Yaklaşık iki yıllık bir aradan sonra, 1 Mayıs 2022 kutlamaları ülke genelinde yüzbinlerin kortejlerde ve meydanlarda buluşmasını, yüz yüze temasını sağladı. COVID-19 pandemisi yasaklarının öncesinde de böylesi kalabalık olmaları özlemiştik. Türkiye’nin toplumsal bunalımından, işsizlikten, yoksulluktan, gericilikten, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden, İslamcılıktan, hukuksuzluktan, şiddetten, doğanın talanından, kültürel ve sanatsal yasaklardan en yoğun etkilenenleri; emek ve meslek örgütlerinden dördünün (DİSK, KESK, TMMOB, TTB) çağrısı ve organizasyonuyla bir araya geldi. İş, ekmek, özgürlük taleplerinin yanı sıra, toplumsal eşitlik, adalet, barış, parasız eğitim, parasız sağlık hizmeti, İstanbul Sözleşmesi, laik devlet vb. taleplerini kortejlerde sloganlarıyla paylaştılar. Hemen hemen bütün kortejlerin ve meydanların ön sıradaki birlikteliği ise “Gezi-Haziran İsyanı” tutsaklarına sahip çıkan ve serbest bırakılmalarını talep eden sloganlarda ve protestolarda oldu. “Gezi-Haziran İsyanı”nın sahipleri, 2013’de sönümlenmiş olmasına karşın, isyana, yaşadıklarına ve yaşattıklarına sahip çıktılar. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25 Nisan’da verdiği mahkûmiyet kararının esasen kendilerini, değerlerini ve umutlarını hedef alan siyasi bir karar olduğunu, kabul etmediklerini ve gereğini yapmaya hazır olduklarını gruplar halinde dile getirdiler.
Gözlemlerimiz, dostlarımızla paylaşımlarımız bu yıl 1 Mayıs katılımının ve coşkusunun yakın dönemdekilere göre çok daha fazla, siyasal içeriğinin ve taleplerinin çok daha somut ve ivedilik içerdiği notunu da özellikle düşmemizi gerekli kılıyor. Biraz dikkatlice bakıldığında, bu kitlenin, yaşamdan beklentileri, toplumsal değerleri ve yaşam biçimi olarak 20 yıla yaklaşan bir süredir AKP hükümetlerinin hedefinde olduğu görülebilir. Bu kitlenin üyeleri, dışlanmış, ötekileştirilmiş, işsizliğe, yoksulluğa, açlığa, sağlıksızlığa, eğitimsizliğe, şiddete, yoksunluklara, eşitsizliklere mahkûm edilmiştir.
Ancak, biliyoruz ki kortejlerde-meydanlardakiler buzdağının suyun üzerindeki kısmı gibi. Kitlenin çok daha büyük kısmı henüz meydanlara inmiş değil. Ancak, iktidarın mahkemenin 25 Nisan’daki siyasi kararıyla yeni bir dönemin kapısını aralamak istediğini görebiliyor. Türkiye’de epeyce bir süredir 21. yüzyıl faşizminin yaşandığının Kürtleri, Alevileri, LGBTİ+ bireyleri ötekileştirmek, toplumu her bir fırsatta bölüp, aralarında herhangi bir bağ ve dayanışmanın gerçekleştirilemeyeceği küçük küçük gruplara ayırmak istediğinin farkında. Yanı sıra, düşük yoğunluklu savaşla anadilinin yasaklanamayacağının, birlikte yaşam talebinin engellenemeyeceğinin de farkında. Yaşadı, gördü.
Ve bu iktidarın sahiplerinin kendi kendine gitmeyeceğinin de hesap vermek istemeyeceğinin de farkında. AKP’nin bir dönem ekonomi kurmaylığını yapmış olanların toplumsal eşitliği, herkese iş ve aşı sağlayamayacağının, AKP’nin eski başbakanlarıyla, 90’lı yılların içişleri bakanlarıyla özgürlük, demokrasi ve barışın gelemeyeceğinin, yoksulluğun, yolsuzluğun, Roboski, Suruç, 10 Ekim, Sur vb. katliamların hesabının sorulamayacağının da farkında.Bu hesapların yalnızca AKP’yi göndermek, yalnızca sandık hesapları nedeniyle bir araya gelişlerle sorulamayacağının da farkında.
Bu hesabın sorulabilmesi; kendi özgünlüklerini koruyarak, tam da 1 Mayıs meydanlarında olduğu gibi, bir program-bir dönem için bir araya gelecek sosyalistlerin, solcularının siyasi yapıları tarafından hayata geçirilebilecek, 25 Nisan’la birlikte, daha da ivedi daha da güncel hale gelen ÜÇÜNCÜ SEÇENEĞİN İNŞASI ile mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Tabii ki bu yapının inşa sürecinin ülkenin kadınlarını, gençlerini, işçilerini, eğitimcilerini, sağlıkçılarını, hukukçularını, işsizlerini, doğa için mücadele edenlerini, siyasi tutsaklarını, köylülerini, çiftçilerini, küçük esnaflarını, LGBTİ+ bireylerini, demokratlarını, organik aydınlarını, Gezi-Haziran isyanındakileri kapsayabilmeyi önüne koyarak yola çıkabilmesi gerekiyor.
Özellikle, mangalda kül bırakmayıp, tutumlarıyla “küçük olsun ama benim olsun” eğilimi dışında adım atmayanlar daha kolay anlayabilsin diye altını çizerek söylemek gerekirse; Paylaşılmaya çalışılan yeni bir yapı/kurum önerisi değil, eylem birliğidir. Paylaşılmaya çalışılan seçim için bir ittifak değil, bu ülkenin yukarıda ayrıntılandırılan ezilenlerinin kolektif çıkarlarına sahip çıkacak, yeniden kazanılmasını sağlayacak, ülkede hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi, barış, toplumsal eşitlik için birlikte mücadeledir. Paylaşılmaya çalışılan özneleri ve hedef kitlesi belirsiz bir birliktelik değildir. Öznesi sosyalist ve sol yapılar, öncelikli hedef kitlesi de 1 Mayıs meydanlarının hedef kitlesi ile Gezi-Haziran isyanının katılımcılarıdır. Hedeflenmesi gereken de bu hedef kitlenin siyasallaştırılması ve örgütlü toplumsal muhalefetin yükseltilebilmesi olmalıdır.
Hepimiz biliyoruz, genel seçimler parlamenter demokrasinin yeniden kurulabilmesi için yalnızca bir adım olabilir. Toplumsal yaşantının ezilenlerden yana yeniden düzenlenebilmesinin değil. Son günlerde Suriyeli göçmenler üzerinden yürütülen ırkçılık yarışının sonlandırılabilmesi ve sorunun insanlık adına çözümlenebilmesi, iktidarın bu süreçte Kuzey Suriye’nin demografik yapısını değiştirmeyi de önüne koyduğu görülen bir taşla iki kuş vurma hayali yalnızca sandıkla çözümlenemez. Çözümüne yönelik ilk adım, birlikte mücadele kararı ile Üçüncü Seçeneğin inşa süreci ile atılabilir.
Yazının sonunu getirebilen yoldaşlara, dostlara diyorum ki “evet haklısınız, son zamanda benim bütün yollarım sosyalist, solcu yapıların kuruluşunu gerçekleştireceği “üçüncü seçeneğe” çıkıyor. Gecikecek olmaktan büyük kaygı duyuyorum. Sanıyorum sizler gibi.