İklim değişiyor ısınıyoruz. Bahar aylarının boyu kısaldı. Bir yer kuraklıktan kıvranıyor, başka bir yeri sel suları basıyor. Tablo iç açıcı değil. Deniliyor ki, bu tabloyu yaratan havadaki karbondioksit (ve diğer gazların) miktarının artması. Fosil yakıt kullanımı yerine alternatif alternatif enerji kaynaklarına yönelinirse sorun çözülecekmiş! Suçlu malum: Fosil yakıtları kullanan tüm Dünya halkları! Küresel ısınmadan hiç sorumlu olmayanlar ile bu sorunu yaratanlar aynı gemide. O zaman soralım: Nasıl oluyor da işlemediğimiz bir suçun cezasını çekiyoruz? Kârların özele, cezanın ezilene yüklenmesi bu olsa gerek!
Deniliyor ki, küresel sıcaklık artışı 2 derece civarında sınırlanacak (ki bunun mümkün olamayacağı konuşulmakta). Bu artış bile su kaynaklarının tükenmesine ve daha bir çok kötülüğe sebep olacak. Öyle ise küresel ısınma denilen şey bir sonuçtur. O zaman gelin nedenine birlikte bakalım.
Şöyle başlayalım; kapitalizm ısıtmadan var olamaz. Toplumu ve doğayı ısıtması onun kâr gücüdür. Kapitalizm ya ısıtacak ya da yok olacak. Böyle bir durumla karşı karşıya isek o zaman soralım: Küresel ekonomiye (sermayenin büyümesine) sınır koymadan küresel ısınmayı nasıl durdurabilirsiniz? Kaldı ki, sermaye büyümesine asla sınır koydurmaz, koyduramaz. Sermayenin büyümesi ile kürenin ısınması eş zamanlıdır. Bu uğurda alınan ve alınacak önlemlerin hepsi göstermeliktir, geçicidir ve sahtekarcadır.
Küresel ısınma demek, başlıktan da anlaşılacağı üzere gökyüzünün özelleştirilmesi demektir. Biraz açalım bunu. 1980‘ler yeni sağ politika ve politikacılarını sahneye çıkarırken devletin sosyal yanını sahneden indirecekti. Sermayenin istenen her yere devlet destekli girişi emek ve doğa üzerinde (özellikle az gelişmiş çevre ülkelerde) büyük tahribatlar yaratacaktı. Böylece yer altı ve yer üstünden sonra gökyüzü de özelleştirme kapsamına alındı. İşçiler, emekçiler, ezilen tüm halklar ile birlikte eş zamanlı olarak doğa ve çevre katliamları artacaktı. Sömürü oranının artması emek ve doğanın eş zamanlı ekonomik ve sosyal yıkımı ile mümkündü.
Bu süreçle birlikte sadece insan – insan, insan – toplum arasındaki ilişkisel bağlar yok edilmedi. Bunun yanında toplum ile doğa arasındaki içsel ve tamamlayıcı köprüler de yıkıldı.
Özelleştirme denen şey, sosyal hakların metalaşması, parasal ilişkilere indirgenmesi, içinin boşaltılarak yok edilmesidir aynı zamanda. Toplum ve doğanın ortak müşterek alanları ile birlikte yaşam bölgelerinin sermaye lehine işgal edilmesidir. Biraz önce belirttiğim gibi bu ele geçirme yeryüzü ile başlamış ardından yeraltı ile devam etmiş şimdi de gökyüzü ile sürmektedir. Hatta böyle giderse güneşin bile özelleştirilmesi söz konusu olacaktır. Bunu söylediğime şaşıranlar için şu notu hatırlatmak isterim. Bundan otuz, kırk yıl önce suyun özelleştirme sonucu pet şişelerde, damacanalarda satılacağını pek düşünmezdik. Ama gelinen nokta malum. Böyle devam ederse yakın bir gelecekte bir damacana su alana bir tüp hava bedava kampanyaları ile karşılaşacağız !
Bugün atmosferdeki karbondioksit salınım miktarını en makul seviyelere indirsek bile yaşanabilir boyuta tekrar dönmesi için 70 – 80 yıl geçmesi gerekiyormuş. Bu sistem içinde kaldıkça bunun teorik olarak bile mümkün olmadığını sanırım tartışmaya bile gerek yok.
Bir noktanın daha altını çizmekte yarar var. Özelleştirme ile birlikte toplum ve doğadan alınanlar, el koyulanlar özelleştirme öncesinde olduğu gibi tekrar devlete geri mi verilmelidir? Devletleştirme, özelleştirmeye karşı savunulmalı mıdır? Devletleştirme yerine özelleştirme sona erdiğinde sosyalleştirme savunulamaz mı? Sormaya devam edelim; gökyüzü özelleştirilmeden önce devlete mi aitti? Eğer öyle ise o zaman devlet bize solumamız için hava, yaşam ihtiyacımız için güneş ışığı temin ediyor demek gerekir ki, bu zaten kavramsal olarak hatalıdır. Özelleştirme sonucu geri alınan ortak müşterekler yerellere ait bir kompozisyonda yeniden şekillendirilebilir. Yerel yönetim, yerelden denetim konumuz sınırlarını aşar. O nedenle şimdilik bu soruları ve önerileri sunmuş olalım.
Doğal varlığın, doğal kaynağa dönüştürülmesinin diğer adıdır özelleştirme. Bu anlamı ile ekonomik bir kategori olarak görülse de ondan daha fazlasıdır. Sosyal, ideolojik ve kültürel hegemonyaları (devletin biçimine ve yapısına göre bu hegemonya bazen resmi ideoloji olarak da baskılar) barındırır. Devletin değişen baskı yöntemlerine (özelleştirme de buna dahildir) karşı farklı, baskı yöntemleri uygulamak gerekmekte. Örneğin ekolojik mücadele olarak özelleştirme konusu bu kapsama girer. Ekolojik mücadelenin bu konuyu yakın bir gelecekte gündemine alacağını düşünmekteyim.
Özelleştirmenin topluma açma değil tam tersine topluma kapama olduğunu artık net olarak görebiliyoruz. Bir şeyin daha farkındayız; özelleştirme halka sunma değil halktan çalmaktır! Gökyüzü yağmalanıyor, çöplüğe dönüştürülüyor. Bugün uygarlık ile kuraklık arasında bire bir ilişki var. Kapitalist sermayedar için kârların erimesi buzulların erimesinden daha önemli. Küresel ısınma denilen şey gökyüzünün çitilenmesinden başka bir şey değildir.
Kapitalist sermayedarın güneşi zapt etmesine karşı, ekolojik mücadelenin güneşe akın etme vakti geldi.