Yıllar önce Türkiye’nin birçok yerinden birçok kadın kooperatifinin katıldığı bir kadın kooperatifleri konferansına katılmıştım. Konferans, ağırlıklı girişimcilik, kooperatifçilik, yoksullukla mücadele alanında faaliyetler yapan bir kadın kurumu tarafından düzenlenmişti. Bakanlık görevlileri, çeşitli firmaların CEO’ları ve rol model zengin-girişimci-güçlü kadınlar, salonu dolduran kooperatifçi kadınlara piyasada tutunmak için neler yapmaları gerektiğini anlatıyorlardı. Örneğin sermaye sınıfından bir kadın, bu henüz güçlü ve girişimci olamamış kadınlara “Artık tarhana, turşu filan yapıp satmaktan vazgeçin, organik niş ürünlere yönelin.” önerisinde bulunuyordu. Çünkü bakanlık dâhil birçok yapının teşvikiyle kadın kooperatiflerinin ana faaliyeti evde yapılan gıda ürünlerinin devamı haline gelmişti ama piyasada o yoğunlukta bir üretime talep yoktu. Ünlü bir restoranın CEO’su da ‘destek’ amacıyla kadın kooperatiflerinden ürün aldıklarını ama ürünlerde bir standart olmaması nedeniyle sıkıntı yaşadıklarını dile getiriyordu. Sonuç olarak mesaj şuydu: Çok çabalarsanız siz de girişimci-güçlü kadınlar olabilirsiniz, ama piyasa kurallarına dikkat etmelisiniz.
Bu mesaj, neoliberalizmin yarattığı tahribatları yoksulların sırtına yıkan ve yoksulların kendilerini kurtarmalarını salık veren birçok mekanizmanın temel harcını oluşturuyor aslında. Bu, örneğin 2001 krizinden sonra Diyarbakır’da uygulamaya konulan ve daha sonra Türkiye genelinde yaygınlaşan Grameen tipi mikro finans programıydı. Yoksul kadınları ve yoksulluğu iç bayıltıcı derecede romantize edip bankaları, hayır sever zenginleri, sermaye gruplarını seferber ettiler. AKP kurmayları şubelerin açılışından açılışına koşturdu durdu. Benzer nedenle STK projeleri de popüler hale geldi.
Son yıllarda ise kadın kooperatifleri gündemde. Örneğin 2018’de ilan edilen 100 Günlük İcraat Programı’nı takiben Türkiye’nin her yerinde kadın kooperatifleri üzerine yüzlerce çalıştay ve eğitim düzenlendi, yüzlerce yeni kadın kooperatifi kurduruldu. Ticaret Bakanlığı’na bağlı kadın kooperatiflerinin sayısı sırasıyla 2012’de 61, 2020’de 511 iken 2021’de 776’ya yükseldi.[i] Kadınların kooperatifçilik ve girişimcilik yoluyla istihdama katılması hedefi ayrıca 2019-2023 Kalkınma Planı’nda da vurgulandı. 2021’in sonlarına doğru bakanlıkların işbirliği ile Kooperatifler Yoluyla Kadınların Güçlendirilmesi Projesi başladı ve belirlenen pilot illerde uygulamaya konuldu.
AKP’ye göre kadın kooperatifleri işsizliği önleyecek, yoksullukla mücadele edecek, sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kalkınma sağlayacak, istihdamı yükseltecek, bölgesel eşitsizlikleri azaltacak bir araç, adeta bir sihirli değnek. Bir diğer önemli konu, kadın kooperatiflerine yerel düzeyde sosyal hizmet sağlama işlevinin yüklenmiş olması. Yani sosyal politikaları, özellikle bakım hizmetlerini özelleştirdikleri yetmiyor, bir de az maliyetli diye kooperatifler aracılığıyla kadınların, özellikle yoksul kadınların sırtına yüklüyorlar. Peki, bu kadar görev ve işlev atfedilen kadın kooperatifleri kadınlara düzenli, güvenceli, emekliliği olan işler getirecek mi? Bunun cevabı yok, ama girişimci olup güçlenecekleri kesin, iddia o yönde.
İktidar yapıları yoksullara ve kadınlara yönelik kurguladıkları bir ekonomi modelinde sıklıkla normatif çerçeve kurarlar. Hedef yoksulları ve emek piyasasından dışlanan grupları ‘üretken’ haline getirmektir, ama bunun aynı zamanda sosyal güçlenme hedefi de olmalıdır, toplumu kalkındırmalıdır, dayanışmayı güçlendirmelidir, umudu ekmeli sevgiyi yeşertmelidir filan. AKP tarafından uygulanan Kadınların Kooperatifler Yoluyla Güçlenmesi Projesi de “kadınların güçlenmesi için el ele”, “yardımlaşma ve dayanışma kültürümüz”, “el birliği güç birliği” gibi söylemlerle ön plana çıkıyor. Kadınları ücretli emek gücüne standart işçiler olarak katmak yerine bu tarz sosyal ve ekonomik amaçların sentezlendiği, yüksek perdeden konuşan ama ne getirdiği tam olarak bilinmeyen, herkesin seferber olduğu mekanizmalara on tane görev ve işlev yükleyerek katmak bu bağlamıyla bir ideolojik tercih.
AKP başından beri kadınların işgücüne ve istihdama katılımını böyle bir çerçevede kurdu. Kadınların esas ve öncelikli rolü annelik, doğurganlık ve hizmetçilik/bakıcılık olarak görüldüğü için buna uygun çalışma biçimleri geliştirildi. Mikrokredi, toplum yararına çalışma, girişimcilik, kooperatifçilik, kendi hesabına çalışma vb. modellerin bu kadar ısrarla, resmi kanallardan yaygınlaştırılmasının nedeni bu. Çünkü bu tarz işlerin kadınların ücretsiz ev içi işleri ve bakım emeği ile uyumlu olduğu varsayılıyor. KEİG’in kadın kooperatifleri araştırması tam da bu nedenle kooperatiflerde çalışan kadınların yaptıkları işi ‘gerçek’ bir iş, kooperatifi bir istihdam alanı olarak göremediklerini ortaya koyuyor.[ii] Esnekleşme ve eğretileşmenin kadınlar açısından en önemli sonucu bu tarz atipik ve geleceği belirsiz işlerin yaygınlaşması, bunun da piyasada yeni bir katmanlaşmaya yol açmasıdır.[iii] Dayanışmaya, güç birliğine verilen referans ile aslında toplumsal hareketlerin kavramları çarpıtılıp piyasaya tercüme edilirken, bu örnek özelinde, kadınların ekonomik faaliyetleri bir kez daha ikincil hale getiriliyor. Kısmen Avrupa Birliği ya da BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gibi uluslararası kuruluşların verdiği hibelerle sağlanan destekler iyilik söylemi üzerinden sunuluyor ve projeye dönüştürülüyor. Yıllardır kadın istihdamını artıracağız diyerek geldikleri nokta sürekli gerileyen bir istihdam oranı, mevcut istihdamın ise ağırlıklı olarak enformel, düşük ücretli ve düzensiz işleri içermesi.
Ancak kooperatif meselesini karmaşık hale getiren bir durum var. Bir yandan CHP belediyeleri de İYİP de kadın kooperatifi kuruyor. Kayyumlar atanmadan önce DBP/HDP’li belediyeler de kadın kooperatiflerini destekliyordu. Yine toplumsal hareketler içinde de antikapitalist bir dayanışma ekonomisi modeli olarak görüldüğü için olumlanıyor. Bu konudaki fikrimi çeşitli vesilelerle söylediğimde “Sen kooperatiflere niye bu kadar karşısın?” diyor bazı arkadaşlar. Karşı olmadığımı, ama günümüzde bunun bir kadın istihdamı modeli olarak kurgulanmaması gerektiğini, bunun bir sonuç getirmeyeceğini söylüyorum.[iv] Birincisi, Türkiye gibi kadınların ücretli çalışmaya katılma oranının hem bu kadar düşük hem de emek piyasasının cinsiyete göre yatay ve dikey olarak keskin bir şekilde bölündüğü, yani kadın işi-erkek işi ayrımının olduğu, kadınların belli işlere sıkıştırıldığı, norm istihdamın erkek istihdamı olarak yerleştiği bir yerde kooperatifçiliği salt kadınlar üzerinden kurgulamak bu bölünmeyi büyütür. İkincisi, kooperatiflerdeki faaliyetlerin ağırlıklı olarak kadınların ev içi işleri ve bakım emeğiyle bağlantılı olması, düzensiz, güvencesiz, düşük gelirli işlerden oluşması emeklilik sorununu ortaya çıkarırken kadınların işçileşmesini engeller. Bu, erkeklerin fabrikalarda ya da ofislerde tam zamanlı işçiler olmaya devam ederken ve bu temelde kapitalizme karşı sendikalaşıp örgütlenebilirken, kadınların kadın işi alanlarına iyice sıkışması, gelirlerinin ikincil gelir olarak görülmesinin devam etmesi demektir. Kimisi buna, kadınların kapitalizmin çarklarında daha az ezileceği gibi bir yorum yapabilir, ama bu durum kadınların eve, aileye, evdeki erkeklere daha fazla bağımlı olması sonucunu getirir. Ayrıca bir kooperatifi dayanışma ekonomisi olarak kurgulamak ve böylelikle kapitalizm dışında işeyeceğini varsaymak, üretim yapan kadın kooperatiflerinin üretimi ve mübadele işlemini mevcut piyasa koşullarında yapmak zorunda kaldığı gerçeğini değiştirmez.
Elbette hiçbirimiz ücretli emek sömürüsüne bayılmıyoruz ve nihayetinde bunun ortadan kalkmasını istiyoruz ama bu olana kadar hayatımızı geçindirmeye yarayacak işler neden sadece erkeklere ait olsun? Belli işler neden kadınlara kapalı olsun? Neden taleplerimizden vazgeçelim? Ayrıca alternatif kurguluyorsak bunu neden cinsiyetli bir şekilde, yani kadınlar üzerinden yapalım? Kapitalizme ve neoliberalizme karşı alternatif ekonomi modellerini yaratmayı sadece kadınların sorumluluğu olarak görmemeliyiz, zaten yeterince yükümüz var.
Son olarak, iktidar nezdinde bu tarz programların işsizliği ve yoksulluğu yönetme aracı olarak kullanıldığını, özellikle kriz dönemlerinde daha fazla ön plana çıkarıldıklarını unutmamak gerekiyor. Her kriz anında iflas eden, yerine yenisi kurgulanan, yine iflas eden ve nihayetinde kadınları bir kısır döngüye sıkıştıran bir durum bu. Bu teşvikler sonucunda büyük umutlarla kooperatif açan ama kısa bir süre sonra borç içinde kalıp kooperatifi kapatmaya yetecek parası bile olmayan kadın grupları var. Umarım seçime doğru giderken kadın kooperatifleri yine kapanın elinde kalan bir konu haline gelmez de iktidara talip olduğunu söyleyenler hem sosyal politikalar hem de kadınların emek gücüne katılımı konusunda daha geniş kapsamlı politika önerileri geliştirebilirler.
[i] Ayşe Gönüllü Atakan ve Aslı Çoban, Türkiye’de Kadınların Kooperatifler Yoluyla Güçlenmesi: Yasal ve Yapısal Stratejiler Raporu, Uluslararası Çalışma Örgütü/ILO, 2022, https://www.ilo.org/ankara/publications/WCMS_855923/lang–tr/index.htm
[ii] KEİG, Türkiye’de Kadın Kooperatifleşmesi: Eğilimler ve İdeal Tipler, 2015, http://www.keig.org/wp-content/uploads/2016/03/koopwweb.pdf
[iii] KEİG, Çalışma Yaşamında Eğretilik, Eğreti İstihdam ve Atipik İstihdam İlişkisi, 2015, http://www.keig.org/calisma-yasaminda-egretilik-egreti-istihdam-ve-atipik-istihdam-bicimleri-eylul-2015/
[iv] Gerçi karşı da olabilirdim. Mesela Hülya’ya (Osmanağaoğlu) sorduğunuzda, “Ben kooperatif sevmem, zaten Lenin de kadınların işçileşmesini isterdi.” gibi daha net bir cevap veriyor.
Semiha Arı kimdir?
Feminist aktivist ve bağımsız araştırmacı. Doktorasını 2018 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. 2021 yılında Güney Afrika’da Wits Üniversitesi Eşitsizlik Çalışmaları Güney Merkezi’nde (Southern Centre for Inequality Studies) misafir araştırmacı olarak çalıştı. Feminist mücadele içinde yer almaya, kadın emeği ve kadın örgütlenmesi konularında çalışmaya devam ediyor.