Arif Altan
İç çekmeler uzamamalı, bizi gülünç duruma düşürür. Acı dolu inleyişler dalgalar halinde çarpıp dönmemeli; kayıtsızlığımızı artırır, bize olan ilgiyi söndürür. Yakıcı dram öğeleri birbirine eklemlenmemeli; bulantıyı çağırır, bunaltıyı azdırır. Yürek paralayan trajik sahneler birbirini doğurup tekrarlanmamalı; can sıkıntısıyla tanıştırır, yavanlığımızı hatırlatır. Düşleri örseleyen kederli düşünceler peşi sıra dizilmemeli; düşüncesizliğe vardırır, ruhumuzun hassas, en incinmiş dokusunu nezaketin soğukluğuyla uyuşturur. Duyguların verimli derinliği hüzün, zamanı kaplayıp genişlememeli; bize, has budalaların işini gördürür. Olaylar nereye sürüklerse sürüklesin, zaman nasıl bir bahtsızlık layık görürse görsün, boyun eğmez gururu ve öfkeyi korumalı ki küçük düşüren abartı bizi ayaklandıracak gerçeğe üstün gelmesin. Çünkü biliriz, deneyim hep öğretir durur; fazla kanlı canlı, çok acıklı düşüş öyküleri uzarsa ya sağırlaştırır ya da gerçekten bizi şimdikinden beter suçlar işlemeye yüreklendirir.
Talihsizliklerle dolu hayat hikâyelerimiz var, ne şüphe! Yoksunluklarla, çaresizliklerle örülü acımasız koşulların bağrından çıkıp geldiğimizden, farklı koşullarda farklı tercihler yapabileceğimiz savunusu kısmen kabul edilebilir. Karanlık iç dünyamız, tehlikeli eğilimlerimiz, faciaya meyilli ölçüsüz arzularımız, konaklayacağı bir doyum eşiği bulamayan açlığımız, ürkütücü niyetlerimiz var. Görmezden gelinebilir; kara bahtımız, acınası tarihimiz, bitmeyen kuşatılmışlığımız, muazzam mazeret olarak perişan yalnızlığımız hepsini, doğruya doğuştan kabiliyetsiz kusurlarımızın tümünü bağışlatabilir. Ama burada mesele kötü tasarılarımız, yağmaya meyilli iç dünyamız, nihayetinde fazlaca kurcalanmış arızalı tabiatımız değil. Suç işledik, korkunç suçlar işledik. Feci neticeye sebep salt hastalıklı ruhumuz değil, eğlenceyle bir tuttuğumuz sefil eylemlerimiz. Öyleyse dönüp bakmak gerek, muhasebe şart, suçla göz göze gelmek kesinlikle farz. Anımsanmamaya ve görünmemeye istekliyse de bir hesap kitap işi, mazi dediğimiz dünün sıkıcı resimleri. Yüzleşmeden, hesabı kitabı görülmeden bitmez şu karabasan. Gönüllü koşturduğumuz kötülüktü, tüm zamanların ağırlığınca en kestirmeden hızlıca gelsin diye önayak olduğumuz yıkım… Kurban değil failiz, sadece izleyici değil oyuncusuyuz dünün belleğinde, bugünün sahnesinde.
Kalbimiz fesat, yetmezmiş gibi amelimiz kötü. Kazdığı kuyuya düşenin, büzüştüğü nemli karanlıkta yankılanan yapışkan yakarıları. Bitmek bilmeyen, içtenlikle yolu kesişmemiş masumiyet mırıltıları, gerçek bir acıdan içmemiş incinmişlik havaları. Bir kez gönül verdikten sonra, hile, ölümüne sevdamız. Sırtından vurduğumuz yeryüzünün son şövalyeleri, sığındığımız ise zamanın kasırgası, yeryüzünün son barbarları. Adalet çığlıkları susmuyor, ama haksızın haklı, suçlunun suçsuz görünme arzusunu dindirecek hiçbir gerçek de artık bulunmuyor. Çağırdık ve geldi, istedik ve oldu. Tek gerçek bu. Sefaletimize görkem kazandıracağını umduğumuz şu hileli sokulganlığımız kimin umurunda! Elleri kolları bağlı sunduktan sonra oturup canavarla birlikte canlı canlı öz çocuğunu yiyenleriz. Çağlar öncesi masallar, kuşaktan kuşağa aktarılan alegorik anlatılar değil bunlar. Dünün, bugünün, şu anın değişmez manzarası.
Ne barbarlığa itaat, ne zorbalığa destek, bizi tam ve kusursuz tarif eden esaslı meziyetimiz, hile. Şaşmaz prensip, büyük sanatkâr, kendi zamanını ve çağını özümseyen ve hemen her zaman güç ve anlamın kendisi olup çıkan nadir ruhlara dadanmış, yüreklerini dişlerken erdemle dolup taştığına inandırdığını sanan küçücük dalaverecilerin coşturduğu yalan, yeltendiği cüretkâr entrika. Biz buyuz, başka bir şey de olamadık. Boşboğazlığı, düşünürün söz ustalığı; gündelik çıkarlara odaklı hesaplılığı, ozanın kavrayışı; dolandırıcılığı, tüccarın azmi; hainliği, renkli ve göz alıcı şişelerden yayılan muhteşem ışıkları bakışlarında biriktiren kimyacının dehası, korkaklığı savaşçının cesareti, açgözlülüğü dervişin kanaatkârlığı diye sunan şekilsiz bir kütle, acınası bir kafile.
Dün bizi günaha sürükleyen arsız neşemiz, bugün küçük düşüren kısık sesli iç çekişlerimiz. Azılı zorbalar kadar kötülüğe istekliyken de sinsi suçlular gibi günaha seğirtirken de umduğumuz aynı şeydi; korkunç suçlar işleyelim ama aldattığımıza da her darbe sonrası yine erdemli görünelim. Çünkü eski zamanların katışıksız kötülerinin bile son anında her şeyi olduğu gibi itiraf edecek dürüstlüğünden yoksunuz. Onlar ki akıttığı kanda cesaret, zehirlediği ruhta servet, yardığı yürekte kudret, almaya yeltendiği kafada etkinlik gördüğünde o muazzam yücelik karşısında onursuzca küçüldüğünü söylemek isterdi. Tedbirsizlikle anılacak böyle bir akılsızlığımız olmadı hiç. Nihayetinde, adanmış bize kandı diye kusurunu rezilliğimize denk, hainliğimize eşit saymak değişmez bilgeliğimiz, sonraki ana aktardığımız övülesi becerimiz. Doğru, dünyanın gizemlerini kavrayan ulu kafaların, ışığın bütün biçimlerini soğuran soylu ruhların da aldandığı çok olmuştur, ama onlarınki tıpkı bir sevenin aldanması gibi; sınırsız özveriden taşan duygunun biçimlerine inen incelmiş düşünceler, bir inancın güzelliğiyle tutuşan düşüncenin alevlerine yükselmiş hesapsız duygular yüzünden.