7 Haziran tarihi, iktidarın devletle tamamen uzlaştığı ve yanına MHP’yi alarak Kürtlerin varlığını “beka meselesi” gibi görmeye başladığı eşik olarak kabul ediliyor; diğer bir yönüyle 7 Haziran seçimleri AKP siyaseti açısından paradigmal bir değişimin yaşandığı tarihsel bir kavşak olarak tanımlanabilir. Yaşanan uzlaşmaya rağmen AKP bu tarihten sonra ne mevcut sistemi koruyabildi ne de yeni sistemi oturtabildi. İki sorunlu sistem arasında otoriter (olağanüstü) bir ara rejim ile ülke yönetilse de siyaseten rejimin net bir karakteri, adı ve iddiası yok. Seçimlere gölge düştüğü ve AKP’nin meşruluğunu adım adım kaybettiği bu uzun türbülans hala devam ediyor.
Deyim yerindeyse 7 Haziran’dan sonra kaos-siyaset ilişkisi sıradanlaştı; bu ilişki ile nüfusu idare etme ve yönetme tekniği hala iktidarın elindeki en sağlam aparatlardan biri gibi görünüyor. Kaos-siyaset ilişkisinin en aleni flörtü Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi bugün hala Kürt meselesi ve Kürt demokratik siyaseti hedefe konularak yapılıyor. Yakın tarihli kaos-siyaset dilimlerine bakarsak; İzmir HDP il binasında parti çalışan Deniz Poyraz’ın kahvaltı yaparken katledilmesi, Konya’da aynı aileden yedi Kürdün katledilmesi, İstanbul HDP Bahçelievler saldırısı; bunun yanı sıra, demokratik siyaset alanına ve STK’lara yönelik kesintisiz siyasi operasyonlar, hukukun tamamen Kürt siyasetini dizayn etme aparatı haline getirilmesi, Rojava ve Güney Kürdistan üzerinde kurulan askeri, siyasi ve ekonomik baskıları art arda sıralamak mümkün.
İktidarın ve muhalefetin seçim stratejileri
Kaos-siyaset aparatının hala güncel olduğu, siyasal İslamcıların ve laik Kemalistlerin başını çektiği iki kutuptan birinin tek başına seçimleri kazanamayacağı ve HDP’nin kilit parti olduğu bir atmosferde seçimlere gidiliyor. Hazırlıkların en kritik aşamalarından biri AKP’nin yakın zaman önce seçim yasasında yaptığı değişiklikti. İktidar iç ve dış politika zeminlerini iç içe geçirerek seçim yasasında yaptığı değişiklik ile seçim hazırlığının startını vermiş olsa da hala seçimleri kazanabilecek bir seçim stratejisine veya yeni bir hikayeye sahip değil; en azından bu haliyle seçim kazanması neredeyse imkansız gibi görünüyor; bu nedenle iktidarın çoklu senaryolar üzerinde çalıştığı biliniyor.
AKP, önümüzdeki seçimlerin seçim stratejisini hangi hedeflerin ve vaatlerin üzerine kuracak? Türkiye siyasetinin temel tartışmalarının başında bu soru geliyor. AKP, popülizm tandanslı yeniden bir gerilim siyaseti üreterek güçlü lider, otoriter iktidar teknikleriyle istikrarı sağlama yoluna mı başvuracak; yoksa Ukrayna savaşı öncesinde başlayan ve savaş ile birlikte yükselen barışçıl-mış gibi görülen dış politikadan hareketle orta düzeyde bir kapsayıcılık ile Kürt meselesinde ve ekonomide reformist adımlar atarak yine istikrarlı bir iktidar imajına mı yatırım yapacak? Her iki senaryoya baktığımızda iktidarın şimdilik sadece yurttaşlara “istikrar” vaat etmenin ötesine gidemediğini görmüş oluyoruz.
AKP seçim öncesi birçok hamle yapmaya hazırlanırken muhalefetin de eli armut toplamasa da hala armudun etrafında dolanmayı tercih ettiğini görüyoruz. Muhalefetin önünde de iki yol var: Birincisi hem HDP çizgisine mesafeli durarak hem de iktidarı yeni düzen açısından tehlikeli ve riskli gören bir strateji ile hareket edip, bir “karşı beka söylemi” üreterek kendisini sistemin kurtarıcısı gibi pazarlamaktır. Neo-statükocu Türkçülük ideolojisi ve yeni finans kapital ile barışık, yer yer devlet kapitalizmini yeni bir kurtarıcı otorite gibi sunan, kitleleri reformist adımlarla idare edecek bir hikayeden gıdasını alan bu yerli ve milli pencerenin, eskinin makyajlanmış halinden öteye gidemeyecek kadar bayat bir tat verdiğini şimdiden söylemek gerekiyor. İkinci olasılık ise Kürtlerle barışı yeniden kuran, demokratik değerlere geri dönen ve cumhuriyetin ikinci yüzyılında sırtını evrensel değerlere dayayarak hareket eden demokratik bir cumhuriyet tahayyülü ve ademi merkeziyetçi bir idari yapı üzerine kurulacak olan senaryodur. Muhalefet hala bu konuda yeterince cesur davranamıyor, devletçi kodlardan kurtulamıyor, hala toplumcu bir siyaset etrafında toplanmaktan çekiniyor. Millet ittifakı, HDP’nin 2019 yerel seçimlerinde iktidarın adeta özel mülkü gibi görmeye başladığı İstanbul ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerini kendilerine kazandırdığı gibi statükoyu da hediye edeceğini düşünüyor. Basit bir soru soralım: HDP bunu neden yapsın?
Seçim yasasındaki değişiklikleri nasıl okumak gerekiyor
Yukarıda kısaca özetlediğimiz politik iklimin içinde AKP seçime yönelik mühendislik çalışmaları bağlamında seçim yasasında kimi değişiklikler yaptı. Öncelikle AKP’nin1946’dan bu yana kendinden önceki iktidarların yaptığı gibi, kaybetmeye başladığı için seçim yasasını değiştirdiği üzerine genel bir kanı var; ve bu da tek adam rejiminin çöküşünün ilanı olarak görülüyor. İktidarın barajı düşürmesinin ve seçim sisteminde değişikliğe gitmenin olası diğer nedenlerine bakarsak:
Birincisi, Nasıl ki kurulan yeni Cumhuriyet “Kürt düşmanlığı”[1] üzerinden inşa edildiyse tek adam rejimi de adım adım Kürtleri düşmanlaştırarak kurumsallaşmak istedi; gelinen noktada cumhuriyet rejimi Kürtleri dışladığı için demokratikleşemedi ve mevcut durumda siyaseten çok anlamlı olmayan bir rejim haline gelerek başarısız oldu; aynı “tarihsel hatadan dolayı” başkanlık rejimi de Kürt barışından ve demokrasiden olabildiğince uzaklaşarak meşruiyetini kaybetti ve bu nedenle siyaseten her gün erimektedir; iktidarın seçim yasasında değişikliğe gitmesinin en büyük amacı bu erimeyi yasalarda yapacağı değişikliklerle bir an önce durdurabilmek ve yeniden iktidarda kalmanın yasal yollarını oluşturmak olabilir.
İkincisi, HDP’nin büyümesini önlemek ve siyasi denklemin içindeki siyasal rolünün altını oymaktır; seçim yasasındaki değişikliğin belki de en önemli gerekçesi bu olsa gerek. Şüphesiz 7 Haziran sonrası HDP’yi şiddetle durdurmaya çalışan politik mühendislik, bu sefer kaostan beslenemeyeceğini görünce yasalarla süreci manipüle edip HDP’nin büyümesini engellemeye çalışacak.
Üçüncüsü, “MHP oy kaybettiği için baraj düşürülüyor” senaryosunun anketlerde zaten net bir karşılığı var. Fakat değişikliği sadece buraya bağlamak mevcut gerçekliği basitleştirebilir.
Dördüncüsü, eski sisteme dönüş senaryosu” üzerinde tartışmalar sürüyor. AKP esnek davranabilir ve eski sisteme dönüp yeniden iktidar olma planlarını değişen seçim yasasıyla gerçekleştirebilir.
Beşincisi, “Üçüncü ittifak senaryosu” ile muhalefeti dağıtmak isteyebilir. Bu senaryonun karşılığı zayıf da olsa hala bir karşılığı var.
Kamuoyunda da barajın düşürülmesi “HDP’yi zayıflatma MHP’yi kurtarma” operasyonu olarak yorumlandı. Yasa değişikliği ile küçük partileri diğer üç bloktan biriyle hareket etmeye zorlayan bir yönü de olduğu söyleniliyor. Bu da 1950’lerden beri ortaya çıkmaya başlayan üç siyasi damarın gittikçe daha da görünür olabileceğini gösteriyor. Sonuç olarak seçimlerin serbest ve özgür bir ortamda yapılmasına yönelik muhalefetin hep birlikte alacağı tedbirler ve yapacağı hazırlıklar çok önemli; ancak bu hazırlıklar yapılırken muhalefet, seçim yasası değişikliğini iktidarın seçim mühendisliği övgüsüne düşmeden yapmaya dikkat etmeli; dahası bu değişikliği seçmenleri tedirgin eden bir retoriğe düşmeden aslında iktidarın bir geri adımı, demokratik muhalefetin bir kazanımı olarak yorumlamanın daha faydalı olabileceği söylenebilir.
HDP açısından barajın düşürülmesinin anlamı
Barajın istikrar bahanesiyle, gerçekte Kürtlerin ve sosyalistlerin önüne çekilmiş bir set olduğu biliniyor. HDP geleneğinin, 12 Eylül darbecilerinin bir mirası ve 1983’ten beri demokrasinin büyük utancı olan yüzde on barajını 7 Haziran’da yıkarak anlamsız hale getirmesi demokratik bir zafer ve politik bir başarıydı; barajın düşürülmesi, bu başarıyı tahkim eden yeni bir politik aşamadır; ve HDP bu başarıyla örtüşecek şekilde bir pozisyon alarak, başarıyı “niteliksel bir sıçramanın” taşıyıcısı haline getirmek gibi hayati önemde bir siyasi görevle karşı karşıya olduğunun bilincinde. Buradan hareketle seçim barajının düşürülmesini, iktidarın seçim mühendisliğinin övgüsüne götüren bir paranoyayı derinleştirmekten öte bir “geri adım” olarak okumak daha anlamlı olacaktır.
Bu geri adımın yedisinden yetmişine, kadınıyla erkeğiyle, hapishanelerde sokaklarda her gün bedel ödeyen HDP’lilerin onurlu direnişinin payı büyüktür. HDP seçmeni bu duruşuyla HDP’yi demokratik siyasetin vazgeçilmez aktörü haline getirmiş, öz iradesinden ve sağlam duruşundan taviz vermeyerek bunu tescillemiştir. HDP’nin seçmeninden ve -oy vermese bile- toplumun geniş kesiminden aldığı onay onun en büyük meşruiyetini oluşturmaktadır. Onun için şunu da belirtmekte fayda var: Kapatma ve Kobanê davası başta olmak üzere HDP’ye yönelik kriminal siyaset kaybetmiştir. HDP bu açıdan hiçbir engele takılmadan ve bu meşruiyetten gücünü alarak yoluna en güçlü şekilde devam etmelidir. HDP’nin oy oranlarının tüm saldırılara, provokasyonlara ve baskılara rağmen yüzde on barajının altına düşmemesini ve tabanının barışa, demokratik siyasete olan inancı ve kararlılığını devletin, iktidarın ve muhalefet dinamiklerinin doğru okuması gerekiyor.
Sistem tartışmasına geri dönmek
Sadece seçim yapmakla sistemin ve devletin demokratik dönüşümü mümkün mü? Dahası, Kürt meselesinde başa dönülmüşken, ekonomi, insan hakları, hukuk ve adalet sorunu, KHK, ekoloji, kadın ve emek alanında yaşanan onca tahribat, Aleviler başta olmak üzere halkların ve inançların yaşadığı sorunlar, komşuların kim olduğunun karmaşıklaştığı bir sınır ilişkisi varken, ülkedeki kutuplaşmanın toplum olma özelliklerini anlamsızlaştırdığı bir eşikte asıl soru şu: Güçlendirilmiş Türki Tipi Parlamenter Sistem ile; veya revize edilmiş Türk tipi başkanlık sistemi ile halkın ve ülkenin temel sorunlarına çözüm bulmak ne kadar mümkün?
Kürtler açısından bakarsak; Kürt halkı mevcut koşullarda Türk Tipi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile Türk tipi Başkanlık Sisteminden birini tercih etmek için sandığa gidecek; ancak her iki sistemin kesiştiği nokta Kürtsüzlük! doğal olarak eğer mevcut tablo değişmeyecekse Kürtler, seçimleri ve iktidar değişimini muhalefet ve iktidar arasında geçen yerli ve milli bayrak değişimi olarak görmeye devam edecekler.
Seçimlerden ve seçim yasasındaki değişiklikten öte aslında ülkenin seçim sonrası hangi rejimle yönetileceği konusunda yaşanan muğlaklık seçmeni kararsızlığa, umutsuzluğa ve geleceksizliğe iten temel mesele gibi görünüyor. Sistem sorunu gündelik yaşamın her safhasına damgasını vursa da bu durum genellikle geçiştiriliyor. Oysa bu geçicilik ve idarecilik aklı sistem sorununun üzerini örtmüyor. Kuvvetle muhtemel seçimler yaklaşırken siyasi dinamikler bu hakikatle eninde sonunda yüzleşip doğal olarak daha çok ülkenin hangi siyasal sistem ile yönetileceğine odaklanacaklar.
T24’ te sayın Rıza Türmen’in sistem tartışmasına dair yazdığı yazıda[2] “bir dönemin sona erdiği yeni bir dönemin başlayacağı, yeninin inşa edilme fırsatının doğduğu bir sırada, halka tek sunulacak seçenek yeni bir ambalaj içindeki eski model mi olmalı? diye önemli bir soru sormuştu. Türmen devamında daha kritik bir soru sorulmuştu. Gerçek bir demokrasinin, yeni bir sistemin, yeni bir toplumun inşasını öngören başka seçenekler hayal edemez miyiz? Türmen’in sorduğu sorular çok önemliydi. Ancak sayın Türmen de yazısının sonunda çözümü yine altı siyasal partinin güçlendirilmiş parlamenter rejiminin güçlendirilmesinde görmüştü. Biz yazıyı Sayın Rıza Türmen’in sorusuyla bitirelim: Gerçek bir demokrasinin, yeni bir sistemin, yeni bir toplumun inşasını öngören başka seçenekler hayal edemez miyiz?