Arif Altan
İbadet anında kendinden geçenin yakarışlarıyla tensel zevklerin doruğundaki insanın inleyişleri birbirine çok benzer. Sadece sesten ibaret kaldığı sürece bunun içten dua edenin acı çekişleri mi, yoksa zevkten çıldıran insanın sayıklamaları mı olduğunu anlamak neredeyse imkânsız. İman eden ile isyan edenin bakışları aynı yakıcı alevlerle parlar. Korkudan doğan heyecanın, öfkeden doğan coşkunun şiddetine yakın olduğu gözlemlenebilir bir şey. Düş gördüren otların etkisindeki insanın titreyişleriyle, gizli kasayı açan ve gördüklerini izlemeye koyulan hırsızın sarsılışları arasındaki farkı anlamak muhakkak zaman ister. Aldatmaktan alınan zevk ile aldatılmaktan duyulan gizli hazın birbirine yakın olduğu meselesi pek çok hikâyenin konusu. Konuşulanlar aradan çekilip alınsa ve ayrı ayrı sahnelerde sergilense görülecektir ki, aşağılayan ile aşağılananın yüz ifadeleri birbirine denk.
Esrik bir ağızdan çıkan sözcüklerin vurgusunda suçlu ruhun mırıltılarının koyu tonlarına rastlamak mümkün. İyiyi istemekle kötüyü istemek, doğruya yönelmekle yanlışa yönelmek, güzele meyletmekle çirkine meyletmek arasında ipince bir çizgi durur. Korkağın geri çekilişi ile korkusuzun öne atılışındaki hız ve kararlılığın yakınlığı şaşırtıcı. Ahlakın övgüsüyle ahlaksızlığın savurgan savunusunun yaydığı titreşimleri birbirinden ayırt etmek güç gelebilir. O son hafif dokunuş görmezden gelinse resimdeki yüzün sevinçli mi hüzünlü mü, güleç mi ağlamaklı mı olacağını kestirmek olanaksız. Gülmemek için kendini tutan ile ağlamamak için kendini zorlayanın yüz ifadelerindeki benzerliği gözümüzde canlandırmak yeterli olabilir. Bilmek için harcanan çaba, unutmak için harcanan çabanın yolunu izlediğinden habersiz. Arayanın gösterdiği telaş, gizleyenin kapıldığı tedirginlikten çok şey kaptığı düşünülebilir. Gürültü ile sessizliğin aynı şey olduğu anlar hiç de az değildir. Delinin dahi, dâhinin deli gibi göründüğünü ve davrandığı hep söylenir. Dehanın bittiği ve deliliğin tam da başladığı o kırılma anını bir çırpıda fark edecek bir dikkat keskinliğine pek ender rastlanır.
Gerçeklerle desteklenen yalanın rahatlığı ile yanılmazlığından endişe duymayan hakikatin huzurlu dalgınlığı ikiz gibi görünür. İnanç ile sapkınlığın yolu sık kesişir, birbirine değmeden geçebildikleri ince aralığı fark edenlerin sayısı her zaman tahmin edilenin çok gerisinde. Hayranlığın yönelimiyle nefretin saldırganlığının yoğunluk düzeyi ve belirtileri pek çok bakımdan yakın akraba sayılır. Hayranlığın nefret, nefretin tam olarak hangi ara kendisini hayranlık eşiğinde bulduğunu anlamak hep bir miktar kafa yormayı gerektirir. Bir çırpıda heba etmeye hazır olduğu mülkün miktarıyla övünen ile onu elde etmek için çırpınanın nabzı aynı ritimde atar. Aykırılık, pek çok zaman özdeşliği tanımlamak için kullanılır. Hırs rehberlik ettiğinde, çıkar söz konusu olduğunda aşağı inen ile yukarı çıkan aynı yolu kullanır. Mevki bakımından yükselenle ruhsal çöküş yaşayanın gözlerine aynı ilgisizlik ve soğukluk çöker. Belli durumlarda soylu ve ince davranışı zorunlu kılanın hoyrat istekler olabileceğini kabul etmek, sayısız sebepten ötürü incitici gelebilir. En üstteki ile en dipteki, meyilleri bakımından olduğu gibi bulundukları yer bakımından da birbirine en yakın iki ucu temsil eder; yer ve tutum değiştirmeleri sadece an meselesi.
Manevi yönelimin maddi eğilimden ayrıldığı loş aralığı görememek bunaltabilir. Semavi sözlerin dünyevi emellerle uyuştuğunu görmek can sıkıcı gelebilir. Yoksulların açlığıyla zenginlerin iştahını bağdaştırmak kınanmayı gerektirebilir. Severek sarılanlarla birbirini öldürmek için sarılanların başvurduğu hareketin benzerliği şüpheye düşürebilir. Eğilmiş gördüğümüzün düşmekte mi yoksa doğrulmak üzere mi olduğunu söylemek için acele etmemek gerekebilir. Birlikte yemek için masada oturanların oluşturduğu manzaranın, birbirini yemek üzere masaya oturanların verdiği görüntüden apayrı olduğunu iddia etmek için hiç bir sebep bulunmayabilir. Birbirine şefkatle yiyecek sunan ilk masa müdavimlerinin izlediği törenselliğin, az sonra birbirini bıçaklayacak olan ikinci masadakilerin birbirine dönük nezaket gösterisiyle arkaik bir bağ oluşturabileceğini düşünmemek rahatlatıcı gelebilir.
En iyi kafalar şuna inandırır hep; gerçekte biraz yalan, iyilikte bir miktar kötülük, cesarette yüz kızartmayacak kadar korku, suçsuzlukta taşınabilir ölçüde suçluluk, içtenlikte azıcık riya, inançta sapıtmayacak kadar şüphe, öfkede dizginleyici ölçekte soğukluk, mantıkta doğruluğunu destekleyecek oranda mantıksızlık, derinlik ve büyüklükte gülünç duruma düşürmeyecek ölçekte sığlık ve küçüklük, güçte gücendirmeyecek miktarda güçsüzlük bulunmalı ki, çağların buruşuklukları, yüzyılların kırışıklıklarını düzeltmek mümkün olabilsin! Ama o az birazın dozunu, bu hassas karışımın tam kıvamını kim tutturabilir? Her şeyin birbirinin yerini almaya bunca hazır, geçirgenliğin ve akışkanlığın bunca yüksek olduğu bir zamanda, kavramda olduğu gibi anlamda da, kuramda olduğu gibi eylemde de, kötülükte olduğu gibi iyilikte de, cömertlikte olduğu gibi cimrilikte de, ileri atılışta olduğu gibi geri çekilişte de, suskuda olduğu gibi konuşmada da, masumiyette olduğu gibi günahkârlıkta da, cesarette olduğu gibi korkaklıkta da artık etkiden çok niyete bakılır.
Patlayan cam gözü çıkarabilir, sıçrayan alev tutuşturabilir, yuvarlanan taş ayağı bulabilir, ama hiçbiri hesaplı bir kafadan, sinsilikle yoğrulmuş yürekten kopup gelen bir sözden, kötü niyetle yontulmuş bir bakıştan daha derinden yaralamaz. Kurşun bile sekebilir, kötü niyet asla hedefini şaşırmaz. Düşüşte de yükselişte de, iyilikte de kötülükte de aşırı isteğin tutuşması, yıkıcı arzunun kavurması. Sonuçta, sadece basit ve küçücük bir duygunun yönlendirmesi. Tanrının en sevimli meleğinin iblise dönüşmesi için bile onca az şey yettiğine göre, kendi çağının sonuna umarsız, yaşama en yeteneksiz varlıktan nasıl bir yüce gönüllülük, nasıl iyileştirici bir kuvvet beklenebilir? Çok dil dökmek, çok detay, çokça kanıt göstermek yersiz. Uyanan istek, kolundan sürükleyip götüren niyettir; cennete de, cehenneme de.