“Bir şarkının ya da şiirin ilk dizesini aklına getiriyorsun, sonra da sakinleştiğini hissedene kadar o dizeyi tekrar ediyorsun. Ben aklımı böyle korudum.”
Önümüz 25 Kasım. Kadına yönelik şiddetle mücadele ve dayanışma günü. Patria, Minerva, Maria Mirabal Kardeşlerin erkek-devlet şiddetiyle öldürülmesi sonucu Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla bu gün şiddete karşı mücadele günü ilan edildi. Kelebekler olarak tarihe not düşen bu kadınlar kimdi, neler yaptı ki diktatörün hedefi haline geldi? Bu kadınları diktatörlüğe karşı mücadele etmesi gerektiğini sağlayan etmenler nelerdi?
Mirabal Kardeşlerin Dominik Cumhuriyeti’ndeki Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele ederken öldürüldüklerini çoğumuz biliyoruzdur. Ancak kaçırdığımız ve özellikle devletlerin ısrarla üzerini örttüğü bir nokta var ki, o da Mirabal Kardeşlerin faşizme, erkek rejime karşı mücadele edip diktatörlüğün devrilmesinde oynadıkları roldür.
Kim bu Mirabal Kardeşler bakalım?
Latin Amerika ülkelerinden Dominik Cumhuriyeti o dönem (1940’lı yıllar) Trujillo tarafından yönetilmektedir. Halkın ‘El Jefe’ dediği Trujillo adına her yıl sadakatin sembolü olarak kutlama yapılır. Mirabal Ailesi de Trujillo’ya sadakat yemini etmiş ve sadakatini duvarlarını fotoğrafları ile süsleyerek taçlandırmışlardır. Geçimlerini çiftçilikle sağlayan ailenin kızları Dede, Patria, Minerva ve Maria Teresa kilise eğitimi alarak devlete olan bağlılıklarını göstermişlerdir. Kız kardeşlerin hepsi muhafazakar, diktatöre bağlı bir şekilde yetiştirilmiş olsalar da, içten içe Trujillo rejiminin yolsuzlukları, adaletsizlikleri, özellikle kadınlara yönelik politikalarından rahatsızdır ve bunun için mücadele etmeye kararlıdırlar.
Kardeşlerin en büyüğü Patria dindardır. Kiliseye olan bağlılığından dolayı rahibe olmak istese de, dur durak bilmeyen akışkanlığı onu diktatöre karşı mücadeleye sevk eder. Ondan sonra gelen Dede’nin hayali “mutlu” bir evlilik olsa da eşiyle yaşadığı sorunlar onu sürekli düşünmeye iter. Mücadeleye dışarıdan destek veren Dede, kız kardeşlerinin ölümünden sonra ailenin kalan tek tanığı olur.
Ailenin delifişeği, kuramcısı olarak adlandırılan Minerva, politik olarak kız kardeşler içinde an aktif olanıdır. İnandığı değerler uğruna kafasına estiğini yapan ve bunun için bedel ödemekten asla yılmayan başına buyruk biridir. İstediği hukuk fakültesini geç de olsa okuyarak, o dönemin şartlarına göre kendinden yaşça küçük bir adamla evlenen Minerva, kendisini cinsel birlikteliğe zorlayan Trujillo’ya tokat atan bir isimdir.
Minerva, Küba Devrimi liderlerinden Che Guevera ve Fidel Castro’dan etkilenir, öyle ki Patria’nın dünyaya getirdiği bebeğe Che adını vermesi onu çok heyecanlandırır. Diktatöre karşı verdiği mücadeleyle kız kardeşlerinin ve hatta El Jefe’ye sıkı sıkıya bağlı babasının bile düşüncelerini değiştiren Minerva’nın bundan sonraki yaşamı, kız kardeşleriyle birlikte devrimi gerçekleştirmek üzerine olacaktır.
En küçükleri Maria Teresa, uzun ve örgülü saçlarıyla ablası Dede’nin gözbebeğidir. (Dede, Maria’nın ölümünden sonra saçlarını keserek bir kavanozun içinde saklayacaktır.) Kendi içinde çelişkileri olan Maria’ya en büyük desteği cezaevinde birlikte kaldığı Minerva verir. Yer yer eleştirileriyle onu kendini sorgulamaya iten Minerva’nın kararlılığı ve düşünceleri Maria’yı çok etkiler.
Haziranın Ondördü Hareketi’ni kurduklarında hedefleri, Trujillo’nun diktatörlüğüne son vermek ve halkları için özgür ve adil bir yaşamı kurmak olan Kardeşlerden Minerva ile Maria Teresa diktatörün buyruğuyla eşleriyle birlikte cezaevine konulur. “Yaşadığım hayat nasıl olursa olsun bir yerde kapalı kalmak benim dayanabileceğim bir yer değildir” diyerek duygularını kaleme alan Minerva, tekli hücreye konulduğunda neler hissettiği sorulduğunda şu yanıtı verir: “Bir şarkının ya da şiirin ilk dizesini aklına getiriyorsun, sonra da sakinleştiğini hissedene kadar o dizeyi tekrar ediyorsun. Ben aklımı böyle korudum.” Cezaevinde işkencelere maruz kalsa da hep güçlü kalmaya çalışan Minerva, tutsak kadınlara da desteğini esirgemez.
Minerva ve Maria, arkalarında eşleri Manulo ve Leandro’yu bırakarak birkaç ay sonra ev hapsi şartıyla tahliye edilir. Cezaevinde çıktığında “La Viva Mariposa” sloganları ile karşılanan Minerva’nın halk tarafından kabullenilmesi, liderliği, devrime ve değişime yüklediği inanç, diktatörü o kadar korkutur ki, Minerva’yı kendisiyle çalışması için ikna etmeye çalışır ama red edilir.
Evleri sürekli diktatörün istihbarat birimi tarafından kontrol edilen Kardeşler, eşlerinin cezaevi görüşüne giderken bile takip altındadırlar. Yine böyle bir gün, kardeşleri Dede’nin yanlarında olmadığı 25 Kasım 1960’ta, ikamet adreslerine uzak bir yere sürgün edilen eşlerini ziyaretten dönüşte, yolda bir araç tarafından durdurularak katledilirler. Kelebekler belki Trujillo’nun devrildiğini görmeyecek ama, onlardan sonra Dominik Cumhuriyeti de bir daha asla aynı ülke olamayacaktır.
Kelebeklerin son birkaç aylarını geçirdikleri Santa Domingo’daki evleri, şu an müzeye dönüştürülmüş durumda. Çocukları da onların bıraktığı mücadeleyi sürdürürken Minerva’nın kızı Minou Mirabal’in “Mirabal Kardeşler kadınlara, demokrasi ve insan hakları mücadelesi verenlere ilham kaynağı oldu. Ve işte tam da bu yüzden Mirabal Kardeşler ve davaları her daim canlı” sözleri Kelebeklerin kanat çırpışlarının sonlanmadığı mesajını veriyor.
*Mariposas, İspanyolca Kelebekler anlamına geliyor.
Not: Yazıda, Julia Alvarez’in “Kelebekler Zamanı” kitabından yararlanılmıştır.
Zuhal Atlan kimdir?
1988 yılında Diyarbakır’da doğdu. 2011 yılında İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Üniversite son sınıfta gazeteci olmaya karar verdi. Çeşitli medya yayın organlarında çalıştı. KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda muhabir ve haber şefi olarak çalıştı. Mezopotamya Ajansı’nda kadın alanında editörlük yaptı. Kadınların yaşam hakkı ihlali ve mücadelesine ilişkin yazılarına devam ediyor.