Kitap - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Sat, 07 Jan 2023 10:07:05 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2020/07/cropped-karincalogo-512x512-1-32x32.jpg Kitap - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ https://gazetekarinca.com/kurmaca-bir-soylesi-foucault-ve-seyler/ Fri, 06 Jan 2023 09:27:45 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=237209 Prof. Dr. Oğuz İnel’in 20’nci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa girdiği kurmaca söyleşi ‘Foucault ve Şeyler’ Metis’ten çıktı. Kitabın arka kapak yazısını ve Oğuz İnel’in kaleme aldığı Önsöz’ü paylaşıyoruz. Oğuz İnel bu kurmaca söyleşide Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa giriyor. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi gibi kitaplardan yola […]

The post Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Prof. Dr. Oğuz İnel’in 20’nci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa girdiği kurmaca söyleşi ‘Foucault ve Şeyler’ Metis’ten çıktı. Kitabın arka kapak yazısını ve Oğuz İnel’in kaleme aldığı Önsöz’ü paylaşıyoruz.

Oğuz İnel bu kurmaca söyleşide Michel Foucault’nun metinleriyle diyaloğa giriyor. Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi gibi kitaplardan yola çıkılarak ele alınan bir düşünce, filozofun başka metinlerde dile getirdiği düşünceleriyle açıklanıp geliştiriliyor. Aynı şekilde Foucault kendisine yöneltilen eleştirilerle de karşılaşıyor ve bunları yanıtlıyor. Filozofun devasa yapıtına kendine özgü bir giriş olarak okunabilir bu çalışma…

Prof. Dr. Oğuz İnel’in yazdığı Önsöz şöyle:

Bu çalışma, yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Michel Foucault’nun oldukça kapsamlı ve girift düşünce bütünü için kısa ve anlaşılır bir kılavuz olabilmesi umuduyla kaleme alınmıştır. Foucault’nun kitapları disiplinlerarasıdır, hatta kimileri onun kitaplarını tarih, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin bir alaşımı olarak tanımlar. Yazıları, Allan Megill’in deyişiyle, parlak, spekülatif ve bazı açılardan fena halde rahatsız edicidir. Ayrıca kendine özgü, karmaşık fakat son derece ustalıklı, entelektüel bir üslubu vardır. Üslubunun karmaşıklığı ile ilgili bir soru üzerine Foucault, karmaşık konuların karmaşıklığı iyice anlaşılsın diye özellikle karmaşık bir üslup kullandığını ifade etmiştir. Tabii ki bu tercih, onu anlayabilmek için çaba gösteren pek çok okur için sorun oluşturmaktadır.

Çalışmanın başlığı öncelikle filozofun en bilinen kitabı Kelimeler ve Şeyler’e göndermede bulunuyor ama ayrıca “şeyler” ifadesiyle bir başka göndermede daha bulunuyor: Hani bazen bir kitabı okuduktan sonra “yazar önemli şeyler anlatıyor anlatmasına ama doğrusu ben hiçbir şey anlamadım” deriz ya, işte çalışmamızın başlığında yer alan “şeyler”, bu tür şeyleri yani açıklanmaya, aydınlatılmaya gerek duyan konu ve kavramları ifade etmeye çalışıyor.

Bir düşünürün karmaşık düşüncelerini daha anlaşılabilir hale getirebilmek için genellikle kitapları yoruma tabi tutulur. Yalnız bunun iki sakıncası olduğunu düşünüyorum. Ya anlaşılabilirlik kaygısıyla yorumlar fazla basite indirgenir ya da orijinal metin yanlış yorumlanır. Bu nedenle, bu çalışmada açıklanması gereken düşünceleri filozofun kendisi açıklasın istedik. Yani Foucault’nun açıklamaya çalıştığımız bir düşüncesini, Foucault’nun çeşitli kitap ya da söyleşilerinde dile getirdiği kendi düşünceleri/cümleleri ile açıklamaya çalıştık. Bir başka ifadeyle, Foucault’yu Foucault’nun kendisi yorumlamış gibi oldu.

Ayrıca, anlaşılabilirliği daha da artırabilmek için, metin bir diyalog formunda kurgulandı ve “eklektik” pasajlar oluşturuldu. Şöyle ki, Foucault’nun farklı kitaplarında, söyleşilerinde ve onu yorumlayan ikincil kitaplarda en açık metinler arandı ve bu metinler gerektiği yerlerde bir araya getirildi. Alıntılarda gerektiğinde Fransızcalarına bakılarak değişiklik ve düzeltmeler yapıldı.

Filozofun söyleşilerinde, kitaplarına kıyasla daha açık olduğu bilinir; bu nedenle özellikle onunla yapılan söyleşiler dikkate alındı. Söyleşiler için özellikle Seçme Yazılar’dan yararlanıldı. Söyleşileri ve makalelerinin yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinde verdiği konferanslar, Fransa’da 1994 yılında Dits et écrits (Söylenmiş ve Yazılmışlar) başlığı ile dört cilt altında toplanmıştı. Ülkemizde ise bu çalışma Seçme Yazılar altbaşlığı ile altı cilt olarak yayımlandı. Seçme Yazılar’daki metinler Foucault’yu anlamak bakımından çok önemli; çünkü bu metinlerin bazılarında kendisine yönelik eleştirilere cevap veriyor ve anlaşılamayan noktalara açıklık getiriyor.

Ayrıca, Foucault hakkında yorumlar içeren “ikincil” kitaplara da başvurduk; bu kitaplara özellikle orijinal kitaplardaki kimi pasajları yeterince açık ve anlaşılır bulmadığımız zaman ihtiyaç duyduk. Yeterince anlaşılır bulmadığımız kimi yorumları da tekrar yorumladık.

Bu çalışmada düşünürün yalnızca dört kitabı üzerinde duruldu. Bu kitaplar kronolojik değil tematik olarak sıralandı: Deliliğin Tarihi, Hapishanenin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi. Amacımızın, bu kitapları incelemek ya da özetlemek değil, bu kitaplar eşliğinde Foucault’nun düşünce yapısını tanımak olduğunu belirtmek isterim.

Filozofun neredeyse tüm metinlerinde tekrar tekrar ele aldığı hatta takıntı haline getirdiği bir konu vardır: iktidar ve bilgi. Bu konu, “İktidar İlişkileri ve Bilgi” başlığı altında ayrıca ele alındı.

Foucault, çalışmalarının bir “alet çantası” gibi görülmesini ister. Bu çantada mutlaka işimize yarayacak bir alet bulunur. Belki de en önemlisi, Foucault dünyayı başka türlü aklımıza gelmeyecek yollardan görmemize yardımcı olur. Kişisel mottolarımdan bazılarını ona borçluyum; favorilerim şunlar:

“Bana kim olduğumu sormayın, aynı kişi olarak kalmamı da istemeyin.”

“Bugünkü hedef belki de ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.”

Bir de teşekkür borcum var: Metis’te yayımlanan iki kitabımın da editörlüğünü yapmasından mutluluk duyduğum Savaş Kılıç’a yapıcı eleştirileri, ufuk açıcı önerileri ve kılı kırk yaran titiz çalışmasından dolayı minnettarım. Kendisine çok teşekkür ederim.

Her girişim gibi bu çalışma da eksik ve kusurludur mutlaka, ancak Foucault’yu saçını başını yolmadan okuyup anlamak isteyen okurlara yardımcı olacağına inanıyorum. Keyifli okumalar.

KÜLTÜR SANAT

The post Kurmaca bir söyleşi: ‘Foucault ve Şeyler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Kedi Felsefesi’ raflarda https://gazetekarinca.com/kedi-felsefesi-raflarda/ Sun, 18 Dec 2022 07:42:49 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233796 Çağdaş düşünür John Gray’in kaleme aldığı, Ayşegül Yurdaçalış tarafından Türkçeye çevrilen “Kedi Felsefesi: Kediler ve Hayatın Anlamı” isimli kitap, Domingo Yayınevi etiketiyle raflarda yerini aldı. Kitabın arka kapak yazısını paylaşıyoruz. “Uyandığında daha çok çalışabilmek uğruna uyumak, acınası bir yaşam biçimidir. Keyif için uyu, kâr için değil.” En zeki ve yaratıcı zihne sahip tür biziz. Sadece […]

The post ‘Kedi Felsefesi’ raflarda first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Çağdaş düşünür John Gray’in kaleme aldığı, Ayşegül Yurdaçalış tarafından Türkçeye çevrilen “Kedi Felsefesi: Kediler ve Hayatın Anlamı” isimli kitap, Domingo Yayınevi etiketiyle raflarda yerini aldı. Kitabın arka kapak yazısını paylaşıyoruz.

Uyandığında daha çok çalışabilmek uğruna uyumak, acınası bir yaşam biçimidir. Keyif için uyu, kâr için değil.”

En zeki ve yaratıcı zihne sahip tür biziz. Sadece biz, türünün huzursuzluğuna deva bulmak için bir düşünce disiplinini –felsefeyi– yarattık. Öyleyse nasıl oluyor da kediler bir şekilde hep memnun ama biz hep dertliyiz? Belki de büyük filozoflarımızdan çok, kedilerden öğreneceklerimiz vardır.

Çağdaş düşünür John Gray insanın felsefeyle, inanışlarla ve modern araçlarla kurduğu dünyasının kırılganlığını bir kedinin patisiyle yoklayıp test ediyor; sevgi, bağlılık, ölümlülük, ahlak, kıskançlık ve benlik gibi belalı konuların kediler için neden meseleye dönüşmediğini anlamaya çalışıyor. Montaigne’in meşhur kedisinden, Vietnam Savaşı’nı cesaret ve neşesini kaybetmeden atlatmış kedi Mèo’ya, oradan da kedilerle ilgili kendi gözlemlerine uzanarak bir canlının “doğasına sadık olmasının” iyi yaşamak için kilit önemini vurguluyor. Bebeklikten itibaren toplumsal kabullere göre inşa ettiğimiz kendimize dair imgelerin çoğu zaman bedenimiz ya da yaşamımızın gerçekliğiyle uyuşmadığını, dolayısıyla onların peşinden koşmanın mutluluktan çok hayal kırıklığı getireceğinin altını çizerek, hayatlarımızın her türlü mükemmellik fikrinden daha zengin ve daha anlamlı olduğunu gösteriyor.

Kedi Felsefesi, kışkırtıcı fikirleriyle okurlarını silkeleyen, yün yumağına dolanmanın kedilere özgü olmadığını gösteren küçük ama tesirli bir kitap.

“Gray fikirlerimizde kendimizi pohpohlayıcı, aldatıcı ve sığ ne varsa tespit etmesini sağlayan bir altıncı hisse sahip sanki.”

Costica Bradatan, The Washington Post

The post ‘Kedi Felsefesi’ raflarda first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Cinsiyetler arası farklılıkların sebebi testosteron olabilir mi? https://gazetekarinca.com/cinsiyetler-arasi-farkliliklarin-sebebi-testosteron-olabilir-mi/ Tue, 13 Dec 2022 09:21:54 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233185 Psikolog Cordelia Fine’ın kaleme aldığı Berna Asuman Uzun tarafından Türkçeye çevrilen “Kral Testosteron – Cinsiyet, Bilim ve Toplum Üzerine Mitler” isimli kitap İrene Kitap’tan çıktı. Kitabın tanıtım bültenini paylaşıyoruz. Birçok insan için biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet rollerine uzanan bir yolun başlangıcıdır: Doğar doğmaz kız çocuklarına pembe, erkek çocuklarına mavi giysiler giydirilir; oyuncak mağazaları kızlar için […]

The post Cinsiyetler arası farklılıkların sebebi testosteron olabilir mi? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Psikolog Cordelia Fine’ın kaleme aldığı Berna Asuman Uzun tarafından Türkçeye çevrilen “Kral Testosteron – Cinsiyet, Bilim ve Toplum Üzerine Mitler” isimli kitap İrene Kitap’tan çıktı. Kitabın tanıtım bültenini paylaşıyoruz.

Birçok insan için biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet rollerine uzanan bir yolun başlangıcıdır: Doğar doğmaz kız çocuklarına pembe, erkek çocuklarına mavi giysiler giydirilir; oyuncak mağazaları kızlar için pembe ve feminen, erkekler için mavi ve maskülen oyuncaklarla doludur. Büyüme çağında kızlardan güzel ve narin, erkeklerden ise sert ve atletik olmaları beklenir; kızlardan ev işleri ve çocuk bakımını öğrenmeleri, erkeklerden ise para kazanacak donanıma sahip olmaları talep edilir. Yetişkinlikte ise kadınların iffetli davranışları makbulken erkeklerin çapkınlıkları ve risk alma davranışları doğalarının tek bir öğesine, testosterona atfedilir. Peki ama bu sözde cinsiyetler arası farklılıkların sebebi tek bir hormon, testosteron olabilir mi?

Elbette hayır. Psikolog Cordelia Fine, cinsiyet algısına dayanan bu büyük kültürel yanılgıyı evrim, psikoloji, nörobilim, endokrinoloji ve felsefeye dayalı feminist bakış açışıyla ele alıyor. Günlük hayattan örnekler ve bilimsel araştırmalarla Kral Testosteron görüşünün artık bir sanrıdan ibaret olduğunu gösteriyor ve testosteronun erilliğin hormonal özü olmadığını savunuyor.

Kral Testosteron’u suçlamayı bırakmanın zamanı geldi, çünkü O KRAL ÖLDÜ

Yayınevi: İrene Kitap
Yazar: Cordelia Fine
Çevirmen: Berna Asuman Uzun
Yayın yönetmeni: Levent Çeviker
Editör: Eda Okuyucu
Grafik: Artemis İren
Sayfa: 280
Tür: İnceleme / Araştırma
1. Basım: Kasım 2022
KÜLTÜR SANAT

The post Cinsiyetler arası farklılıkların sebebi testosteron olabilir mi? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Murathan Mungan’dan yeni kitap: ‘Devam Ağacı’ https://gazetekarinca.com/murathan-mungandan-yeni-kitap-devam-agaci/ Sat, 23 Oct 2021 16:02:38 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=186059 Yazar Murathan Mungan’ın yeni kitabı “Devam Ağacı” okuyucu ile buluştu. Birbirinden farklı konuların tartışmaya açıldığı kitapta okuyucu düşünmeye yönlendiriliyor. Haber: Taylan Şeker Yazar Murathan Mungan’ın yeni kitabı “Devam Ağacı” okuyucu ile buluştu. Metis yayınlarından çıkan kitap Mungan’ın çeşitli nedenlerle, farklı tarihler ve mekanlarda yaptığı konuşmaların bir bölümünden derlendi. İlki 2004’te sonuncusuysa 2019’da yapılan konuşmalardan derlenen […]

The post Murathan Mungan’dan yeni kitap: ‘Devam Ağacı’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yazar Murathan Mungan’ın yeni kitabı “Devam Ağacı” okuyucu ile buluştu. Birbirinden farklı konuların tartışmaya açıldığı kitapta okuyucu düşünmeye yönlendiriliyor.

Haber: Taylan Şeker

Yazar Murathan Mungan’ın yeni kitabı “Devam Ağacı” okuyucu ile buluştu.

Metis yayınlarından çıkan kitap Mungan’ın çeşitli nedenlerle, farklı tarihler ve mekanlarda yaptığı konuşmaların bir bölümünden derlendi.

İlki 2004’te sonuncusuysa 2019’da yapılan konuşmalardan derlenen kitap, farklı konuları içerdiği gibi okuyucuda merak uyandıracak bölümlerden oluşuyor.

Mungan, kitaba yazdığı önsözde mevcut eserin makalelerden ya da inceleme yazılarından oluşmuş bir kitap gibi okunmamasını salık veriyor.

Yazar bu kitapta toplanan yazıları ile eksiksiz bir düşünce sunmak iddiasında değil. Yalnızca tartışmaya açmak, düşünmeye kışkırtmak amacı taşıdığını belirtiyor. Mungan, yazılar hakkında “Çeşitli konulardaki görüşlerim, düşüncelerim hakkında tutanaklar olarak da okunabilirler” diyor.

Mungan, kitaba adını veren devam ağacını ise şöyle tanımlıyor:

Her yaratıcı sanatçı kendi devam ağacının dallarına umutlarını bağlar, hayallerinden gerçek, ömründen adaklar asar. Kişi hangi yaşta, ömrünün neresinde olursa olsun hala dal uçları fışkın veriyor, büyümesini sürdürüyorsa, kökleri sağlamlaşıp dalları salkım tutuyorsa devam ağacı demek gerektir ona.

Kitapta yer alan bazı bölümler ise özetle şöyle:

Travmalar ve edebiyat

“Yer ve Kabuk” başlıklı yazıda, insanın yaşadığı travmalar ve bunun edebiyata yansıması ele alınıyor. İnsanın ilk travmasının dünyaya gelmekle başladığını söyleyen yazar, varoluş sancıları yaşayan bireylerin bu durumdan kurtulmak için gösterdikleri tutumlara odaklanıyor.

Sanatı da bu bağlamda ele alan yazar, umut aşılayan edebiyat anlayışı tartışmalarından, sinema ve edebiyatta yoksulların dostu, zenginlerin düşmanı olarak beliren figürlere kadar güçlü bir analiz yapıyor. Bireysel ve toplumsal travmalar bağlamında oluşturulan dil de incelikli bir şekilde inceleniyor.

Yeşilci bir Yaşar Kemal

“Yaşar Kemal ve Toplumsal Sorumluluk” bölümünü okurken aydınların yazınsal anlamda var olabilmek, varlığını sürdürebilmek için karşılaştıkları zorluklar, topluma karşı sorumlulukları, ödenen bedeller ve yaratılan miras üzerinde duruluyor.

Bu bölümü okurken Yaşar Kemal kitaplarına farklı bir pencereden bakacaksınız. Toplumsal sorumluluğun yanında çevreci ve yeşilci bir yazar olarak Yaşar Kemal göreceksiniz. Yazarın deyimiyle “Ülkenin batısına doğunun kapılarını açan bir Yaşar Kemal”

Kitapların arasına saklanan bir dil

“Queer Dil, Gölge Edebiyat” başlıklı bölümde öne çıkan en temel şey dil oluyor. Yazar her varoluş biçiminin beraberinde bir dil arayışı da getirdiğini ifade ediyor. Türkçedeki zamirlerin cinsiyetsizliğinden yararlanarak kime yazıldığı bilinmeyen yazılar ve bunları yazan yazarlarla karşılaşıyoruz.

Yazar queer edebiyat için “yıllar yılı işaret diliyle konuşan gizli bir edebiyat olmuş, çeşitli kitapların arasına saklanmıştır” diyor.

Eşcinsel hikayelerin tarihine ışık tutulan bu bölümde bazı yazarların okuyucuya bıraktığı kazı payını göreceksiniz. Bütün bu bilgiler ışığında şimdiye kadar okuduğunuz ya da okuma listenizde bulunan birçok kitabı farklı açılardan ele alıp inceleme ve okuma ihtiyacı hissedeceksiniz.

“İktidar Çeşitlerinin Etrafında” başlıklı yazıda, muhalefet etme ve kişinin kendisine seçtiği yolda devamlılığının önemine değinen yazar, şunları dile getiriyor:

Bana göre en iyi muhalefet etme, hatta en iyi direnme biçimi, iyi yaptığımıza inandığımız şeyleri aynı biçimde, ilkelerimizden, değerlerimizden, kısaca kendimizden ödün vermeden sürdürmektir. Gene her anlamda iktidarın sizden alamayacağı bir şeydir bu.

Kullandığı dil ve ele aldığı konularla ufkunuzu açacak bu kitap, okuyucusunu bekliyor.

The post Murathan Mungan’dan yeni kitap: ‘Devam Ağacı’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden “Yasa’dan Buyruk’a” https://gazetekarinca.com/aleviligin-tarihsel-deneyimi-u%cc%88zerinden-yasadan-buyruka/ Sun, 07 Feb 2021 06:22:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184342 HABER MERKEZİ – Hüseyin Kırmızı, “Yasa’dan Buyruk’a” kitabında Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden insan hakları kavramına ve kuramlarına bakıyor; insan ile devlet arasındaki ilişkiyi düşünmeyi derinlere inerek kışkırtıyor. Araştırmacı Hüseyin Kırmızı, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Yasa’dan Buyruk’a: Hak Kuramları ve Aleviler” adlı çalışmasında, insan hakları kuramlarının imkanlarıyla Aleviliğe bakmaktan ziyade, Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden insan hakları kavramına […]

The post Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden “Yasa’dan Buyruk’a” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Hüseyin Kırmızı, “Yasa’dan Buyruk’a” kitabında Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden insan hakları kavramına ve kuramlarına bakıyor; insan ile devlet arasındaki ilişkiyi düşünmeyi derinlere inerek kışkırtıyor.

Araştırmacı Hüseyin Kırmızı, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Yasa’dan Buyruk’a: Hak Kuramları ve Aleviler” adlı çalışmasında, insan hakları kuramlarının imkanlarıyla Aleviliğe bakmaktan ziyade, Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden insan hakları kavramına ve kuramlarına bakıyor.

İnsan hakları, hak ve yasa kavramlarının sağlamasını yapıyor. Böylelikle, iktidar ve devlet kavramlarının da bir sorgulamasını yapıyor. İnsan ile devlet arasındaki ilişkiyi, insan ile “yüce olan” arasındaki ilişkiyi düşünmeyi derinlere inerek kışkırtıyor.

Kitapta bu evrensel tartışma, Aleviliğin tarihsel bilgisi içinde dolaşarak yapılıyor: Buyruk yazmaları, yasanın —devletsiz— “organı” olarak Alevi topluluğu, cem, pirlik-mürşitlik-dedelik… Yasa ihlalinin, “ceza” statüsünden affedilemeyecek ağır bedeli olarak dar ve düşkünlük, özel bir ilgiyle tartışılıyor. Yasa’dan Buyruk’a insanı anlamlandırma etrafında bir tarihsel ve düşünsel arayış…

Hüseyin Kırmızı’nın aslında çift yönlü bir çalışmaya imza attığını belirten Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, kaleme aldığı kitabın ‘Sunu’ kısmında şu ifadelere yer veriyor:

Hem içinden geçtiği insan hakları disiplininin temel kimi kavramlarını ve kabullerini, hiç ilgisizmiş gibi görülebilecek bir başka alandan, Alevilikten hareketle tartışmayı deniyor; hem de Alevi toplulukların dünyasını insan hakları disiplininin sağladığı olanakları da kullanarak yeniden anlamlandırmaya girişiyor; ola ki bulduğu her anlam aslında çoktan toprağa gömülmüş ve unutulmaya terk edilmiş eski mi eski bir anlamdan başkası olmayacaktır. Bu bakımdan bu metne bir tür kazı çalışması olarak selam durabiliriz ama bununla yetinmek yerine, bu çalışmanın başka bir boyutunu önemsiyorum kişisel olarak: Bir disiplinin (burada insan hakları disiplininin) kimi kavramlarını ya da yöntemlerini Aleviliğe uyarlamak ve bu uyarlamadan hareketle bir Alevilik okuması yapmak yerine –ki bunun bolca örneğine rastlıyoruz– Alevilikten hareketle bir disiplini elekten geçirmek. Bunu önemsiyorum çünkü bu pek de alışık olmadığımız bir şekilde Aleviliğin yayılma evrenini genişletiyor; şimdiye değin kendisine atfedilmiş, çoğun hayali sınırlar içinde bir inceleme nesnesi olarak ele alınan Alevilikle ilgilenmek yerine, Aleviliğin hayali sınırlarını tahrip ederek yeni alanlara akışına olanak tanıyan bir yaklaşım bu. Bu yaklaşım sayesindedir ki sözü yine yazara bırakırsak; “İnsanı yücelik karşısında güçsüz ve haklara muhtaç bir varlık olmaktan çıkarmak için, yüceliği ele geçiren şey sorgulanmalıdır. Bu sorgulama devletin ve ortodoks biçimiyle dinin bir eleştirisi olacaktır.” Bu eleştirinin bir parçası olarak Alevi toplulukları üzerinden, insanın haklara ihtiyacı olmadan da yüceleşebileceğini ve “kutsalın yüceliği karşısında insanın yüceliğinin” kutsallaştırılabileceğinin bir örneğini görüyoruz bu kitapta. Şimdi yeniden en baştaki soruya bir daha dönebilir miyiz? “Alevilik ve mutfak sanatları”, Alevilik ve seks” diye kitaplar yazılabilir mi? Yazılabilirse nasıl yazılmalı? Bu kitap birçok olanaktan birini gösteriyor bize.

1985 Adıyaman doğumlu olan Hüseyin Kırmızı, lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı üniversitede Sosyoloji Bölümü’nde doktora çalışmasını sürdürüyor.

The post Aleviliğin tarihsel deneyimi üzerinden “Yasa’dan Buyruk’a” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Francisco Casavella’nın Türkçedeki ilk romanı: “Eğlencelerin Sırrı” https://gazetekarinca.com/francisco-casavellanin-turkcedeki-ilk-romani-eglencelerin-sirri/ Sun, 24 Jan 2021 10:06:08 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184294 HABER MERKEZİ – Çevirisini Roza Hakmen’in yaptığı Francisco Casavella’nın Türkçedeki ilk romanı “Eğlencelerin Sırrı”, yaklaşık kırk yıl süren Franco diktatörlüğünün ardından gelen geçiş döneminde, 1980’ler İspanyası’nda geçiyor. Metis etiketiyle yayımlanan kitapta, siyasi hesaplaşmasını yapmak yerine geçmişini unutmaya çalışan, hızla ‘modern dünya’ya yetişmek isteyen toplumun savruluşlarına on beş yaşındaki bir gencin gözünden tanık oluyoruz. Yayınevi tarafından […]

The post Francisco Casavella’nın Türkçedeki ilk romanı: “Eğlencelerin Sırrı” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Çevirisini Roza Hakmen’in yaptığı Francisco Casavella’nın Türkçedeki ilk romanı “Eğlencelerin Sırrı”, yaklaşık kırk yıl süren Franco diktatörlüğünün ardından gelen geçiş döneminde, 1980’ler İspanyası’nda geçiyor. Metis etiketiyle yayımlanan kitapta, siyasi hesaplaşmasını yapmak yerine geçmişini unutmaya çalışan, hızla ‘modern dünya’ya yetişmek isteyen toplumun savruluşlarına on beş yaşındaki bir gencin gözünden tanık oluyoruz. Yayınevi tarafından erişime açılan romanın bir bölümünü* paylaşıyoruz.


Francisco Casavella**


Acayiplikte iddialıyım. Niçini, nedeni, neredesi belli olmayanım. Siniri patlak kafadan çatlağım. Ortalıkta kafasında huniyle dolaşanlardan değilim. Şu oyun salonlarında gördüğünüz, ağzını oğlanların kulağına yapıştırıp Fanta ısmarlayayım diyen, oğlanların da, “Ne Fanta’sı, Cota 49 mobilet isterim, yoksa güvenliği çağırırım!” diye bağırdığı acayip moruklardan değilim. O oğlanlar gibi de değilim; artık benim de yaşım var çünkü, ama öyle çok da yaşlı değilim. Benimki özel görevle Dünya’ya gönderilmiş Marslı acayipliği; bütün gün ortalıkta kendini gizleyerek dolaşır, herkes ona bakar, Marslı niye baktıklarını anlamaz, meğer yeşil olduğu için bakıyorlarmış. Tilt oynayan inek nasıl acayipse öyle acayibim. Boşuna söylemiyorum, çünkü inekten anlarım, tiltin de kralıyım. Ayrıca bu acayiplik mevzuunda çok acayip bazı acayipler çıktı karşıma, o yüzden karşılaştırma yapma imkânım var.

Avcı Cosme’yi tanımıştım mesela; tilkiye ateş ederken çifte patlamış, sağ elinin üç parmağını koparmıştı; o günden sonra artık ne zaman gece bir ses duyacak olsa elinde bıçak kapının önüne çıkar, sesi kısılıncaya kadar bağırırdı. “A tilki! A tilki!” Köy ahalisi uzaktan sesini duyar, duyduğunda da, mesela bizim evde, mutfakta, aslında kendisi de acayip olan bizim aileden biri başını tabağından ağır ağır kaldırır, sonra da kaşları havaya kalkardı. Aynı aile üyesi, ardından, bir parmağı “Benim krallığım bu dünyadan değildir” gibisinden yukarıyı işaret ederek, alçak sesle, “Avcı Cosme…” derdi. Bunun üzerine ailecek, hepimiz aynı anda, kararlaştırmış gibi yere tükürürdük mutfakta. Bizim aile yere tükürürdü, çünkü Avcı Cosme bir keresinde babamın kuzinlerinden birine bir şey yapmıştı; Ramoncuk’tu o şeyin adı, bu Ramoncuk da epey acayipti, çünkü bütün gün ağaçlara tırmanır, “gulu-gulu” diye kibirli şahinleri taklit ettiğini zannederdi gariban; sonunda bir gün avcının biri, başkası da olabilirdi gerçi, ama bizzat Avcı Cosme miydi, değil miydi, bir laflar dolaşmakla birlikte hâlâ bilinmez, ağaca ateş edince Ramoncuk vurulmaktan kıl payı kurtuldu; bunun üzerine Ramoncuk ağaçtan inip domuz ahırına girdi ve bu yeni hayatın daha rahat olacağını, yani iyi bir pozisyon olacağını düşünerek domuzları taklit etmeye koyuldu; çok geçmeden birtakım adamlar gelip onu çok beğeneceği, çarşafların her gün değiştiği bir yere götüreceklerini söylediler ve aldılar götürdüler. “Fikfik var mı peki?” “Yok, Ramoncuk, fikfik filan yok, hadi sakin ol, bin triportöre…”

Tanıdığım acayipler… Fusco de Curros vardı, her Pazar sarhoş olur, kendini görünmez zanneder, çırılçıplak soyunup köyün erkeklerinin kuka oynadığı düzlüğe gider, başlardı bağırmaya: “Aptallar! Görünmez adamım ben, göremezsiniz beni! Korktunuz, değil mi?” Adamlar da bir olup Fusco de Curros’u görmüyormuş gibi yaparlardı; Fusco de Curros tekmeler atıp kafalarından berelerini çıkarsa da, topu atacak olanın önüne atlayıp maymunluk etse de açık vermezlerdi. Sonra Fusco de Curros bir kestane ağacının altında sızıp kalır, uyandığında çıplak olduğunu görür, hiçbir şeyi hatırlamaz, başlardı koşmaya; herkes de “Fusco, ne yapıyorsun öyle çırılçıplak?” diye bağırırdı. Ben gülmekten bir hal olurdum, Fusco de Curros’u görmüyormuş numarası yapıp sonra da uyandığında çıkışmak bayağı eğlenceliydi.

Peki ya acayip kadınlar, mı diyorsunuz? Onlardan da var. Chenta var mesela, onu anlatırım daha. Şimdi şu kadarını söyleyeyim, Chenta acayip kafasıyla havai fişekleri havaya fırlatmayı hem manasız hem sıkıcı bulur, elbette yanar halde, bahçesinde mangal yapan insanlara fırlatmayı tercih ederdi. Chenta’ya bir mim koyun.


*Açılış bölümünden, Acayibim ben, s. 11-12
**Francisco Garcia Hortelano, 1963 yılında Barcelona’da doğdu. Barcelona Üniversitesi’ndeki felsefe ve edebiyat eğitimini yarıda bıraktı. Bir süre bir bankada çalıştı. 1980’li yıllarda çeşitli dergilere sinema ve müzik eleştirileri, daha sonra da El País ve El Mundo gazetelerine edebiyat ve sinema eleştirileri yazdı. 27 yaşında yayımladığı ilk romanı “El triunfo” ile Tigre Juan Ödülü’nü aldı. Ardından “Quédate” (1993), “Un enano español se suicida en Las Vegas” (1997), “El secreto de las fiestas” (1997) ve İspanya’daki Franco diktatörlüğünün ardından yaşanan geçiş dönemini anlattığı üçlemesi “El día del Watusi” (2003) yayımlandı. Son romanı “Lo que sé de los vampiros” ile 2008 Nadal Ödülü’nü kazanan Casavella, aynı yıl hayatını kaybetti.

The post Francisco Casavella’nın Türkçedeki ilk romanı: “Eğlencelerin Sırrı” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Klişelere yanıt niteliğinde: ‘Vegan Olmak İçin Bahaneler’ https://gazetekarinca.com/kliselere-yanit-niteliginde-vegan-olmak-icin-bahaneler/ Fri, 01 Jan 2021 08:21:39 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=181804 HABER MERKEZİ – Sherry F. Colb imzalı ‘Vegan Olmak İçin Bahaneler’ isimli kitabı Nilgün Engin’in çevirisiyle yayımlandı. Sherry F. Colb’un kaleme aldığı Vegan Olmak İçin Bahaneler kitabı Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanarak raflarda yerini aldı. Vegan aktivist Nilgün Engin tarafından Türkçeleştirilen kitap, yayınevinin Yeşil Politika Serisi kapsamında okuyucuyla buluştu. Cornell Hukuk Fakültesi’nde Profesör olarak çalışmalarını […]

The post Klişelere yanıt niteliğinde: ‘Vegan Olmak İçin Bahaneler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Sherry F. Colb imzalı ‘Vegan Olmak İçin Bahaneler’ isimli kitabı Nilgün Engin’in çevirisiyle yayımlandı.

Sherry F. Colb’un kaleme aldığı Vegan Olmak İçin Bahaneler kitabı Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanarak raflarda yerini aldı.

Vegan aktivist Nilgün Engin tarafından Türkçeleştirilen kitap, yayınevinin Yeşil Politika Serisi kapsamında okuyucuyla buluştu.

Cornell Hukuk Fakültesi’nde Profesör olarak çalışmalarını yürüten ve hayvan hakları dersleri veren Colb’un bu kitabı veganlığa dair tartışmalara yanıt vermeyi amaçlıyor.

“Sadece Vejetaryen Olmak Yetmez mi?”, “Peki Ya İnsan Sağlığı?” ve “Hayvanlar da Diğer Hayvanları Yemiyorlar mı?” gibi toplam on altı başlıktan oluşan kitap, veganlık hakkındaki klişelere ve basmakalıp sorulara cevap veriyor.

Kitabın tanıtım metninden bir bölümü sizinle paylaşıyoruz:

Vegan Olmak İçin Bahaneler, veganlara ve veganlığa karşı en yaygın, kafa karıştırıcı ve genellikle meydan okuyan tepkilerin birçoğunun dikkatli analizleriyle dolu; tutku ile mantık, idealizm ile faydacılığın nadir bir birlikteliği ve ağdalı söz sanatları yerine gerçek diyalog yoluyla hayvanları yemenin etiğine değinmeyi hedefleyen savunucular için devrimci bir rehber.

Üstelik kullandığı dil hem veganları hem de naveganları cezbedecek nitelikte!

The post Klişelere yanıt niteliğinde: ‘Vegan Olmak İçin Bahaneler’ first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Jonathan Safran Foer’dan iklim krizinin öyküsü https://gazetekarinca.com/jonathan-safran-foerdan-iklim-krizinin-oykusu/ Sat, 04 Jul 2020 06:02:10 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=181678 HABER MERKEZİ – Jonathan Safran Foer’ın yeni kitabı “Bu Bizim Havamız: Gezegeni Kurtarmak Kahvaltıyla Başlar” Türkçede. Siren Yayınları’ndan çıkan kitap, iklim krizinin öyküsünü anlatıyor. Topluca gerçekleştirebileceğimiz bireysel bir eylem planına odaklanan yazar, bizi, çok geç olmadan, yaşadığımız “yaralı dünyayı” iyileştirmeye çağırıyor. Et ve hayvansal gıda endüstrilerine yönelttiği sivri eleştirileriyle de bilinen yazarın bu eserini Şahika […]

The post Jonathan Safran Foer’dan iklim krizinin öyküsü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Jonathan Safran Foer’ın yeni kitabı “Bu Bizim Havamız: Gezegeni Kurtarmak Kahvaltıyla Başlar” Türkçede. Siren Yayınları’ndan çıkan kitap, iklim krizinin öyküsünü anlatıyor. Topluca gerçekleştirebileceğimiz bireysel bir eylem planına odaklanan yazar, bizi, çok geç olmadan, yaşadığımız “yaralı dünyayı” iyileştirmeye çağırıyor. Et ve hayvansal gıda endüstrilerine yönelttiği sivri eleştirileriyle de bilinen yazarın bu eserini Şahika Tokel tercüme etti. Kitaptan, bizi iklim krizine karşı “harekete geçmeye” çağıran kısa bir pasajı paylaşıyoruz.


Jonathan Safran Foer

Çeviri: Şahika Tokel


İnsan yaşamına yönelik büyük tehditlerden iyi hikâyeler çıkmaz. Gezegenin içinde bulunduğu krizi dert etsek dahi bu, bizler için orada bir yerde savaşılan bir savaş hükmündedir.

Varlığımıza yönelik risklerin ve durumun aciliyetinin farkındayızdır ama bekamıza yönelik bir savaş verildiğini bilsek bile bunun bizi tamı tamına kapsadığını hissetmeyiz. Bilmek ile hissetmek arasındaki mesafe, düşünen ve siyasetle meşgul olan -harekete geçmek isteyen- kimselerin dahi harekete geçmesini zorlaştırabilir.

Bombardıman uçakları savaş esnasında Londra’da olduğu gibi tepenizden geçtiği zaman tüm ışıklarınızı kapatacağınızı söylemenin lüzumu yok. Bombardıman kıyıdan açıktaysa, nihai tehlike yine aynı ölçüde büyük olsa bile ışıklarınızı kapatmanızın gerektiğinin size söylenmesi gerekebilir. Okyanusun karşı kıyısında bir yer bombardıman altındaysa, gerçek olduğunu bilseniz bile buna inanmak zor olabilir.

Nedense -gezegenimizin yıkımı sadece bir bağlamdan ibaretmişçesine- “çevresel” diye bahsettiğimiz krizi hissedene dek harekete geçmezsek, artık çözümü mümkün olmayan bir sorunu çözmeye uğraşacağız.

The post Jonathan Safran Foer’dan iklim krizinin öyküsü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Mutlakçı dayatmaya karşı “Sonluluğun Sonrası” https://gazetekarinca.com/mutlakci-dayatmaya-karsi-sonlulugun-sonrasi/ Fri, 03 Jul 2020 06:43:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=181588 HABER MERKEZİ – Bernard Bourgeois ve Alain Badiou gibi filozofların öğrencisi, yaşayan en etkili filozoflardan biri olarak anılan Quentin Meillassoux’nun “Sonluluğun Sonrası” adlı eseri, Kağan Kahveci çevirisi ile Türkçede. Fransız filozof Quentin Meillassoux’nun “Sonluluğun Sonrası” isimli kitabı Kağan Kahveci çevirisi ile Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı. Alain Badiou ve Bernard Bourgeois gibi filozofların öğrencisi […]

The post Mutlakçı dayatmaya karşı “Sonluluğun Sonrası” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Bernard Bourgeois ve Alain Badiou gibi filozofların öğrencisi, yaşayan en etkili filozoflardan biri olarak anılan Quentin Meillassoux’nun “Sonluluğun Sonrası” adlı eseri, Kağan Kahveci çevirisi ile Türkçede.

Fransız filozof Quentin Meillassoux’nun “Sonluluğun Sonrası” isimli kitabı Kağan Kahveci çevirisi ile Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktı.

Alain Badiou ve Bernard Bourgeois gibi filozofların öğrencisi olan Meillassoux, güncel felsefenin önde gelen isimlerinden biri.

Badiou onun “felsefe tarihinde yeni bir yol açtığını” ve “bu yolun da Kant’ın standartlaşmış ‘dogmatizm’, ‘skeptisizm’ ve ‘eleştiri’ tanzimine sığdırılamayacak bir yol olduğunu söylemenin abartılı olmayacağını” belirtiyor.

Türkçeye kazandırılan “Sonluluğun Sonrası”nda yazar, Badiou’nun da dikkat çektiği üzere, dogmatik ve metafizik olmayan bir mutlak anlayışı ortaya koymaya çalışıyor:

“Aydınlanmanın fanatizm adını verdiği şeye karşı savaşı, bugün tümüyle bir ahlakileştirme girişimi haline geldi: Fanatizm, asla içeriğindeki muhtemel yanlışlıklarla değil, sadece pratik, etik ve politik etkileri gerekçe gösterilerek mahkûm edilebiliyor. Çağdaşlar bu noktada tümüyle din adamlarına teslim oldular (…) çünkü herhangi bir mutlak düşünülebilir değilse, sadece birkaç seçilmişin erişimindeki aşkınlık adına, şiddetin en vahşi biçimlerinin gerçekleştirilmesi önünde bir engel kalmayacaktır.”

Meillassoux’nun “Bilimkurgu ve Bilimdışı Kurmaca” adlı çalışması da geçtiğimiz aylarda Yort Kitap tarafından, Osman Şişman çevirisi ile yayımlanmıştı. Yazar bu kitabında da Hume, Kant ve Popper’ın nedenselliğe dair fikirlerini bilimkurgu tahayyülü üzerinden tartışıyor. (Bkz)

The post Mutlakçı dayatmaya karşı “Sonluluğun Sonrası” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Musa Anter için kitap çalışması https://gazetekarinca.com/musa-anter-icin-kitap-calismasi/ Wed, 27 May 2020 12:02:24 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=200851 HABER MERKEZİ – “Apê Musa 100 Yaşında!” kampanyası kapsamında Aram Yayınevi tarafından “Musa Anter Anıları” adlı kitap çalışması başlatıldı. Musa Anter nam-ı diğer Apê Musa 100 yaşında. Anter’in 100’üncü yaş yılı dolayısıyla yürütülen kampanya kapsamında bir çalışma da Aram Yayınevi tarafından başlatıldı. Yayınevi, 2020 yılı boyunca devam ettirilecek kampanya kapsamında “Musa Anter Anıları” isimli bir […]

The post Musa Anter için kitap çalışması first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – “Apê Musa 100 Yaşında!” kampanyası kapsamında Aram Yayınevi tarafından “Musa Anter Anıları” adlı kitap çalışması başlatıldı.

Musa Anter nam-ı diğer Apê Musa 100 yaşında.

Anter’in 100’üncü yaş yılı dolayısıyla yürütülen kampanya kapsamında bir çalışma da Aram Yayınevi tarafından başlatıldı.

Yayınevi, 2020 yılı boyunca devam ettirilecek kampanya kapsamında “Musa Anter Anıları” isimli bir derleme kitap hazırlayacak.

Kitap çalışmasında, ailesi, akrabaları, dostları, arkadaşları ve gazeteci öğrencileri Musa Anter’i anlatacak.

Anıların yer alacağı kitabın editörlüğünü ise Hüseyin Aykol yapacak.

Musa Anter ile ilgili anılarını yazması ya da anlatması istenen kişilere yayınevi yetkilileri ulaşacak. Yine Anter ile ilgili anısı olanlar da yayınevi yetkililerine ulaşabilirler.

Öte yandan Aram Yayınevi, Musa Anter’in kaleme aldığı birçok kitabı ise özel baskılarıyla okurların ilgisine sunacak.


Musa Anter ile ilgili anıların gönderileceği e-mail adresi şöyle: [email protected]

Apê Musa 100 yaşında! – Hüseyin Aykol

The post Musa Anter için kitap çalışması first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Filmleri düşünce ve kuramla kesip parçalamak: “Kat: Sinema ve Etik” https://gazetekarinca.com/filmleri-dusunce-ve-kuramla-kesip-parcalamak-kat-sinema-ve-etik/ Mon, 30 Mar 2020 07:52:34 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=180261 HABER MERKEZİ – Umut Tümay Arslan’ın “Kat: Sinema ve Etik” adlı çalışması Metis’ten çıktı. “Filmleri düşünceyle, kuramla kesip parçalamanın onlardan aldığımız tadı kaybettirdiğine inananlara” itiraz eden yazar, filmleri kesip parçalara ayırarak bir takım bağlantılar arıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Umut Tümay Arslan’ın yeni kitabı “Kat: Sinema ve Etik”, Metis Yayınları’ndan […]

The post Filmleri düşünce ve kuramla kesip parçalamak: “Kat: Sinema ve Etik” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Umut Tümay Arslan’ın “Kat: Sinema ve Etik” adlı çalışması Metis’ten çıktı. “Filmleri düşünceyle, kuramla kesip parçalamanın onlardan aldığımız tadı kaybettirdiğine inananlara” itiraz eden yazar, filmleri kesip parçalara ayırarak bir takım bağlantılar arıyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Umut Tümay Arslan’ın yeni kitabı “Kat: Sinema ve Etik”, Metis Yayınları’ndan çıktı.

Bizleri seyrettiğimiz filmleri sosyal kuramın terimleriyle düşünmeye davet eden yazar, filmleri kesip parçalara ayırarak bir takım bağlantılar arıyor.

“Filmleri düşünceyle, kuramla kesip parçalamanın onlardan aldığımız tadı kaybettirdiğine inanan çok. Bazı iyi yönetmenler bile katılıyor bu yalana. Film bir bütündür bölünemez, diyorlar. Filmleri dokunulmaz kılan, kutsallaştıran tarafı bir yana, seyirciler olarak film seyretmekten aldığımız zevki alıp nerelere götürdüklerini, hangi derin kuyulara iple bağladıklarını sorma hakkımızı da elimizden alıyorlar. Burada buna itiraz edeceğim.

“Filmleri, filmlerden öğrendiğim yöntemle kesip parçalara ayırıp, bu parçalar arasında, uyandırdıkları duygu ve düşüncelerden yola çıkarak bağlantılar kuracağım.

“Bu bağlantılar filmlerin bize etik varlıklar oluşumuzu hatırlatma, seçim yapmaya zorlama, zevk ve yanılsamaları üstlenme sorumluluğumuzla (yeniden-) tanıştırma, bizi başka bir dünyaya değil bu dünyadaki başkalıklara inandırma kabiliyetleri ve güçleri üzerinden olacak.”

Dediği gibi; çalışması boyunca filmleri ses, bakış, uzam, zaman, renk, mizansen, beden, alan, alan-dışı gibi parçalara ayırıp, her birinin özerk bir biçimde hareket ettiği anlara odaklanan yazar, kitap boyunca çokça “kat” gösteriyor okura:

“Sinemanın kesmesi, kesip çıkarması. Kesintiye uğratma. Bir yüzeyde açılan kesik ve katlanmalar. Kendini bir bütün olarak dayatan gerçekliğin kat yerleri. Bir düşüncenin ya da fantazinin kat edilmesi. Duygusal ya da zihinsel bir ifadenin belirli bir istikamette ilerlerken birden fazla parçaya bölünüp katlanması. Şimdi’nin zaman ve uzamının başka zaman katlarına, başka var olma biçimlerine açılması. Keserek, katlayarak, eksilterek, bir bütünün yokluğuyla yüceltme…”

The post Filmleri düşünce ve kuramla kesip parçalamak: “Kat: Sinema ve Etik” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Hormonların tarihi üzerine https://gazetekarinca.com/hormonlarin-tarihi-uzerine/ Sat, 21 Mar 2020 07:23:00 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=178975 HABER MERKEZİ – ABD’li tıp yazarı Randi Hutter Epstein’ın “Hormonların Gücü: Hayatımızdaki Hemen Her Şeyi Kontrol Eden Salgıların Tarihi” adlı kitabı Metis Yayınları’ndan Aysun Babacan tercümesi ile çıktı. Kitapta, metabolizmadan davranışlara, ruh hallerinden uykuya ve bağışıklık sistemine kadar hayatımızın birçok kritik veçhesini yöneten hormonların tarihi incelenirken, bazı sorulara yanıt aranıyor: Hormonlar nasıl keşfedildi? Bu keşif […]

The post Hormonların tarihi üzerine first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – ABD’li tıp yazarı Randi Hutter Epstein’ın “Hormonların Gücü: Hayatımızdaki Hemen Her Şeyi Kontrol Eden Salgıların Tarihi” adlı kitabı Metis Yayınları’ndan Aysun Babacan tercümesi ile çıktı. Kitapta, metabolizmadan davranışlara, ruh hallerinden uykuya ve bağışıklık sistemine kadar hayatımızın birçok kritik veçhesini yöneten hormonların tarihi incelenirken, bazı sorulara yanıt aranıyor: Hormonlar nasıl keşfedildi? Bu keşif tıp tarihi için neden bir dönüm noktasıydı? Öncesinde hormon bozuklukları olan insanlar neler yaşıyordu? Hormonları kontrol ederek bedenlerimize hükmetme çabalarımız ne gibi zaferler ve hüsranlarla sonuçlandı? Cinsiyet hormonları hakkında öğrendiklerimiz, cinsel kimliklerimize dair görüşlerimizi nasıl değiştirdi? Son araştırmalar ileri yaştaki erkek ve kadınların rağbet ettiği hormon takviye ve tedavileri hakkında ne diyor?… Kitaptan kısa bir pasajı aktarıyoruz.


Randi Hutter Epstein

Çeviri: Aysun Babacan


1968 yazında New York, Yonkers’ta büyükannemin Sprain Brook Country Club’daki havuzunda çokça vakit geçirirdim. Büyükannem Martha ve üç arkadaşı (hep dörtlü takılırlardı) gölgelik bir yere geçip iskambil oynar, sıcak kahve ve Kent sigarası içerlerdi.

Ağabeyim ve kız kardeşimle yüzerdik, ama daha çok kız kardeşimle güneşlenirdik. Johnson’s Baby yağını vücudumuza boca eder, başımıza alüminyum folyoya sardığımız bir albüm kapağını geçirip güneş ışınlarını kendimize çekmeye çalışırdık.

Eve dönerken kız kardeşimle kollarımızı iki yana açarak yürürdük. Kız kardeşim hep güzel yanardı. Bense beyaz tenli olduğumdan domates gibi kızarıp ertesi gün soyulurdum. Büyükannem Martha’ ya gelince, o muhteşem bronzlaşırdı. Adeta en güzel güneş ışınlarını parmağını bile kıpırdatmadan yakalardı.

Beş yıl sonra, büyükannemin güneş banyosu konusunda özel bir yeteneği olmadığını öğrendik. Onda bir hormon sorunu vardı: Addison hastalığı. Vücudu yeterince kortizol üretmiyordu. Kortizol vücudun sağlıklı bir kan basıncına sahip olmasını sağlayan ve bağışıklık sistemini güçlendiren bir hormondur. Addison hastalığı olanlarda aşırı yorgunluk, baş dönmesi ve düşük, hem de tehlikeli ölçüde düşük tansiyon olur. Bu hastalık aynı zamanda cildi de karartır. Büyükanneme bu teşhis konduktan sonra tedavisi kolay oldu. Her gün kortizon hapları aldı; bu haplarda büyükannemin eksikliğini çektiği kortizola kimyasal açıdan benzeyen bir hormon vardır.

Büyükannem 1900 yılında doğduğunda, o zamanlar “hormon” diye bir şey yoktu. Bu terim 1905 yılında ortaya çıktı. 1970’lerde hastalandığında, biliminsanları ondaki hormon eksikliğini tespit etmenin, hormonlarını gramın milyarda birine kadar ölçmenin ve ilaç yazarak hastalığını kontrol altında tutmanın yolunu bulmuştu.

1855’te tanınmış fizyolog Claude Bernard’ın aklına, vücuttaki şeker seviyelerinin çılgın gibi bir aşağı bir yukarı oynamasının karaciğerle ilgili olabileceği fikri geldi. Bernard halihazırda sindirim üzerinde çalışıyordu ve pankreasın besinleri parçalayan sıvılar salgıladığını keşfetmişti. Bunu sınamak için bir köpeğe diyet uygulayarak sadece et yedirdi ve hiç şeker vermedi. Sonra köpeği öldürüp hemen karaciğerini çıkardı ve organ hâlâ sıcakken şeker seviyesini ölçtü; birkaç dakika sonra yeniden ölçtü; ardından saatler geçtikten sonra ölçümleri tekrarladı. Köpeğin karaciğerindeki şeker seviyesinin sıfır ile başlayıp zaman içinde yükselmeye devam ettiğini görmek onu memnun etti. (Köpek ölmüş ama karaciğeri –ve diğer organları– bir-iki gün daha işlev görmeye devam etmişti; organ naklinin işe yarama sebebi de budur.)

Bernard meslektaşlarına karaciğerde şeker depolayan ve üreten bir kimyasal madde olması gerektiğini söyledi. Fakat bununla da kalmayıp, sadece karaciğer ve pankreas değil tüm organların, vücudun düzgün çalışması için bazı maddeler salgıladığını iddia etti. Bu kimyasallara “dahili salgılar” adını vermişti. İnsan vücuduyla ilgili yepyeni bir bakış açısıydı bu.

Tarihçilerin çoğu Bernard’ı endokrinolojinin babası olarak değerlendirir. Ben öyle görmüyorum. Gerçek öncüler bu kimyasalların sadece dahili salgılar olmadığını bulanlardır. Bu maddeler daha önemli bir rolü yerine getirirler: Harekete geçirirler. Hedef hücrelerdeki alıcıları uyararak işlerin yürümesini sağlayan anahtarları açıp kaparlar.

Benim hormonların tarihini ele almamın sebebi, geçtiğimiz yüzyılın inanılmaz bir keşif dönemi olmasının yanı sıra şoke edici iddiaların da ortaya atıldığı bir dönem olması. 1920’lerde insülinin keşfi ve tedavide kullanılmasıyla şeker (diyabet) ölüm cezası olmaktan çıkıp kronik bir hastalığa dönüştü. 1970’lerde yenidoğanlardaki tiroit hormonu üzerinde yapılan bir test, binlerce çocuğun zekâ engeliyle yaşamasını önledi. Bu arada çok yanlış adımlar da atıldı. İleri yaştaki erkekleri gençleştirmek için vazektomi (sperm kanallarının bağlanması) uygulaması yayıldı ve bu moda 1920’lerin ortalarına dek on yıl kadar sürdü. Bundan kısa bir süre sonra ise aydın ve edebiyatçıları tedavi eden bir doktor, insanların yüzlerine bakarak hormonal bozuklukları tespit edebildiğini iddia etti. Bunlar güçlü ve potansiyel olarak tehlikeli tedaviler de içeren yalan dolan işlerdi.

Bu kitap gözü pek biliminsanlarının ve umutsuz ebeveynlerin hikâyesini anlatıyor. İleri düzey görüntüleme tekniklerinin kullanıldığı dönemlerden önceki günlerde, yirminci yüzyılın başlarında bir sinir cerrahı, hormon fazlalığından kaynaklandığına inandığı hastalıkları durdurmak için beyin ameliyatı yapıp bir salgı bezinden parçalar alıyordu. 1960’larda bir karı-koca, patoloji laboratuvarlarının ve morgların kapılarını aşındırarak kısa boylu oğulları için büyüme hormonu ele geçirmeye çalışmıştı. Kitapta ayrıca, biraz daha uzun yaşamak ve biraz daha iyi hissetmek için bir hormon yutturmacasına ölümüne kapılıp giden (ve bazen gerçekten de ölen) ilginç insanların hikâyesini de okuyacaksınız. Yolculuğumuza 1800’lerin sonlarında, (kimisi mezarlardan çalınan) kadavraların salgı bezlerini yürüten doktorlarla başlayacağız. Nihayetinde ise, hormonların izini onları oluşturan genlere kadar süren biliminsanlarından bahsedeceğiz.

The post Hormonların tarihi üzerine first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sürükleyici bir siyasi polisiye: “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü” https://gazetekarinca.com/surukleyici-bir-siyasi-polisiye-kizil-tugaylarin-gizli-orgutu/ Fri, 20 Mar 2020 07:55:48 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=178782 HABER MERKEZİ – Dimitris Mamaloukas’ın “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü” isimli siyasi polisiye romanı, farklı anlatıcıların söz aldığı dinamik bir kurguya sahip. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap Kızıl Tugaylar’ın dünyasını anlatıyor. 2017’de Yunanistan’ın prestijli ödüllerinden Anagnostis dergisinin ‘En İyi Roman Ödülü’ne layık görülen “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü”, Türkiyeli okurların beğenisine sunuldu. Dimitris Mamaloukas’ın polisiye romanı, İletişim Yayınları […]

The post Sürükleyici bir siyasi polisiye: “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Dimitris Mamaloukas’ın “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü” isimli siyasi polisiye romanı, farklı anlatıcıların söz aldığı dinamik bir kurguya sahip. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap Kızıl Tugaylar’ın dünyasını anlatıyor.

2017’de Yunanistan’ın prestijli ödüllerinden Anagnostis dergisinin ‘En İyi Roman Ödülü’ne layık görülen “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü”, Türkiyeli okurların beğenisine sunuldu.

Dimitris Mamaloukas’ın polisiye romanı, İletişim Yayınları etiketiyle çıktı.

Fulya Aktüre Koçak’ın Türkçeye çevirdiği eser, Avrupa’da sol silahlı mücadele geleneğinin en bilinen örgütlerinden Kızıl Tugaylar’ın dünyasını mercek altına alıyor.

Kitap, üniversite öğrencisi Alessandro Fontana’nın Bologna’da birdenbire ortadan kaybolması ile başlıyor.

“Alessandro’nun çalışma masasında açık duran eski basım bir Che Guevara kitabı… Evde parke altından çıkan bir silah… Tesadüfen bulunan bir müsevedde sayfasının polisiye bir kitapta yer alması… Git gide derinleşen bir muamma, artan bir gizem…”

Kayıp öğrenciyi aramaya koyulan Fontana’nın annesi, eski arkadaşı bir özel dedektif ve onun arkadaşı bir sahaf, bu ipuçlarından hareketle Kızıl Tugaylar’a çıkan bir yola giriyor…

Dimitris Mamaloukas

1968 yılında Atina’da doğdu. İtalya’da Lecce Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1999 yılında, daha sonra beyazperdeye de uyarlanan ilk kitabı “Alkol Olduğu Sürece Umut Vardır”ı yazdı.

Botanikçinin Büyük Ölümü, Yayıncının Kaçırılması, Dimitrios Mostra’nın Kayıp Kitaplığı, Asfaltın Yalnızlığı isimli polisiyelerin, Bankacı O’Brian’ın Kaçırılması ve Sahte Paralar isimli polisiye kitap serilerinin yanı sıra Özgür Ruh Fini ve Elimi Tut isimli romanları vardır.

Çocuklar için de polisiye romanlar kaleme aldı. Öyküleri pek çok seçkide, Yunanistan ve İtalya’nın büyük gazete ve dergilerinde yayımlandı. İngilizce ve İtalyancadan çeviriler yapıyor, edebiyat eleştirileri yazıyor.

The post Sürükleyici bir siyasi polisiye: “Kızıl Tugaylar’ın Gizli Örgütü” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Anarko-feminizm üzerine: “Sessiz Rivayetler” https://gazetekarinca.com/anarko-feminizm-uzerine-sessiz-rivayetler/ Wed, 18 Mar 2020 05:09:59 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=178326 HABER MERKEZİ – Patriyarkaya meydan okuyan, anarko-feminizmle ilgili yayınlanmış az sayıdaki eserden biri olan “Sessiz Rivayetler”, Zeliha Burcu Acar’ın çevirisiyle Dipnot Yayınları’ndan çıktı. “Sessiz Rivayetler”, farklı perspektiflerden yazılmış manifestolar, kolektif metinler ile makalelerden oluşuyor. Dipnot Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan kitap, anarko-feminizmle ilgili yayınlanmış az sayıdaki eserden biri olan Emma Goldman’dan Caty Levin’e, Bolivyalı feminist […]

The post Anarko-feminizm üzerine: “Sessiz Rivayetler” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Patriyarkaya meydan okuyan, anarko-feminizmle ilgili yayınlanmış az sayıdaki eserden biri olan “Sessiz Rivayetler”, Zeliha Burcu Acar’ın çevirisiyle Dipnot Yayınları’ndan çıktı.

“Sessiz Rivayetler”, farklı perspektiflerden yazılmış manifestolar, kolektif metinler ile makalelerden oluşuyor.

Dipnot Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan kitap, anarko-feminizmle ilgili yayınlanmış az sayıdaki eserden biri olan

Emma Goldman’dan Caty Levin’e, Bolivyalı feminist grup Mujeres Creando’dan silahlı mücadele grubu Rote Zora’ya çeşitli coğrafyalardan kadınların direnişini yansıtıyor.

Bunların yanı sıra kesişimsellik, queer feminizm, örgütlenme sorunları, anarşizm ve feminizm arasındaki bağlantı gibi başlıklar üzerinden de kuramsal bir tartışmaya dahil ediyor okuru.

Zeliha Burcu Acar’ın çevirdiği “Sessiz Rivayetler”e, kitabevlerinden ve yayınevinin sitesinden ulaşabilirsiniz.

The post Anarko-feminizm üzerine: “Sessiz Rivayetler” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
1938’den bugüne uzanan bir hikaye: “Vadi” https://gazetekarinca.com/1938den-bugune-uzanan-bir-hikaye-vadi/ Tue, 17 Mar 2020 05:13:56 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=178176 HABER MERKEZİ – İnan Çetin’in son kitabı “Vadi” YKY etiketiyle raflarda. Yazar, kıyımların ve acıların içine doğan insanı, onun kültürel direncini, dayanışmayla hayata tutunma biçimini büyülü bir gerçeklikle anlatıyor. İnan Çetin’in yeni romanı “Vadi”, Yapı Kredi Yayınları’ndan (YKY) çıktı. Yazar bu romanında Alevilerin, Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dek süren trajedisini anlatıyor. 1938’de Hozat’ın Cevizlidere Vadisi’nde […]

The post 1938’den bugüne uzanan bir hikaye: “Vadi” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – İnan Çetin’in son kitabı “Vadi” YKY etiketiyle raflarda. Yazar, kıyımların ve acıların içine doğan insanı, onun kültürel direncini, dayanışmayla hayata tutunma biçimini büyülü bir gerçeklikle anlatıyor.

İnan Çetin’in yeni romanı “Vadi”, Yapı Kredi Yayınları’ndan (YKY) çıktı.

Yazar bu romanında Alevilerin, Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dek süren trajedisini anlatıyor.

1938’de Hozat’ın Cevizlidere Vadisi’nde başlayan hikaye Ankara’ya, oradan da Berlin’e uzanıyor.

Gazete Duvar’dan Okan Çil, kitap üzerine yazısında romanın hikayesini şöyle özetliyor:

“Bu trajedi her ne kadar yüzyıllar evvelini işaret etse de Çetin’in anlattığı hikâye 1938’de başlıyor. Dersim’in bir köyünde olmaz olası bir katliam yaşanıyor. Köylüler haberi alır almaz toparlanıp dağlara kaçıyorlar. Bir yaşlılar kalıyor köyde. Onlar da diğerlerini yavaşlatmamak için ölümü beklemeye başlıyorlar.”

Yayınevinin ifadesiyle İnan’ın romanı “doğumla ölümün, umutla kederin, masumiyetle zulmün, sevgiyle nefretin, masalla gerçeğin, insanla doğanın, tarihle coğrafyanın romanı.”

The post 1938’den bugüne uzanan bir hikaye: “Vadi” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Mikropların tarihi: Hangilerini alt ettik, hangileri bizi alt etmeye devam ediyor? https://gazetekarinca.com/mikroplarin-tarihi-hangilerini-alt-ettik-hangileri-bizi-alt-etmeye-devam-ediyor/ Mon, 16 Mar 2020 05:46:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=177978 HABER MERKEZİ – Mikrobiyolog Dorothy Crawford’ın “Ölümcül Yakınlıklar: Mikroplar Tarihimizi Nasıl Şekillendirdi?” adlı kitabı Metis Yayınları’ndan Gürol Koca tercümesi ile çıktı. Corona virüsü salgınıyla karşı karşıya kaldığımız bugünlerde kitapta yer alan bilgiler ayrıca önem arz ediyor. Kısaca “mikroplar” denilen, her yerde hazır ve nazır olan bu küçücük canlılarla insanlar arasındaki ilişkinin tarihi ele alınırken, bazı […]

The post Mikropların tarihi: Hangilerini alt ettik, hangileri bizi alt etmeye devam ediyor? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Mikrobiyolog Dorothy Crawford’ın “Ölümcül Yakınlıklar: Mikroplar Tarihimizi Nasıl Şekillendirdi?” adlı kitabı Metis Yayınları’ndan Gürol Koca tercümesi ile çıktı. Corona virüsü salgınıyla karşı karşıya kaldığımız bugünlerde kitapta yer alan bilgiler ayrıca önem arz ediyor. Kısaca “mikroplar” denilen, her yerde hazır ve nazır olan bu küçücük canlılarla insanlar arasındaki ilişkinin tarihi ele alınırken, bazı sorulara yanıt aranıyor: Mikroplar insanlara kolayca bulaşıp yayılacak şekilde nasıl evrimleşti? Avcı-toplayıcı topluluklardan tarım toplumlarına geçiş neden mikroplara yaradı? Hangi mikropları alt ettik, hangileri bizi alt etmeye devam ediyor? Giderek kalabalıklaşan bir dünyada bizi nasıl tehlikeler bekliyor?… Kitaptan kısa bir pasajı aktarıyoruz.


Dorothy Crawford

Çeviri: Gürol Koca


Bundan 4,6 milyar yıl kadar önce güneş sistemimiz oluşumunu tamamladığında dünyamız hiç de dostane bir yer değildi. Bugünkü Venüs gibi çok sıcaktı, öyle ki eriyik haldeki kayalardan fokur fokur karbondioksit fışkırıyor ve atmosferi kaplıyordu. Bu durum yoğun bir sera etkisine neden olmuştu, gezegenimiz kelimenin tam anlamıyla cayır cayır yanıyordu. Bu koşullarda hiçbir canlı organizmanın hayatta kalması mümkün değildi. Zamanla dünya soğudu; 4 milyar yıl kadar önce buhar haldeki su sıvılaştı ve dünya üzerinde hayat belirdi. Bizim bildiğimiz anlamda bir hayat değildi bu, bölünerek kendisiyle aynı özellikleri taşıyan kardeş moleküller üreten moleküllerden ibaretti. Derken Darwin’in açıkladığı evrim süreci başladı ve sonunda mikroskobik tekhücreli organizmalar ortaya çıktı.

Bu ilk yaşam formları dünyanın son derece değişken atmosferine, denetimsiz elektrokimyasal ve fotokimyasal tepkimelere katkıda bulunan aktif volkanlardan fışkıran toksik gazlara, şiddetli elektrik fırtınalarına ve güneşin filtrelenmeden gelen kızılötesi ışınlarına direnmek zorundaydı. Bu dönemlerdeki mikroplar günümüzün “ekstremofillerini” (dünyanın yaşama elverişli olmayan bölgelerinde yaşadıkları için bu adı alan bir canlı türü) andırıyorlardı muhtemelen. Ekstremofiller asit göllerinde, son derece tuzlu tuz göllerinde ve derin okyanus çukurlarındaki hidrotermal bacaların ısıttığı aşırı sıcak sularda, 115 °C ve 250 atmosfer basınç altında yaşayabilirler. Kutuplarda buz tabakalarının dört kilometre içlerinde yaşayabilir, yerin 10 kilometre derinindeki kayaların içine gizlenebilirler. Aslında hayatın toprağın derinliklerindeki kayaların içindeki mikroplarla birlikte başlamış olması mümkündür; buralarda sıcaklık çok yüksektir ve canlılığı başlatmaya yetecek bollukta su ve kimyasal vardır.

Ekstremofiller bir araya gelerek stromatolit adı verilen mercan benzeri yapılar oluştururlar; düz, kahverengi ve tüylü bir görüntüye sahip olan bu yapılar dışarıdan bakıldığında kapı paspasını andırdıkları için mikrobiyal “paspas” adıyla da bilinir. Bu yapılar birbirine bağımlı mikrop topluluklarının serpilip büyüdüğü yerlerdir; bu mikroplar karşılıklı olarak birbirlerinin atıklarından yararlanarak enerji ürettikleri, kendi kendini sürdüren bir besin zinciri veya mikro ekosistem oluşturmuşlardır. Bugün bu mikrobiyal paspaslara, suların kimyasallarca zengin ve başka yaşam formlarından azade olduğu yerlerde, örneğin ABD’nin Wyoming eyaletindeki Yellowstone Parkı’nda, Meksika’nın kuzeyindeki arkaik akiferlerden beslenen göllerde ve Avustralya’nın batı sahillerinde rastlamak mümkündür. Bu bölgelerde bulunan antik kaya tabakalarının Arkeyan Devir’de (2,5 ila 4 milyar yıl önce) sulardaki ekosistemlere egemen olan stromatolitlerin fosilleşmiş kalıntıları oldukları düşünülüyor.

Yaklaşık 3 milyar yıl boyunca dünya bakterilere aitti, her yana dağılarak yeryüzünün dört bir köşesini işgal etmişlerdi. Bu dönemlerde atmosferde hiç oksijen yoktu, bu nedenle kayalarda bulunan enerjiyi elde etmek, sülfür, nitrojen ve demir bileşiklerinden yararlanmak için çeşitli biçimlerde evrildiler. Yaklaşık 2,7 milyar yıl önce ise siyanobakteri (eskiden mavi yeşil alg deniyordu) adı verilen yenilikçi bir mikrop grubu fotosentez numarasını, yani güneş ışığından faydalanarak karbondioksit ve suyu enerjice zengin karbonhidrata dönüştürmeyi öğrendi. Bunun sonucunda, bu tepkimenin atık ürünü olan oksijen dünyanın atmosferinde yavaş yavaş birikmeye başladı. Önceleri oksijen ilk yaşam formları için zehirliydi, ama sonra başka bir becerikli bakteri enerji üretiminde oksijenden de yararlanılabileceğini keşfetti. Bu yeni enerji kaynakları daha karmaşık yaşam formlarının varlıklarını sürdürmelerine yetecek zenginlikteydi, ama çokhücreli organizmalar ancak ökaryot hücreler evrildiğinde ortaya çıktı.

Bakteriler prokaryottur, yani hücreleri daha gelişmiş organizmaların (ökaryotların) hücrelerinden küçüktür, belirgin bir çekirdekleri yoktur, yapıları daha basittir. Ama yaklaşık 2 milyar yıl önce, serbest yaşayan ve fotosentez yapan bir grup siyanobakteri, ilkel tekhücreli başka organizmaların içine yerleşerek ilk bitki hücrelerinde enerji üreten kloroplastı oluşturdu. Oksijenden faydalanan alfa proteobakterileri de buna benzer olağanüstü bir manevra sayesinde diğer mikroplarla birleşerek hayvan hücrelerinin enerji santrali olan mitokondriyi meydana getirdi.

Böylece nihayet 600 milyon yıl önce, ökaryot hücrelerden meydana gelen çokhücreli organizmaların evrimi, sonra da bugün bildiğimiz bitki ve hayvanların ortaya çıkışı için gerekli ortam hazırdı. Ama bakterilerin çeşitliliğiyle kıyaslandığında diğer yaşam formları, birbirinden ne kadar farklı görünse de homojendir, enerji üretimi için aynı biyokimyasal döngüye hapsolmuşlardır ve hayvanların solunumlarında kullandıkları oksijenin üretimini sağlayan bitkisel fotosentez için güneş ışığına ihtiyaçları vardır. Bu tepkimeler için bakterilere (kloroplast ve mitokondri biçiminde), gezegenimizin istikrarının devamını sağlayan kimyasal işlemler için de serbest yaşayan bakterilere hâlâ muhtacız. Dünyadaki yaşam için zorunlu olan maddeleri geri dönüştüren bu bakteriler dengeli ekosistemlerimizin, yani bitkiler, hayvanlar ve çevre arasında var olan birbirine bağımlı karmaşık ilişkilerin merkezini oluşturur.

Bakteriler dünyaya yerleşen ilk mikroplar olmakla birlikte tek değiller. Sıtmaya neden olan plazmodyum dahil tekhücreli protozoanlar muhtemelen ilk ve en basit hayvansal yaşamdı; mikropların en küçüğü virüsler de milyonlarca yıl önce evrimleşmişlerdi. Virüsler çeşitlenerek bakteriler dahil bütün canlıları enfekte ettiler, ama tam olarak nasıl ve ne zaman ortaya çıktıkları bilinmiyor. Virüslerin genetik materyalleri ya DNA’dan ya da RNA’dan oluşur, ama çoğu en fazla 200 protein kodlayabilir ve kendi başına hayatta kalamaz. Yani virüsler belli koşullara ihtiyaç duyan parazitlerdir ve ancak konakçılarının hücrelerini sabote ettikten sonra canlanırlar. İçine girdikten sonra hücreyi bir virüs üretim fabrikasına dönüştürürler, saatler içinde daha fazla hücreyi enfekte etmeye veya kolonize edecek başka bir konakçı aramaya hazır binlerce virüs ortaya çıkar.

The post Mikropların tarihi: Hangilerini alt ettik, hangileri bizi alt etmeye devam ediyor? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Erkekler şehrine karşı “Feminist Şehir” https://gazetekarinca.com/erkekler-sehrine-karsi-feminist-sehir/ Sun, 15 Mar 2020 06:31:46 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=177906 HABER MERKEZİ – Kent, mutenalaştırma, toplumsal cinsiyet ve feminist coğrafya konularında çalışan Leslie Kern’ün “Feminist Şehir” adlı çalışması Sel Yayıncılık’tan çıktı. Beyza Sumer Aydaş’ın Türkçeleştirdiği kitap, şehir planlamalarının ve kentsel alan tasarımlarının erkeklere odaklandığı, kadınlara “ayrılan” alanlarınsa heteronormatifliğin kalıplarını yeniden üretmekten başka bir işe yaramadığı gerçeğinden yola çıkıyor. Yazar, bir kadın olarak şehri deneyimlemenin anlamını […]

The post Erkekler şehrine karşı “Feminist Şehir” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Kent, mutenalaştırma, toplumsal cinsiyet ve feminist coğrafya konularında çalışan Leslie Kern’ün “Feminist Şehir” adlı çalışması Sel Yayıncılık’tan çıktı. Beyza Sumer Aydaş’ın Türkçeleştirdiği kitap, şehir planlamalarının ve kentsel alan tasarımlarının erkeklere odaklandığı, kadınlara “ayrılan” alanlarınsa heteronormatifliğin kalıplarını yeniden üretmekten başka bir işe yaramadığı gerçeğinden yola çıkıyor. Yazar, bir kadın olarak şehri deneyimlemenin anlamını erkeklerce tasarlanan ilk “coğrafya” olarak bedeninden başlayarak çözümlüyor. Kitaptan kısa bir pasaj aktarıyoruz.


Leslie Kern

Çeviri: Beyza Sumer Aydaş


Belirli türden şehir iyileştirme programlarını ilerletmek üzere kadınların bedenlerini denetim altına alma çabaları hiç de son bulmuş değil. Çok yakın bir tarihte, sosyal yardım alan veya bir şekilde devlete bağımlı görülen beyaz olmayan ve yerli kadınların zoraki veya mecburi kısırlaştırılmalarına tanık olduk.

Siyah “refah kraliçesi”* şeklindeki ırkçı klişe, 1970’lerde ve 1980’lerde sorunlu şehirler anlatısının parçası olarak dolaşıma sokuldu. Bu tutum, ergen annelerin de refah kraliçeleri yığınlarına katılacağı ve suça meyilli çocuklar doğuracağı varsayımları nedeniyle ergen hamileliklerine yönelik ahlaki panikle de bağlantılıydı. Seks işini ortadan kaldırmaya yönelik çağdaş hareketler insan kaçakçılığıyla mücadele olarak yeniden adlandırılırken insan kaçakçılığı cinselleştirilmiş yeni bir kentsel tehdit biçimi olarak addediliyordu. Maalesef, insan kaçakçılığına maruz kalmayan seks işçilerine, bu yeni program uyarınca çok az saygı veya eylemlilik atfediliyor.

Obeziteyle mücadele kampanyaları, kadınları birey ve anne olarak hedef alıyor; onların ve çocuklarının bedenleri, arabaya bağımlılık ve fast food gibi modern kentsel sorunların belirtileri olarak görülüyor.

Kısacası, kadınların bedenleri halen sıklıkla kentsel sorunların kaynağı veya işareti olarak görülüyor. Bebekli genç beyaz kadınlar bile mutenalaştırmanın failleri olarak itibarsızlaştırılırken, mutenalaştırma savunucuları beyaz olmayan yalnız anneleri ve göçmen kadınları kentte suçu yeniden üretmekle ve kentsel “dirilişi” yavaşlatmakla suçluyorlar.

Görünüşe bakılırsa kadınların kentsel toplumsal endişelerle ilişkilendirilme biçimleri dur durak bilmiyor. Saflık ve temizlikle ilgili daha abartılı Viktoryan korkuların bazılarının azaldığını kabul etsem de, kadınlar halen şehri, gündelik yaşamlarını (sadece olmasa da) son derece toplumsal cinsiyet temelli biçimde şekillendiren bir dizi –fiziksel, toplumsal, ekonomik ve sembolik– engelle deneyimliyor.

Bunların birçoğu erkekler açısından görünmez; çünkü onların deneyimleri bunlarla nadiren karşılaşmaları anlamına geliyor. Bu da şehirlerde halen çoğu erkek olan başlıca karar merciinin, kentsel ekonomi politikasından konut tasarımına, okulların nereye kurulması gerektiğinden otobüs koltuğunun biçimine, denetimden kar küremeye kadar her konuda, bu kararların kadınları nasıl etkilediğine dair bırakın ilgiyi, bilgileri bile olmadan tercih yaptıkları anlamına geliyor.

Şehir, erkeklerin geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini destekleyip kolaylaştırmak üzere ve erkeklerin deneyimlerini “norm” kabul ederek, şehrin kadınlar için nasıl engeller yarattığıyla pek de ilgilenmeden ve şehir hayatına dair günlük deneyimlerini gözardı ederek düzenleniyor. “Erkekler şehri” derken işte bunu kast ediyorum.


* Sosyal yardıma ihtiyacı olmadığı halde sahte evrak veya beyanlarla bu türden yardımlar aldığı iddia edilen kadınlara yönelik aşağılayıcı bir terim olan “refah kraliçesi”, bilhassa siyah ve bekâr kadınları devletin sırtından geçinmekle eleştirmek maksadıyla kullanılmıştır. (e.n.)

The post Erkekler şehrine karşı “Feminist Şehir” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Otonom’dan: “Tenin Sınırlarının Ötesine” https://gazetekarinca.com/otonomdan-tenin-sinirlarinin-otesine/ Sun, 01 Mar 2020 06:00:29 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=175654 HABER MERKEZİ – Silvia Federici’nin “Tenin Sınırlarının Ötesine: Güncel Kapitalizmde Bedeni Yeniden Düşünmek, Yeniden Oluşturmak ve Geri Almak” ismiyle Türkiyeli okura sunulan kitabı Otonom Yayıncılık etiketiyle raflarda. Bilge Tanrısever’in tercüme ettiği kitabın arka kapağını ve yazarın kısa biyografisini paylaşıyoruz. Günümüzde “beden”, hem direniş imkânları bakımından hem de iktidarların kendi hegemonyalarını sürdürmeleri bakımından radikal ve kurumsal […]

The post Otonom’dan: “Tenin Sınırlarının Ötesine” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Silvia Federici’nin “Tenin Sınırlarının Ötesine: Güncel Kapitalizmde Bedeni Yeniden Düşünmek, Yeniden Oluşturmak ve Geri Almak” ismiyle Türkiyeli okura sunulan kitabı Otonom Yayıncılık etiketiyle raflarda. Bilge Tanrısever’in tercüme ettiği kitabın arka kapağını ve yazarın kısa biyografisini paylaşıyoruz.

Günümüzde “beden”, hem direniş imkânları bakımından hem de iktidarların kendi hegemonyalarını sürdürmeleri bakımından radikal ve kurumsal politikaların merkezinde yer alıyor. Federici de direnişin ve tahakkümün mücadele alanı olarak gördüğü bedenin bir tarihi olduğunu ileri sürüyor.

Feminist, ırkçılık karşıtı, trans ve çevreci bütün hareketler açısından beden, devlet ve sermayeyle karşılaşmanın bir zemini, dönüştürücü toplumsal pratiklerin yeşerebileceği bir imkân olarak algılanıyor.

Öte yandan kapitalist gelişmenin neoliberal döneminde sermayenin girdiği ve bir türlü aşmayı başaramadığı yeniden üretim krizinde de bedeni tahakküm altına alma ve denetleme zorlu ve kaçınılmaz hale geliyor.

Bedenlerin yalıtılması, parçalanması, psikolojik ve tıbbi müdahalelerle yeniden oluşturulması, arzu ve ihtiyaçlarının ya bastırma ya da uyumlulaştırma yoluyla denetlenmesi, kapitalizmin tahakküm stratejileri olarak karşımıza çıkıyor.

Oysa Federici’ye göre beden, sömürünün sınırı, onun önündeki engeldir. Bedeni, özgürleştirici ve içkin bir politik imkâna dönüştürmek ise ancak onun arzu ve ihtiyaçlarını çoğaltmakla mümkündür. Bunu da birbirinden yalıtılmış olmaktan dolayı korku yüklenip iktidarın tahakkümüne boyun eğmeye hazır bedenlerden ziyade başka bedenlerle, hatta insan olmayan varlıklarla ve doğayla “büyülü” bir birlikteliğe giren bedenler yapabilir.

Bu yüzden de ancak korku ve yalıtılmışlığın “keder”inden çıkıp, “neşeli militanlık”la arzularını ve ihtiyaçlarını şimdide politikleştiren bedenler, kendilerini, başkalarını ve dünyayı dönüştürebilir.

Silvia Federici hakkında

İtalya’da doğup büyüyen Silvia Federici, 1967’de felsefe eğitimi için gittiği ABD’nin çeşitli üniversitelerinde ve ayrıca Nijerya’da Port Harcourt Üniversitesi’nde dersler vermiştir.

Feminist bir eylemci, araştırmacı ve eğitimci olan Federici’nin çalışmaları esinini toplumsal mücadelelerden almış ve bu mücadelelerle sürekli bir diyalog içinde olmuştur.

1970’lerin başından itibaren, Maria Rosa Dalla Costa ve Selma James gibi kuramcılarla birlikte, Uluslararası Feminist Kolektif’in kurucuları ve “Ev İşi İçin Ücret” kampanyasının örgütleyicileri arasında yer almıştır.

Bu hareket, toplumsal yeniden üretimde yer alan kadınlar için ekonomik bağımsızlık talebini dile getirerek kapitalist ve patriyarkal iktidara karşı devrimci bir itiraz oluşturmuştur ve feminist gruplar arasında küresel bir dayanışmaya zemin sunmuştur.

Federici, Afrika’daki politik değişim ve toplumsal mücadeleler üzerine çalışmalarıyla da tanınmaktadır.

Türkçede yayınlanmış birçok makale ve röportajının yanı sıra basılmış eserleri arasında Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom Yayıncılık, 2012), Sıfır Noktasında Devrim (Otonom Yayıncılık, 2014), Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar (Otonom Yayıncılık, 2019) bulunur.

The post Otonom’dan: “Tenin Sınırlarının Ötesine” first appeared on Gazete Karınca.

]]>
John Berger ile oğlu Yves Berger’ın sanat üzerine yazışmaları https://gazetekarinca.com/john-berger-ile-oglu-yves-bergerin-sanat-uzerine-yazismalari/ Sun, 23 Feb 2020 07:37:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=174500 HABER MERKEZİ – John Berger ile oğlu Yves Berger’ın sanat ve hayat hakkındaki yazışmalarından oluşan “Top Sende – Sanat Üzerine Yazışmalar” Metis’ten çıktı. Kitabı yayıma hazırlayan isim Müge Gürsoy Sökmen. Kitabın çevirmeni ise Oğuz Tecimen. “Top Sende”de baba-oğul, Albrecht Dürer’den Antoine Watteau’ya pek çok sanatçıyı ele alıyor. Aşağıda, ressam ve toprak işçisi olan Yves’in babasına […]

The post John Berger ile oğlu Yves Berger’ın sanat üzerine yazışmaları first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – John Berger ile oğlu Yves Berger’ın sanat ve hayat hakkındaki yazışmalarından oluşan “Top Sende – Sanat Üzerine Yazışmalar” Metis’ten çıktı. Kitabı yayıma hazırlayan isim Müge Gürsoy Sökmen. Kitabın çevirmeni ise Oğuz Tecimen. “Top Sende”de baba-oğul, Albrecht Dürer’den Antoine Watteau’ya pek çok sanatçıyı ele alıyor. Aşağıda, ressam ve toprak işçisi olan Yves’in babasına Chaïm Soutine’in “Derisi Yüzülmüş Sığır” resmi üzerine notu ile buna karşılık John Berger’ın oğluna Watteau’nun resimleriyle verdiği yanıtı paylaşıyoruz.


“Derisi Yüzülmüş Sığır”, Chaïm Soutine

Fransızcada şöyle bir deyiş var: “Je peux lire en elle/lui comme dans un livre ouvert.” [“Onu açık bir kitap gibi okuyabiliyorum.”] İçeride olana ulaşmak için duyduğumuz o arzuyu ifade etmenin ne güzel bir yolu, değil mi? Yüzleştiğimiz şeyin içerisine ve gizemine ulaşmak. Dış dünyaya, onu kontrol altına almak için değil de bütünüyle parçası olduğumuzu hissetmek için nüfuz etmek istemek. Tenimizde hissettiğimiz tecridi – bedenin korkunç hududunu aşmak…

Chaïm Soutine’in içeriyi okumak konusunda nasıl da saplantılı olduğuna bak! Derisi Yüzülmüş Sığır da kendini açık bir kitap gibi sunuyor…

Sevgiler

Yves


Kitaptan ekran alıntısı

“Tenimizde hissettiğimiz tecridi – bedenin korkunç hududunu aşmak…” Sözlerin ve Soutine beklenmedik bir şekilde bana Watteau’yu ve oyuncularını, soytarılarını düşündürdü. Bu korkunç hududu gizlemek için bütün o kostümler ve uçarılıklar. Arleken Gilles’i ararken Dağ Sıçanı’na rastladım. Karları boylu boyunca görmek için iki ayağı üstünde duran dağ sıçanlarımızdan biri, şehir ahalisini eğlendirmek için bir kutuda şimdi. Sonra Gilles’i, bir de aşağısındaki ve ardındaki eşeği buldum. (Eşek ile dağ sıçanının konuşacak epey şeyi olabilir.) Kostümünün içinde Gilles’in bedeninin hiçbir hududu yok, çünkü biriken onca şaka bedeni çözüp ardındaki gökyüzüne karıştırmış. Bedeni bulut haline geliyor. Manzara gibi resmedilmiş.

Sevgiler

John


The post John Berger ile oğlu Yves Berger’ın sanat üzerine yazışmaları first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yankı Yazgan’ın “Korku Sal Cesur Desinler”i raflarda https://gazetekarinca.com/yanki-yazganin-korku-sal-cesur-desinleri-raflarda/ Mon, 17 Feb 2020 10:10:52 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=173490 HABER MERKEZİ – Psikiyatr Yankı Yazgan’ın “Korku Sal Cesur Desinler” kitabı İnkılap Yayınları’ndan çıktı. Kitap, yazarın son 10 yıl içinde yazdığı yazıları bir araya getiriyor. Psikiyatr Yankı Yazgan’ın son 10 yıl içinde yazdığı yazıları bir araya getirdiği “Korku Sal Cesur Desinler” kitabı İnkılap Yayınları’ndan çıktı. Gülşen İşeri’nin editörlüğünü üstlendiği kitap, kaygılarımızdan eşitsizliğe, zorunlu göçlerden zorbalığa, […]

The post Yankı Yazgan’ın “Korku Sal Cesur Desinler”i raflarda first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Psikiyatr Yankı Yazgan’ın “Korku Sal Cesur Desinler” kitabı İnkılap Yayınları’ndan çıktı. Kitap, yazarın son 10 yıl içinde yazdığı yazıları bir araya getiriyor.

Psikiyatr Yankı Yazgan’ın son 10 yıl içinde yazdığı yazıları bir araya getirdiği “Korku Sal Cesur Desinler” kitabı İnkılap Yayınları’ndan çıktı.

Gülşen İşeri’nin editörlüğünü üstlendiği kitap, kaygılarımızdan eşitsizliğe, zorunlu göçlerden zorbalığa, korkulardan cesarete, savaşlardan barışa pek çok meseleyi, bugünle geçmiş arasında köprü kurarak anlatıyor.

Yazar, tüm bu konuları psikoloji ve beynin temel ilkeleriyle harmanlıyor.

The post Yankı Yazgan’ın “Korku Sal Cesur Desinler”i raflarda first appeared on Gazete Karınca.

]]>