2023 seçimlerine popülist siyasetin toplumsal yarılma stratejilerinin başarılı olup olmaması damgasını vuracak gibi görünüyor. Seçimlere toplumsal sözleşmenin itibarsızlaştığı, ne statükocu sistemin ne de tek adam rejiminin toplumsal sorunlara cevap olamadığı bir rejim sorunu ile giriliyor. Rejim sorununun sürdürülmesinin de çözülmesinin de merkezinde diğer yazımızda* izah etme çalıştığımız popülist siyasetin nesnesi haline getirilen Kürt meselesi var. Rejim Kürt meselesini popülist siyasetin merkezine alarak toplumsal sözleşmeyi yağmalayan ve yenisine ihtiyaç duymayan bir siyaset yürütüyor.
Türkiye’de din sorunu belli oranda çözüldü; dahası kültürel olarak siyasette uzun süreli mağduriyetlerin konusu haline gelen dinsel (Sünni) kimlik egemen bir kimlik haline geldi. Her ne kadar yerini siyasi vesayete bırakmış olsa da askeri vesayet belli oranlarda kontrol altına alındı. Ekonomik sorunlarda ise düzen siyasetinin farklı partileri tarafından üç aşağı beş yukarı benzer çözüm alternatifleri sunuluyor, başka bir deyişle paradigmasal model falan yok. Elitlerin ekonomideki tek farkları aldıkları pay oranı ve biçimleridir. Ancak çözülen ve çözümü kolaylaşmış birçok meseleye rağmen Kürt meselesi daha da zorlaştırılarak yönetiliyor. Çözümsüzlükten sızan negatif enerji, birçok dinamiğe muazzam bir siyasal alan açıyor. Bu nedenle çözümsüzlükten elde edilen rant her defasında çözümü başka zamanlara erteliyor. Sorunun genel olarak ülkede yaşanan çoklu krizlerin anası olduğu bilinse de oralı olunmuyor. Çünkü oyun böyle dönüyor. En ufak yüzleşmenin yaşandığı eşikte bütün oyun bozuluyor. Elitler arası kar azalıyor,
kavga derinleşiyor ve yeniden başa dönülüyor.
Peki neden Kürt meselesi Türkiye’de görünen ve görünmeyen yüzüyle birçok krizin anası durumunda? Kürt olduğumuz için bunu söylüyor olabilir miyiz, veya kendi propagandamızı da yapıyor olabiliriz; ama derdimiz gerçekten bu değil ve bu şekilde hiçbir meselenin çözülemeyeceğini bilmeyecek kadar da saf değiliz. Bu iddiadaki temel referansımızı ülkenin Kürtlere dair resmi ideolojisi, tarihsel pratikleri, ülke adına siyaset yapan siyasetçilerin bu konuya has güncel polemikleri ve Kürtlere yönelik mesafe ve beka siyasetinin yanı sıra, meseleyi ajandalarının başköşesine taşıyan küresel aktörlerden alıyoruz. Buradan bakıldığında daha önce de söylediğimiz gibi, eğer faşizm ile bir bağınız yoksa Kürt meselesinin ülkede yaşanan köklü krizlerin kök hücresi olduğunu da kolaylıkla fark edeceksiniz.
Kürt meselesine çöken İslamcı iktidar
Kürt meselesi her dönemin iktidarları için işlevsel bir cihaz olduğu gibi en çok şimdiki iktidarın işine gelmiştir. Bu hakikatten dolayı iktidar uzun süreden beri dönüşümlü politik hedefler doğrultusunda Kürtlerin varlığı ve yokluğu üzerinden siyasetini sürdürüyor. İslamik popülizmin merkezi nesnesi Kürt meselesidir diyebiliriz ve Makyavelli’nin “çözersen çözülürsün” siyaset felsefesiyle hareket eden sağ popülist iktidar meselenin çözümünde değil yönetilmesinde ustalaşmıştır. Dahası mevcut koşullarda bol bol ekmek getirecek olan asıl meselenin, savaşıyla barışıyla Kürt meselesi olduğunu en iyi kavrayan siyaset ünvanı almıştır. Böylesi bir ilişki bağlamından kaynaklı AKP hükümetleri, muhtemelen Kürt meselesinde Türk siyasi tarihinin en araçsalcı hükümeti olarak tarihe geçecektir; çünkü adeta Kürt meselesini siyasetine tapulayıp üzerinde istediği gibi tepinmektedir. Daha önce de yazmıştık, iktidarı ilk geldikleri zamanlarda önemli oranda Kürtlerin desteğini alarak iktidar olmuşlardı. 2007’lerde askeri vesayete karşı yine sağıyla- soluyla Kürtler ciddi bir destek vermişti. Askeri vesayetin cemaatle birlikte Kürtlere yönelik çoklu şiddeti arttırması karşısında iktidar bu sefer de Kürtlerle uzlaşıp barış siyaseti aracılığıyla bu krizi atlatmıştı. Barış ve çözüm süreci ile birlikte iktidarı kaybedince de kronik düşman bellediği ulusalcı vesayetle uzlaşıp 2015’lerden itibaren Kürtlerle yeniden gerilimi tırmandırdı ve savaşı Kürtlerin yaşadığı başka ülkelere taşıyarak ayakta kalmayı sürdürdü. Bu süreçlerin tümünde Kürt meselesi siyasal İslam tandanslı iktidarın manipüle ettiği en güçlü enstrüman oldu.
İktidar bu siyasete “devlet siyaseti” etiketi yapıştırarak daha itibarlı bir imaj üretimi ile ömrünü uzatabiliyor. Hem iç siyasette hem dış siyasette iktidarın Kürt meselesine çöken stratejisini hiçbir parti bozamıyor. Muhalefet Kürtlere biraz yaklaştığında iktidarın “hööööööt” demesiyle yerinde saymaya başlıyor. İktidar elini kolunu sallayarak, sanki hiçbir şey olmamış gibi, pişkin pişkin Kürtlere yanaştığında ise muhalefet eski hastalıklarına yeniden yakalanıyor. Yedi yıldır adeta ana muhalefet görevi gören “HDP’yi AKP ile anlaşma” teranesine sarılıyor. AKP barış dediğinde muhalefet savaş diyor, AKP savaş dediğinde ise çoğu kez AKP’nin yanında hizalansa da alttan alta Kürtlere dönüp “ya biz böyle olmasını istememiştik ama mecbur kalıyoruz, ne de olsa siz bağrınıza taş koymayı öğrendiniz” diyerek yapıyor. Böylece Kürt kozu iktidarın elinden alınamıyor. Çünkü muhalefet Kürt meselesinde meselenin taşıdığı hakikate göre değil AKP’nin durduğu yere göre konumlanıyor; dolayısıyla kendisine has bir tutum almakta zorlanıyor. AKP durduğu yeri sürekli değiştirdiği için muhalefeti de aynı tutarsız politikanın bir parçası haline getirebiliyor. Kimisine göre bu bir devlet politikası, kimisine göre kayıkçı kavgası, kimisine göre ise Kürt düşmanlığı. Ama bana göre bu tutarsızlık tamamen muhalefetin siyasi beceriksizliğinden kaynağını alıyor.
Türkiye’nin yeni dış politikası Kürtler
Türk halkının azımsanmayacak bir kesimi, aslında önceden de Kürt meselesini bir dış sorun olarak değerlendiriyordu. Hala da Türkiye’de Kürt meselesini Uganda kırsalında yaşanan bir sorun gibi düşünen ve meseleye Fransız kalan eğitilmiş yurttaşlar var. İslamcı iktidar, araçsalcı stratejisinin yanlış taktikleriyle Kürt meselesini Türkiye’nin hem iç hem dış sorunu haline getirdi ve bu durum gittikçe kalıcı bir hal alıyor. Bugün iktidarın ABD, Rusya, AB ve NATO’nun masasında ilk öne sürdüğü pazarlık konusu Kürt meselesidir. Artık meselenin içeride ve dışarıda muhatapları var. İçerde çözüm bulamayan bir meselenin dışarıya taşması mantık kurallarıyla da gayet uyumlu. Onun için çözümünün hem içeride hem dışarıda üstlendiği bir bağlamı var; ve elbette içeriyi ve dışarıyı aynı anda manipüle eden şiddet ve çözüm aklı var. Dışarıdaki şiddet ile içeriyi dizayn ederek iç ve dış politikada pazarlık gücü arttırma stratejisi kaynağını yine Kürt meselesinden alıyor. Özetle Kürt meselesi İslamcı iktidarın en büyük kozu ve elinden alınamıyor. Yerlilik millilik manipülasyonu bunun önündeki en büyük engel. İster yüzleşelim ister yüzleşmeyelim; Kürt meselesi Türkiye’nin iç ve dış siyasetini domine eden temel mesele olmaya devam ediyor; dahası çözümsüzlükte ve manipüle etmekteki ısrar, bu meseleyi tedricen bölgesel bir sorun haline getirmeyi sürdürüyor.
HDP ve Kürtler
2023 seçimlerinde hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini hem meclis aritmetiğini doğrudan belirleyecek olan temel mesele yine Kürt meselesi ve bu mesele ile alakalı siyasi partilerin vaatleri ve taahhütleri referans alınarak adresini netleştirecek olan Kürt oylarıdır. Ontolojik olarak siyasette HDP'nin elini güçlendiren ve onu diğer siyasi partilerden farklı bir aktör yapan asıl olgu da Kürt meselesidir. Bu nedenle HDP siyaseti açısından Kürt meselesini diğer gündemlerle eşitlemek, stratejik bir hata olabileceği gibi olası bir çözümde HDP’nin stratejik rolüyle olan bağını da zayıflatır. Kaldı ki Kürt meselesinin dışında kalan toplumsal sorunların çoğunu farklı açı farklarıyla da olsa diğer tüm partiler de dile getirmektedir. HDP siyasetini özgün kılan asıl başlık Kürt meselesidir. Bu açıdan HDP’nin Kürt meselesini sürekli güncelleyerek ve farklı boyutlarını planlayarak gündemden düşürmemesi, demokratik siyaset açısından bir “engel” değil bir “fırsat” olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
Tüm bu denklemden hareketle Kürtleri kapsamayan bir cumhuriyetin demokratikleşmesi mümkün değildir. Kürtleri kapsamayan yüz yıl projesi siyaseten kaybetmeye mahkum olacağını, Kürt meselesinin demokratik çözümünü seçim vaatlerinin içine yerleştirmeyen bir seçim stratejisi de başarılı olamayacağını öngörebiliriz. Politik olarak bu hakikatle yüzleşmek 2023 seçimlerinin demokrasi ve barış yönünde bir eğilim kazanması ve yüzyılın önemli bir bariyerinin aşılması bakımından son derece önemli olabilir. Bu bakımdan merkezinde Kürt meselesi olan 2023 seçimleri yeni toplumsal sözleşmenin de en kritik siyasi sürecinin adıdır. Türkiye’de Kürtlerin yeni toplum sözleşmesinin kurucu öznesi olması sadece Kürtlerin değil genel olarak birçok kesimin sorunu olabilmeli. Buradan hareketle HDP’nin 27 Eylül deklarasyonu CHP’nin siyasal sorunları ekonomi ile manipüle etme potansiyeli taşıyan yüzyıl çağrısından çok daha kapsamlı, kuşatıcı ve toplumcu olduğunu söyleyelim. Asıl yüzyılın çağrısı olabilecek ve toplumsal sözleşmeye çerçeve olabilecek çağrı bu metnin bizzat kendisiydi. Kürtler başta olmak üzere sistemin dışında kalan diğer tüm toplumsal kesimleri demokratik bir rejimle katılımını öneren bu metin, hem demokratik siyasetin hem yeni toplumsal sözleşmenin referans alacağı son yıllardaki en temel stratejik belge niteliğinde olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var.