Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nın (TEKK) Sri Lanka’nın kuzeyinde yaşayan Elam halkının özgürlüğü için 1976 yılında başlattığı mücadele 40 yıl sürdü. Sri Lanka Hükümeti, Başbakan Mahinde Rajapakse döneminde 2009 yılında Hindistan’ın desteğini alarak soykırım süreci başlattı. Evrensel hukuku hiçe sayan Rajapakse 50 bini aşkın Elamlıyı hunharca katletti ve milyonlarcasını sürgün etti. Tamil Kaplanları’na karşı yasaklı silahlar kullanarak insanlığa karşı suç işledi. Dönemin hükümetinin insanlığa karşı savaş suçu işlemekten uluslararası savaş mahkemesinde yargılanması talep edilmektedir. Irkçılık zehri içirilen yığınlar uzun süre “kardeşlik edebiyatı” yaptıkları bir halkın soykırımı üzerinde tepindiler, sevindiler. Tam da istediğinin hasıl olduğunu zanneden Rajapakse soykırımın üzerine kendisini ölene kadar iktidarda tutacak ırkçı bir sistem inşasına girişti. Elam halkının soykırımıyla kendini kaybeden yığınlar da koşulsuz destek verdiler. Bir halk soykırımdan geçirilmiş ve sorun çözülmüştü artık. Başkanlık sistemi adı altında ülkeyi şirket gibi yöneten Rajapakse, Rusya’daki Medvedev-Putin ikilisi gibi devlet başkanlığı ve başbakanlık makamlarını kardeşi Gotabaya Rajapakse ile dönüşümlü kullanmaktadır.
Devletin şiddet aygıtlarını eline geçiren Rajapakse kardeşler bir yandan ülkenin zenginliklerini zimmetlerine geçirirken öte yandan etraflarındaki elit kesimlere peşkeş çekti. Despotik yönetimi tahkim etmek için tüm özgürlükleri yerle bir ettiler. Parlamento formalite haline geldi ve Rajapakse kardeşler ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle yönetir oldu. Hükümeti kurmak, fesih etmek, tüm bakanlıkların görevini üstlenmek, asker ve polisi kendine bağlamak, parlamentonun yetkilerini devralmak başta olmak üzere istediği her kararı alma keyfiyetine ve yetkisine sahip oldu.
Peki şimdi ne oldu? Elam halkı hala bir yandan soykırım yaralarını sararken öte yandan yeniden örgütlenerek özgürlük mücadelesini sürdürüyor. Sri Lanka halkları içinde soykırım sırasında Rajapakse’yi hunharca destekleyen, “pişman” yığınlar da sokaklarda. Nedeni ise çok basit. Despotizmin getirdiği şiddet, baskı, anti-demokratik uygulamalar, can ve mal güvenliğinin ortadan kalkması, açlık, sefalet, yoksulluk ve işsizlik. Ülkede temel gıda maddeleri, ilaç ve elektrik başta olmak üzere temel insani ihtiyaçlara erişim imkansız hale geldi. Zamlar üst üste gelirken enflasyon patladı, borsa çöktü. İnsanlar fahiş fiyatlara rağmen temel ihtiyaçlarını almak için saatlerce kuyruklarda beklemek zorunda. Akaryakıt krizi ve buna bağlı olarak lojistik zinciri işlemez halde. Halk gıda bulamadığından öğün azaltmak zorunda.
“Sri Lanka’yı kurtaracak güçlü adam” sloganıyla iktidara gelen Rajapakse döviz satın almak için hazinenin tüm rezervlerini sattı ve ne ilginçtir şimdi soykırım sırasında ülke dışına kaçanlara, IBAN atarak yardım çağrısında bulunur halde. Protestolar artarak ülke geneline yayılırken kardeş Başbabakan Mahinda Rajapakse dışında tüm kabine istifa etti. Ülke, iflasını ilan etti. Sıkışan ve ırkçı söylemler dışında hiçbir kaç yolu kalmayan Rajapakse bir yandan IMF’den kurtarma paketi isterken öte yandan halka, direnenlere karşı şiddet uygulama tehdidinde bulunuyor. Kabinesi başta olmak üzere kardeşi dışında Rajapakse’nin yanında duran yok. Ülke zenginliklerini peşkeş çektikleri ise servetlerini çoktan yurt dışına kaçırarak ülkeyi terk etti/ediyor.
Kıssadan hisseye gelince. Sri Lanka kelimesi ve bazı isimleri çıkarın vaziyet tamı tamına Türkiye’nin mevcut halini ve AKP-MHP iktidarını anlatıyor. 2015 yılında Kürtlere karşı topyekun savaşla başlayan süreç birebir aynı. Zaten savaş Gülen Tarikatı tarafından 2010 yılında gündemleştirilen Sri Lanka’nın Elam halkına yönelik soykırımı model alınarak başlatıldı. Neredeyse tüm süreçler aynı parametreler üzerinden yürütüldü. Milliyetçilik ve ırkçılık zehrini zerk ederek yığınların desteğini sağlamak, anayasa ve yasaları değiştirmek, ülkeyi kararnamelerle yürütmek, can ve mal güvenliğini ortadan kaldırmak, ülke zenginliklerini yandaşlara dağıtmak, “güçlü adam ve dünya lideri” hamasetiyle despotik uygulamaları tahkim etmek. Kuşkusuz gelinen aşama da aynı. Zam üstüne zam, enflasyonun patlaması, gıda maddelerine ulaşım sorunu, ekmek kuyrukları, döviz rezervinin tüketilmesi, ilaç sıkıntısı, IBAN atarak halktan yardım talebi ve itiraz edeni baskı marifetiyle tehdit etmek, gözaltına almak ve tutuklamak…
Tek adam rejimi sadece Türkiye’de değil dünyanın neresinde olursa olsun ırkçılık ve milliyetçiliğine dayandığı için sonu mutlak iflastır. AKP-MHP iktidarı iflas merhalesinde debelenmektedir. Ancak Sri Lanka’dan bir farkı var. Çökertme Planı adı verilen topyekûn savaş konsepti Kürt halkının direnişine çarptı. Yola çıktıkları hayalleri kursaklarında kaldı. Bu nedenle Sri Lanka’daki despotizmin mutlak sonucu olan çöküş beş altı yıl daha erken oldu. Yarattıkları ekonomik, siyasi ve toplumsal krizi aşmalarının hiçbir yolu yoktur. Ya gidecekler ya da ellerinde bulundurdukları devletin şiddet aygıtlarını kullanarak iktidarda kalmaya çalışacaktır. Bunun bir ön durağı bugün yaşanıyor. O da Kürtlere karşı savaşı derinleştirmek ve bunun üzerinden geliştirecekleri milliyetçilik ve ırkçılığa dayanarak baskın seçime gitmek.
Evet, AKP-MHP bloğu baskın seçim sürecini 18 Nisan akşamı Federal Kürdistan Bölgesi’ne yönelik kapsamlı saldırıyla başlatmıştır. Buradan devşireceği propagandayı oya tahvil ettiği düzeyde baskın seçim tarihini belirleyecektir. Kürtlere her cepheden yönelecek. Bunu yaparken iki siyasi kesimden güç almaktadır. Birincisi, tarihi Kürt halkının kanına girme tarihi olan KDP ve Barzani ailesidir. Kürt halkının tüm değerlerini ailenin zimmetine geçiren bu talan ve hırsızlık şebekesinin suçları ortaya döküldükçe kendine bir sahip aramaktadır. AKP-MHP iktidarı da Barzani ailesine bu sahipliği vaat ederek Kürt halkına karşı koçbaşı olarak kullanmaktadır. İkincisi, ırkçılığı içselleştirmiş basiretsiz muhalefettir. AKP-MHP’nin hamlesine destek vermek için hemen sıraya girdiler. Savaş üzerinden baskın seçimin nasıl hazırlandığını görmeyecek kadar milliyetçilik zehriyle sarhoş olmuş vaziyetteler. Avanaklar farkına varmadan atı alan yine Üsküdar’ı geçecek.
Bu sürecin en kritik yükü de maalesef yine halkların omzundadır. İktidarın ömrünü uzatmak için giriştiği bu savaşa karşı basiretsiz muhalefettin bir duruşunun olmayacağı sicilinden belli. Türkiye’nin sol, sosyalist, demokratik güçleri, kadın ve gençlik hareketleri, ezilen işçi emekçi sınıfları bu savaşa karşı mücadeleyi yükseltmek durumundadır. Irkçı ve milliyetçiliğin nasıl despotizme meze edildiği, despotizmin yoksulluğu, açlık ve sefaleti nasıl ürettiği, ezilenlerin nasıl bir cehenneme sürüklendiği, ülkenin nasıl soyularak iflasa sürüklendiği halklara, işçi, emekçi bilcümle ezilenlere anlatmak ve bunun üzerinden mücadeleyi geliştirmelidir. Kürt halkına karşı savaşın, yaşanan çöküşü kısa süreliğine perdelemesine izin verilmemelidir. İktidarın bu kanlı senaryo üzerinden baskın seçimle bir dönem daha iktidarda kalması Sri Lanka’da olduğu gibi kendisine destek verenler başta olmak üzere tüm halklar için acılı bir süreci getirecektir.
Özellikle Kürt halkı bu süreci iyi okumalıdır. İktidarın politikaları kadar KDP ve Barzani ailesinin içine girdiği pozisyonu da görmeli. Buna karşı net tutum geliştirmek zorundadır. KDP, son yıllardaki politikaları başta olmak üzere son girişimi Kürt halkını arkadan hançerlemektir. Şu bilinmeli ki Barzani ailesi yarın talan ettiği milyar dolarlarla edindiği yurt dışındaki saraylarında hiçbir şey olmamış gibi yaşayacaktır. Geçmişi halkı katliama teslim ederek kaçma örnekleriyle doludur. Bu politikalarına karşı net tutum almayan, teşhir etmeyen, tepki göstermeyen her Kürt yarın dizini dövecektir. Zaman tutumsuz, tepkisiz ve mücadelesiz kalma zamanı değildir.