Yağışların azaldığı ve kuraklık riskinin yükseldiği bir kış mevsimi yaşıyoruz. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye geneli aralık ayı yağışları normalinin ve geçen yıl aralık ayı yağışlarının altında gerçekleşti: “2022 yılı Aralık ayı yağışı 36.3 mm olarak gerçekleşirken yağışlarda normaline göre %52, geçen yıl aralık ayı yağışlarına göre %57 azalma kaydedilmiştir.”
Su zengini olmayan Türkiye için kuraklık her ne kadar yeni bir tehdit olmasa da, bugün küresel iklim krizi ile birlikte bu risk artıyor.
Yağışların azalması mı gıda krizine yol açıyor, yoksa yanlış tarım politikaları mı? Peki, kuraklık üretimi nasıl etkiliyor? İlkim kriziyle birlikte düşündüğümüzde önümüzde nasıl bir tablo var? Bu sorularımızın yanıtlarını tarım yazarı Abdullah Aysu’dan dinledik.
‘Küresel iklim krizi, gıda krizi ve tarım politikaları birbirini etkiliyor’
Gıda krizinin tüm açılardan ele alınması gereken bir mevzu olduğunun söyleyen Aysu, “Çünkü birbirini etkileyen birçok nokta var” diyor ve bu noktaları da şöyle anlatıyor:
Öncelikle gıda krizinin temel nedenlerinden birisi endüstriyel tarım. Endüstriyel tarımın gıda girdileri konusunda dışa bağımlı olması. Bu dışa bağımlıkta üretim girdilerini dışardan temin etme yoluna gittiğiniz zaman eğer ülkeyi de iyi yönetemiyorsanız, o zaman dövizin yüksekliği doğrultusunda fiyatların da yükselmesi kaçınılmaz hale gelir. Bu durum da hem çiftçiyi hem de tüketiciyi zor durumda bırakacaktır. Kazançlı çıkacaklar olanlar, üretim girdisini satan küresel tarım ve gıda şirketleri olacaktır. Bundan kaynaklı olarak ortaya çıkan krizi ithalatla çözmeye yöneldiğimizde de ithalat şirketlerinin bir kazancı olacaktır. Mağdur olan kesim çiftçi ve halk olacaktır.
Sözlerine ‘üretim girdileri üzerinden, üretim modeli üzerine gitmek gerektiğini’ de ekleyen Aysu, şöyle devam ediyor:
Üretim modeline baktığımızda gıdanın üretimi, pazarlanması ve de işlenmesine şu anda yaşadığımız küresel gıda krizinin, iklim krizinin yüzde 47 ile yüzde 57 arasındaki nedeni. Bu nedenle üretim modeli her iki tarafı da kesen ve çözülmesi gereken bir durum bunu çözemediğimiz sürece bu işin içinden çıkmak pek mümkün olmayacak.
‘Ekoloji sınır tanıyan bir şey değil’
Durumun artık küresel krize dönüştüğünü, gıda, iklim, ekoloji ve de finans alanlarının hepsinin birbirini beslediğini ve büyüttüğünü ifade eden Aysu, “Bu şartlar altında küresel şirketler kazanıyor, halkın da yoksullaştığı aynı zamanda yoksunlaştığı bir süreci yaşıyoruz. Bu nedenden dolayı küresel bir ortamda yaşıyorken kalkıp bunu Türkiye’de çözersek bu iş biter mi diye değerlendirmemek gerekiyor. Çünkü bitmez” diyor.
Ekoloji sınır tanıyan bir şey değil. Sınır insanlar tarafından konulmuş ve belirlenmiş bir şey. Bir gezegen var elimizde ve bu gezegen yaptığımız yanlışlardan dolayı reaksiyona giriyor ve bunun sonucunda olumsuzluklarını size yansıtıyor. Bu duruma küresel bir bakış açısı da getirmemiz gerekir. Ama bu küresel bakış açısını getirirken bunun yanında yerel bir mücadeleyi mutlak süratle organize etmek gerekir. Bu yerel örgütlenmelerin küresel bağlarını kurup küresel şirketlere, bunun müsebbiplerine karşı bir pozisyon tutmak ve mücadele etmek gerekiyor.
‘Endüstriyel tarım, iklim krizini kartopu gibi büyütüyor’
Türkiye özelinde, ülkenin II. Dünya Savaşı’ndan beri endüstriyel üretim biçimine kaydığını söyleyen Aysu, “Şimdi de bir üst versiyon olan dijitale geçilmek isteniyor. Bunların hiçbiri küresel iklim krizini azaltan ya da azalmasına katkı sağlayan durumlar değil. Tam tersine onu sürekli büyüterek kartopu şeklinde götüren bir durum” diye aktarıyor.
Kimyasal üretim girdilerindense doğal tarıma geçmeyi talep etmek lazım. Aynı zamanda gıdanın temininde de bunu yerelde ihtiyaç karşılayan ve de yeterliliği yakalamaya çalışan politikalar üretmek gerekir. Böylelikle küresel iklim krizine katkı koymak yerine bu krizi soğutacak şartlar oluşturmamız gerekir.
‘Türkiye su zengini bir ülke değil’
Endüstriyel tarım tarzının, iklim krizini beslediğini söyleyen Aysu, bu durumu şu şekilde örneklendiriyor:
Mesela hibrit tohum kullanılıyor. Hibrit tohum, su verdiğiniz zaman ürün ve yüksek verim veren bir tohum türü. Ve suya çok ciddi ihtiyaç oluşturuyor, Türkiye de su zengini bir ülke değil. Kimyasal gübre kullanımı yapılıyor. Kimyasal gübrenin de bitki tarafından alınması için gene suya ihtiyaç duyuluyor. Yani ya yağış olacak ya da siz dışarıdan su vereceksiniz.
Hayvancılıkta da benzer bir biçimde sığırlarda, kültür ırkına geçiş oldu. Kültür ırkları da yerel sığırlara göre yaklaşık 20 kat daha fazla su tüketimine ihtiyaç duyuyor. Ayrıca yemin hammaddesini dışarıdan alıp işlemek gerekiyor. Bu durum bir yandan fiyat yükseltirken diğer yandan mesafe ile küresel iklim krizini tetikliyor. Sonuç olarak suya ciddi anlamda ihtiyaç duyma durumunu oluşturuyor. Diğer yandan da küresel iklimi de sürekli istikrarsızlaştıran bir yönde yol alıyoruz. Küresel iklimi toparlayabilmemiz için tarımı da üretim modelini de değiştirmek gerekiyor.
‘Gıda krizleri kapıyı çalıyor’
Aysu, suyun tarımdaki katkısının yüksek olduğunu fakat geleneksel tarımdan kopup endüstriyel tarıma geçerek ve endüstriyel tarımın kontrolünü de şirketlerin belirleyiciliğine terk edip, bu şirketlerin ithalat ve ihracat ihtiyaçlarına göre bir planlama yapılmasının daha fazla su kullanmayı beraberinde getirdiğini aktararak şöyle devam ediyor:
İklim de istikrarsızlaşınca, gıda krizleri kapıyı çalıyor ve bu kriz mutfağa destursuz olarak giriyor. Ne yapmak lazım peki? Tarımsal üretimde ürüne, bitkiye su götürmemek lazım. O iklimin yağış biçimine denk düşen çeşitleri üretmek lazım. Su kanallarıyla suyu çok uzak yerlere taşımadan, suyun olduğu yerde, suya ihtiyaç duyan ürünler yetiştirilmeli.
Hayvancılık konusunda da Türkiye’nin iklimi sığır yetiştiriciliği değil koyun yetiştiriciliğini öngörüyor. Çünkü Türkiye iklimi yüksek boylu ot yetiştirmeye müsait değil ve sığırlar yüksek boylu ota ihtiyaç duyar. Koyun yetiştirmek yerine sığır yetiştirirseniz eğer sığırları kapalı ortamda yetiştirmek zorunda kalırsınız. Bu durumda da yem hammaddeniz yeterli olmaz. Çünkü içeride beslenen kültür ırklarının ülkedeki yerel ırklara göre 20 kat daha fazla yem talebi oluyor. Evet daha fazla verim alabilirsin ama daha fazla beslenme ihtiyacı karşılandığı taktirde o verimi alabiliyorsun. Gıda teminleri için mısır yetiştirmeniz gerek mesela ve mısır su isteyen bir ürün. Yani Arjantin ya da Amerika’nın üretmiş olduğu mısırı ithal etmen gerekir. Bu durumun da doğada bıraktığı karbon ayak izi ve iklime etkisinde ciddi sorunlar olduğunu görebiliriz.
‘Küresel şirketler belirleyici konumda’
Aysu, “İşlenmiş ürünlerin geliş biçimi, dışardan satın aldığımız meyve ve sebze… Bunların hepsi için geçerli bir durum bu. Bu durumlar ciddi biçimde küresel iklimi etkiliyor. Yani öncelikle küresel iklim değişikliğinin önüne geçmemiz lazım” diye devam ediyor.
Edindiğim bilgilere göre şu anda İç Anadolu’da buğdayları suluyorlar. Bu durum, süreç içerisinde bu tarım topraklarını tarım toprağı olmaktan çıkarılmasına neden olacaktır. Çünkü sürekli yeraltı suları kullanılıyor ve bu yeraltı sularının olduğu hatlar boşalıyor ve böylece çökmeler oluşuyor. Yani obruklar oluşuyor. İç Anadolu’da ciddi bir obruklaşma söz konusu şu anda. Durum böyle olunca tarımdan kopma başlıyor. Eskiden 50 – 60 metreden çekilen yeraltı suları artık 300 – 400 metreden çekiliyor. Hükümet eliyle uyguladığımız bu yanlışların, küresel şirketlerin belirleyiciliğindeki tarım ve gıdanın kendisi bizi bu noktalara sürüklüyor.
‘Politikalar değişmeli’
Aysu son olarak, iklim krizi ve gıda krizi konularında hala geri dönüşü olabilecek noktada olduğumuzu ifade ediyor ve şöyle devam ediyor:
Türkiye’de iklim durumu için halen birtakım önlemler alınabilir. Tarımı şirketlerin belirleyiciliğine bırakmadan ülke halkının ve çiftçinin lehine düzenlemeler yaparak ve bu doğrultuda politikaları geliştirilerek destekleyerek çözebiliriz. Ama bu politikalar dahilinde devam edilirse, ileride ne ile karşılaşacağımız konusunda ciddi bir umutsuzluğum var. Ayrıca bu kuraklığa uygun yetişecek ürün yelpazesinde bir çalışma, ıslah konusu da pek yok gibi. Bu konudaki çalışmalar da yetersiz. Sorunlar önlenemiyorsa bile ileriye dönük olarak gıda krizi nasıl önlenir buna dair çalışmalar yapılmalı.