Dünyanın dört bir yanında yükselişte olan muhafazakâr sağ; natrans kadın, LGBTİ+, queer, non-binary kişi ve grupları hedef almaya, bedenlerimiz ve hayatlarımız üzerinde hak iddia etmeye devam ederken, bizler de isyan ve dayanışmamızı büyütmeye devam ediyoruz. 25 Kasım, Amed ve İstanbul başta olmak üzere pek çok yerde polis müdahalesiyle karşılaşmış olsa da o güne bir kez daha damgasını vuran erkek-devlet şiddetine, kapitalizme ve kolonyalizme karşı haykıran eylemlerimiz oldu.
Bu yıl, Alliance Of Internationalist Feminists Berlin’in* “Gelecek Bizim – Öfke, Direniş, Devrim” çağrısıyla Berlin Rosa Luxemburg Meydanı’nda bir araya gelen sayısız FLINTA**, uluslararası direniş ve dayanışmanın sınır tanımadığını ilan ederek aralarında Destdan Kürt Kadın Meclisi (Kurdish Women’s Council), Ezidi Kadın Meclisi (Ezidi Women’s Council), Kjar, Feminists 4 Jina, RAWA, Filistin Konuşuyor (Palestine Speaks), Ararat Kolektif (Ararat Collective), Kolombiya Kolektif, 19 Şubat Hanau İnisiyatifi’nin de bulunduğu on dokuz grubun desteğiyle eylemdeydi. Bütün bu grupları 25 Kasım’da ulusötesi feminist bir topluluğun şemsiyesi altında bir araya getiren şey, yalnızca kadınlara yönelik şiddet değil; kimi zaman hayatta kalmanın dahi direnişe dönüştüğü yaşamlarımızı kesen fiziki, ekonomik, toplumsal, hukuki ve yapısal şiddeti deşifre etme ve bozguna uğratmaya yönelik feminist irade.
Eylemde, İran’da devlet tarafından katledilen Jîna Mahsa Amini için atılan Jın Jîyan Azadî sloganlarının kolonyalizme, kapitalizme ve patriyarkaya direnen Kürt kadınların zılgıtlarına karıştı. Eylem, yalnızca Kürt Kadın Hareketi için değil ulusötesi feminist mücadelede büyük bir yeri olan 9 Ocak 2013’te Paris’te öldürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in flamaları, Almanca, İngilizce, Kürtçe, Arapça, Farsça, İspanyolca, Türkçe ve daha nice dilde yazılmış döviz ve pankartlar eşliğinde Alliance Of Internationalist Feminists Berlin‘in eylem bildirisini okumasıyla başladı. Türkiye ve Kürdistan’da 8 Mart ve 25 Kasım eylemlerinden fazlasıyla aşina olduğumuz cis-hetero erkeklerin eylemde yerinin olmadığı uyarısıyla açılan bildiri, ırkçılık, trans düşmanlığı, cinsiyetçilikle mücadelede anti-kolonyal, anti-kapitalist, anti-patriyarkal ve anti-emperyalist tavrın önemine değinse de protestonun merkezinde natrans kadınların, trans ve interseks bireylerin öz-savunma ve öz-örgütlenme deneyimi vardı.
Bu deneyimlerden hareketle, son yıllarda İngiltere, Amerika, Türkiye başta olmak üzere sokakta, akademide, sendikada, dernekte, eğitimde, kısacası yaşamın her alanında yükselişe geçen transfobi ve transfobiyle mücadelenin önemi de eylemin başlıca konularından biri oldu. Almanya’da da kendisine çokça taraftar bulan transfobik eylem ve söylemlerin faşizmin tezahürü olduğunu deyim yerindeyse bas bas bağıran grup, trans düşmanlarının ne eylemde ne de feminist mücadelede yeri olduğunun altını çizdi. Bununla birlikte seks işçiliğini, emek mücadelesinin bir parçası olarak görmeyenlerin ve son olarak hangi renkten olursa olsun BIPoC*** göçmen ve mültecilere feminizm dersi vermeye kalkan ırkçıların da Rosa Luxemburg Meydanı’nı terk etmesi talebi bir kez daha yüksek sesle haykırıldı.
Savaş değil, savaş suçu!
Kürdistan ve Beluçistan’da katledilen, gözaltında ve hapishanelerde işkenceden geçirilen ve cinselleştirilmiş şiddete maruz bırakılan tüm çocuk, kadın, LGBTİ+’lar adına İran rejiminin kınanmasıyla devam eden eylemin en önemli itirazlarından biri bunun bir savaş olmadığı, aksine savaş suçu olduğunun vurgulanmasıydı. Dahası Rojava’ya yönelik saldırıları sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin direnişçi güçler karşısında kurulan ırkçı, muhafazakâr, patriyarkal ve kolonyalist hattın kurulması ve sürdürülmesindeki yerine değinen konuşmalar böylelikle meseleyi küresel ve bölgesel denklemin içine oturtmuş oldu. Devletlerin birbiriyle ortaklaşa girdiği ve işlemekten çekince görmediği savaş suçları karşısında Sudan’dan Gezi’ye, Rojava’dan Filistin’e, Afganistan’dan İran’a, Jın Jîyan Azadî çığlıklarıyla direnişçi güçlerin selamlanması, Küresel Güney’de ezilenlerin dayanışmasının, feminist öfkeyi eyleme dökerek devrime dönüştürecek iradenin de isteğinin de olduğunun büyük bir göstergesi.
Feminizmimiz kesişimsel olmak zorunda
Bu eylemin uluslararası Alliance Of Internationalist Feminists Berlin tarafından örgütlenmiş olması birkaç açıdan önemli. Bunlardan ilki feminist bir örgütlenme tarafından er(k)il şiddet ve sömürgeciliğin körüklediği militarist muhafazakar iktidarlara karşı barış ve toplumsal adalet çağrısının yükseltilmiş olması. Barış ve adalet talebinin, özneliğimizi ve öznelliğimizi vurgulayarak, kesişimselliğin ön plana çıkartılması kadın, LGBTİ+, non-binary, queer yaşamların kadına yönelik şiddetle barış talebi arasındaki ilişkinin altını çiziyor. İster Afganistan’da Taliban isterse Kolombiya, Filistin, Sudan ya da Kürt serhildanları olsun devletlerin ırkçı, cinsiyetçi kolonyal fantezilerine en büyük direniş bizlerden gelmeye devam ediyor.
Bir diğer önemli boyut ise siyaseti devletler ve AB türevi uluslararası yapılanmalar üzerinden okuyan ve tepeden inmeci, elitist bir düzeyde cereyan ettiği illüzyonuna sebep olan söylem ve politikaların; aslında bizlere doğrudan değdiğini, gündelik hayatımızı nasıl da tahakkümü altına almaya çalıştığını gösterip direniş ve dayanışma repertuarlarımızın bizleri ayıran değil, birleştiren şey olduğu vurgusu.
Son olarak değinmek istediğim şey ise, eylemin yalnızca geçmişle ve Almanya’nın kolonyal geçmişiyle yüzleşme meselesine değil, Almanya ve benzer güçlerin kolonyal şimdisine ve onun feminizmle bağlantısına dair. Geçtiğimiz birkaç yılda sık sık Almanya kamuoyunun gündemine giren bir mesele var: Cadde isimlerinin değiştirilmesi. Almanya yasaları uyarınca, caddelere verilen isimler, kişileri onore etmek anlamına geliyor. Afrika’nın sömürülmesinde gösterdikleri “üstün başarılarından” ötürü isimleri caddelere taşınan Adolf Lüderitz (Lüderitzstrasse), Carl Peters (Petersallee) ve Gustav Nachtigal (Nachtigalplatz) akla gelen ilk birkaç örnek. Tıpkı Kürdistan’da işledikleri savaş suçları sebebiyle isimleri sokaklara, okullara, kışlalara verilenler gibi, bu isimler de kolonyal şiddete maruz bırakılanların her sokağa çıktıklarında bir hatırlatıcı olma işlevi görüyor. Bununla birlikte sömürge karşıtı direnişi örgütleyenler ve bunu gündeliğin bir parçası haline getirenler ya da getirmek zorunda bırakılanlar için ise şimdiyi düzenleyen ve gelecek tahayyülünü şekillendiren nesnelere dönüşüyor sokak tabelaları.
Eylemin gerçekleştiği meydan da hem Almanya’nın hem de Avrupa’nın siyasi tarihinde önemli bir yer tutuyor. Hitler’in şansölye olmasından hemen önce Nazilere karşı gerçekleştirilen son büyük protesto bu meydanda yapılmıştı. II. Dünya Savaşı’nın ardından Doğu Almanya idarecileri tarafından önce Friedrich Ebert’in talimatıyla Rosa Luxemburg ile birlikte öldürülen Karl Liebknecht’in adı verilerek Liebknechtplatz olmuş daha sonrasında ise Rosa Luxemburg’un adını almış. Meydanda kadın, yaşam, özgürlük diye bağıran, dayanışması ulus-devletin sınırlarını aşan ve bizleri irili ufaklı ağlarla birbirine bağlayan feminist mücadelenin burada zuhur etmiş olması bu açıdan oldukça manidar.
*Alliance Of Internationalist Feminists Berlin, kendisini kadın ve/veya trans olarak tanımlayan birbirinden bağımsız grupların, ağların ve bireylerden oluşuyor. Feminizm anlayışlarının kesişimsel olduğunu vurgulayan grup, kendisini ırkçılık, kolonyalizm, kapitalizm, patriyarka ve emperyalizm gibi güç yapıları ve ilişkilerine karşıt olarak konumlandırıyor. (Bkz. https://feministallianceberlin.wordpress.com/about/)
**FLINTA kavramı Almanca’da kadın, lezbiyen, intersex, non-binary, trans, agender başta olmak üzere cinsiyet kimliği sebebiyle patriyarkal ayrımcılığa maruz bırakılanları tanımlamak ve daha da önemlisi güvenilir alanların yaratılabilmesi için bu alanlara kimlerin davetli, kimlerin davetsiz olduğunu göstermek üzere kullanılıyor.
***BIPoC, İngilizce Black, Indigenous, People of Color’un kısaltmasıdır. Transfeminist Metinler Ağı’ndan İrem Az’ın Velvele’de yayınlanan çevirisinde PoC kısaltması için düştüğü not şu şekildedir: “Kısaltması PoC olan People of Color teriminin okunuşu, pok / pipıl of kalır’dır. Direkt çevirisi “renkli insanlar” olan terim, ekseriyetle ABD ve Kanada’da beyaz olmayan tüm grupları kapsar ve sistemsel ırkçılığın ortak deneyimlerini vurgular. Sadece Siyahlar, yerli halklar ya da tek bir etnik grubu tanımlamak için kullanılmaz. Henüz Türkçe’de ortaklaşılmış bir çevirisi olmayan bir terimdir ve bu metinde, “beyaz olmayan insanlar” şeklinde çevrilmiştir.” (Bkz. https://velvele.net/2020/08/25/feminist-gruplarda-transfobiye-yanit-olusturmak-konusunda-yardimci-olabilecek-bir-dil/)
Tebessüm Yılmaz kimdir?
Risk altındaki öğrencilere güvenilir alanlar açılabilmesi için mücadele eden feminist aktivist-araştırmacı. Barış İçin Akademisyenler’in (BAK) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisini imzaladıktan sonra doktora çalışmalarına Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devam etmekte. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayımlandı.