülkiyetinin büyük bölümüyle, ihracat ve ithalat tekeli sayesinde devletin rantı iktidarı elinde tutanlara devredilir.
1997’de cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ‘İkinci Hordad Dalgası’yla reformistlerin kazanması sonucu Muhammed Hatemi’nin iktidara gelişi, İran’ın siyasi atmosferinde bazı açılımlar yaratır. Hükümetin sağ kanadını veya kökten dincileri eleştiren gazete ve yayınlar piyasaya çıkarken, Haşimi Rafsancani hükümetinin serbest piyasa politikaları bir dereceye kadar düzeltilir, ancak özel sektör geliştirme politikası devam eder. Muhammed Hatemi’nin ikinci hükümetinin sona erdiği 2005 yılına kadar olan bu dönem rant ve ideoloji çağı olarak adlandırılabilir.
2005’te cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mahmud Ahmedinejad kazanırken hükümet yeniden köktencilerin eline geçer. Ahmedinejad’ın bu seçimdeki ana rakibi, Ekber Haşimi Rafsancani’dir ve seçimi açık farkla kaybeder. Haziran 1997’de reformistlerin iktidara gelişi, İran toplumunun siyasi baskı ve engellemelere tepkisiyse, Mahmud Ahmedinejad’ın iktidara yükselişi de, sınıf farkı derinleşen İran toplumunun rüşvet ve ranta tepkisidir.
Mahmud Ahmedinejad’ın iktidara gelişiyle siyaset alanı yeniden daralır, muhalefetin sesi kısılır. Özelleştirme politikalarını yoğunlaştıran Ahmedinejad, enerji taşıyıcılarına verilen sübvansiyonun bir kısmını kaldırırken, halka nakit sübvansiyonlar dağıtır. Bu piyasadaki likidite miktarını katlarken şişmeye neden olur. Ahmedinejad’ın sekiz yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde, Devrim Muhafızları’nın ekonomideki etkisi geçmişe göre çok daha fazladır. Devlete ait şirketlerin özelleştirilmesi yoluyla Devrim Muhafızları İran ekonomisinin nabzını tutmaya başlar.
2009’da Mahmud Ahmedinejad’ın birinci döneminin sona ermesiyle birlikte reformistler yeniden dönmüş, bu seçim döneminin başlıca temsilcileri Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi olmuştur. Reformistlerin seçimlerde yeniden ortaya çıkmasıyla oluşan ve İran toplumunun siyasi açıklık arzusunu gösteren toplumsal dalga, Yeşil Hareket olarak bilinir hale gelir.
Reformistlerin toplumsal tabanı geleneksel kentli orta sınıftır ve Mirhossein Mousavi ve Mehdi Kerrubi’nin destekçileri de onlardır ancak Dini Lider Ali Hamaney’in kamuoyu desteği ile seçim Mahmud Ahmedinejad lehine sonuçlanır. Reformist adaylar hile yapıldığını ileri sürerek seçim sonucunu kabul etmez ve ertesi gün başkent Tahran ve bazı şehirlerde seçim sonuçlarına karşı gösteriler başlar. 3 milyondan fazla insan sokaklarda seçim sonuçlarını protesto eder.
İçişleri Bakanlığı’nın resmi istatistiklerine göre, 7 kişinin öldüğü Tahran’daki 15 Haziran gösterilerinde, 29 kişi yaralanır ve yüzlerce kişi tutuklanır. Reformist partilerin liderleri de seçimlerin ertesi günü güvenlik güçleri tarafından tutuklanmıştır.
2009 olayları, 1979 devriminden sonra İran’daki temel toplumsal bölünmenin başlangıcına işaret eden 2009’daki protestolar devam eder. 2009’un son günlerinde düzenlenen Tasua ve Aşure töreni, protestoların başlamasından itibaren halk ile güvenlik güçleri arasında gerçekleşen en kanlı çatışmalara sahne olur. Belki de 2009’daki Aşure olayları, İslam Cumhuriyeti’nin hegemonyası için sonunun başlangıcı olarak görülebilir.
Mahmud Ahmedinejad’ın sekiz yıllık cumhurbaşkanlığı, İslam Cumhuriyeti’nin üçüncü dönemi olarak bilinir ve rant dönemi olarak adlandırılır. Hükümetin ideolojik aygıtlarının etkisiz kaldığı ve İslam Cumhuriyeti’nin bekasını garanti edenin aslında rant ve baskı olduğu bir dönemdir bu.
2009 olaylarından sonra İran’da reform umutları her geçen gün azalmıştır. 2017 ve 2019 gibi sonraki yıllarda meydana gelen protestoları da toplumun reformlara duyduğu hayal kırıklığı bağlamında incelemek gerekir. Hükümet karşıtı bu protestolar karşısında İslam Cumhuriyeti’nin şiddetli baskı düzeyini çok daha yüksek bir seviyeye çıkardığı söylenebilir. Öyle ki 2019 yılında protestoları bastırdıktan sonra Kolordu Başkomutanı Sardar Salami, protestoların bir iç savaş düzeyinde olduğunu açıklar.
Bu açıklama ile İran’daki güncel olayları anlamak çok daha mümkün, İran toplumu dini inançlara sahip homojen bir toplum değildir Ve aslında toplum, ülkedeki yerleşik iktidar yapısının aksine, genel olarak laikliği ve modern siyaseti savunmaktadır. İran toplumunun özgürlüğe kavuşmak için gösterdiği çaba ve mücadele süreci son iki yüzyıl boyunca durmaksızın devam etmiş ve 1905 ve 1979 yıllarında iki devrime yol açmıştır.
Ancak geçmişte İran’da meydana gelen tüm ayaklanmalar arasında farklar olduğu açıktır. Mesela jina (Mehsa) Amini’nin öldürülmesinin ardından yaşanan protestoların kadın, yaşam, özgürlük devrimi olarak bilinir hale gelmiştir. Şimdi, İran’da elli günden fazla süren protestoların ardından, pek çok kişi İran toplumunun protesto aşamasını geçtiğine ve İran’da bir devrimin fiilen gerçekleştiğine inanıyor. Gerçek anlamda İran’daki ataerkil ve dini iktidar yapılarını hedef alan ve çok geniş kapsamlı toplumsal sonuçları olan bir devrim.
Son elli gün boyunca, İran’ın ataerkil yapısı sanki askıya alınmış gibi, neredeyse her gün yaşanan namus cinayetlerinden eser yoktur. Birçok şehirde İranlı kadınlar başörtüsünü terk ederken hükümetin bununla başa çıkmakta zorlandığı görülmektedir. İran’da yıllar önce özel alanlarda başlayan sosyal laiklik, son elli gündür İran sokaklarında açıkça dolaşıyor. Ve belki de bu devrimin en derin katmanı, birkaç bin yıllık din ve ataerkil yapının baskısından nispeten kurtulmuş, özgürleşmiş kadın bedenleridir.
İran’da yıllardır çeşitli biçimlerde bir tür laiklik mücadelesi veren partilerin siyasi söylemleri bile toplumsal gelişmelerin gerisinde kalmış ve halk ayaklanmasına destek çağrıları dışında pratikte bir katkı oluşturmamıştır. Ortadoğu toplumlarında moderniteden etkilenen milliyetçi bölünmeler üzerine, en azından geçtiğimiz elli günde İran toplumunun farklı milletleri arasında köprüler kurulurken, kolektif kurtuluş olasılığı imkansız bir fikirden, gerçek bir ihtimale dönüşmüştür.
Şimdiye kadarki zaferler etkileyiciydi ve eğer Ortadoğu’daki Siyasal İslam, İran’daki 1979 devrimi ile zirveye ulaştıysa, son devrim bu bölgede Siyasal İslam’ın sonu ve laikliğin başlangıcı olacaktır.