Sedat Şenoğlu
Teori ve pratiğin ilişkisi ve birliği sorunu, örgütlü devrimci siyasal yapıların kendi varoluşlarının mevcut hallerini, iddia ve misyon ilişkisi bağlamında sınadıkları ilkesel ölçülerden biridir. Ya da öyle olması gerekir.
İddiayı, tarihsel bakış ve teorik dayanak, misyonu da örgütsel-eylemsel yapılanma ve hareket tarzına dayalı pratik etkinlik düzeyi olarak içeriklendirmekte bir sakınca olmasa gerek. Başka bir konumlanma noktasından, teori ve pratiğin birliği sorununda, iddiayı, öznellik alanına ait “içsel”/içe dönük bir üretim, değişim ve gelişim dinamiği; misyonu ise, nesnellik alanına ait “dışsal”/dışa dönük bir değiştirici ve dönüştürücü dinamik olarak da ele alabiliriz. Ama her durumda, iddianın ve misyonun birbiriyle ilişkisinin ya da birbirleri üzerindeki karşılıklı etkilerinin değerlendirilmesi dışında, teori ve pratiğin birliği sorununu somut olarak anlamlandırmak mümkün değildir.
İddia, kendi kendisinin ölçüsü olamaz, misyon da öyle. Ve böyle yaklaşıldığı ölçüde de, teoride her şeyin açıklamasını soyutçuluğa, hakikatin bütünlüğünden koparılmış bir doğruculuğa hapsetme yoluna girilmiş demektir. Misyonda ise böyle bir yaklaşım tarzı, her şeyi yaptığından/yapılandan, yapabildiğinden/yapılabilenden ibaret görme, ve hareketin mabedinde bunu kutsama seanslarına dönüşmeye başlanmış demektir. Teori ve pratiğin kör noktalarını oluşturan ve değişik düzeylerde açığa çıkan bu zaaflı yaklaşımların, özellikle de devrimci hareketin krizli süreçlerden geçtiği zamanlar içinde daha belirgin gelişim olanakları bulması tesadüf değildir.
Emeğin pratik dünyasının geneli üzerindeki etkisi bakımından ele aldığımızda, sosyalizmin tarihsel yenilgisiyle sonuçlanan 20. yüzyıl sonlarından bugüne, dünya tarihsel krizin işçi sınıfı hareketini ve devrimci hareketi içine çeken ve örgütsel olarak yıkan/yutan bir kara delik gibi rol oynadığını biliyoruz. Durum esasen pratik bakımdan hala böyledir; emeğin pratik dünyasının örgütlü küresel hareketi ve devrimci, sosyalist hareketin küresel stratejik gücü ve mevzilenme yapısının düzeyi, bu tarihsel durumu aşabilmiş değil henüz. Ama aynı zamanda bu, pratik olduğu kadar teorik bir durumdur da; Marksizmin teorik krizinin-üstelik pratik durumu önceleyen bir süreçsel geçmişe de sahiptir-eşlik ettiği bir durum. Dolayısıyla teoriyle pratiğin birliği sorunsalı, bu anlamda tek tek Marksizan ve devrimci kolektif öznelerin kendileriyle başlayıp bitirebilecekleri bir çözüm çerçevesi olarak ele alınamaz.
Aslında antikapitalist mücadelenin 200 yıla yaklaşan tarihi sürecin hiçbir dönemde de böyle olmamıştır ve yaşanmamıştır. Marks-Engels, Lenin-Stalin, Mao’nun dönemlerinde de geliştiği ve tanımlandığı şekliyle, büyük devrimci partilerin ve devrim süreçlerinin gündemine gelen krizlerin teorik ve örgütsel pratik kapsamı ve dayanağı, her zaman sosyalizm ve devrimcilik adına emeğin pratik dünyası içindeki uluslararası burjuva ve küçük burjuva politik/ideolojik eğilimin ve gücün yarattığı ve dayattığı krizler olmuştur. Krizlerden çıkış da, bu eğilimlere karşı her yerde yayılan birleşik sosyalist ve devrimci mücadelenin yenileştirici gücü ve başarısı oranında ve uluslararası çapta sonuçlar yaratmıştır.
Örneğin; Lenin’de, “Bütün ülkelerin işçileri ve dünya halkları birleşin!” şiarı ve çağrısına ulaşan sonuç, 2. Enternasyonal’e egemen olan antimarksist revizyonist akımın yarattığı teorik/ideolojik ve örgütsel krize karşı mücadelenin başarısının en temel stratejik sonuçlarından biri olarak emeğin pratik dünyasını yeni bir düzlemde örgütleyen, birleştiren ve harekete geçiren uluslararası bir karakter kazanmıştır.
Bu örnekten hareketle, teori ve pratiğin birliği sorunsalının ele alınışı bakımından kritik önem taşıdığına inandığım bir yöntem ilkesine değinmek isterim. Kestirmeden ifade edilirse: teorik olanın pratik olduğudur bu ilke. Burada kaba/mekanik bir öncelik sonralık ilişkisinden söz etmiyoruz elbette; teori ve pratiğin bütünlüğüne bağlı bir yaklaşımdan, ama bu bütünlük içerisindeki karşılıklı ilişkiye zemin oluşturan maddiliğin, pratik olduğunu yaklaşımından hareket ediyoruz. Şöyle demiş oluyoruz son tahlilde; teorinin düşünsel maddiliği, pratiğin maddesel hareketinde içerilmiştir. Hani denmiştir ya vakti zamanında, teorinin çözemediğini pratik çözer diye, işte özellikle de büyük krizsel süreçler içindeki tıkanmaları ve açmazları, kör noktaları aydınlatan tarihin nesnel diyalektiğidir bu.
Emperyalizm tarafından sömürgeleştirilen ve bağımlılaştırılan ulusların işçi ve emekçi halklarının hiçte Marksist ya da sosyalist bir program ya da stratejiyle hareket etmeden, ama ulusal onur ve ekonomik sömürü ve ezilmişliğe karşı antisömürgeci hareketin tabanı hale gelişini ve kapitalizme/ emperyalizme karşı nesnel devrimci bir rol oynamaya başlamalarının stratejik anlamını ve zorunluluğunu kavrayan Lenin olmuştu. Anti sömürgeci bu tarihsel pratik hareket, teorinin geliştirilmesi ve genişletilmesinin de maddi zeminini oluşturmuştu.
Sömürgecilik, antisömürgeciliğin pratiğini yaratır, mücadelenin sosyalizme doğru tarihsel gidişinin maddi ilişkisi ve teorisi de zaten bir başlangıç ve maya olarak mücadeleyi sürdürenlerin yol, yöntem, biçim arayışlarının pratik doğasında vardır. Pratik, teorinin sorunlarını çözmeye başlamıştır zaten, mesele o yerel pratiğin evrensel bağıntısını kurmak, başkaca halkların mücadelelerinin bir parçası haline getirmek ve bütünleştirmektir, tarihin, öncesinden birikmiş evrensel aklının deneyimleriyle kaynaştırmak ve ortak çözüme taşımaktır.
Antisömürgeci hareketin, Lenin zamanındaki örnekte olduğu gibi, işçi sınıfı hareketinin, komünist hareketin teorik ve örgütsel krizinin çözümünün kaldıracı olduğunu göremeyen ve anlayamayan hiçbir politik anlayış, teorinin çözemediğini pratik çözer diyalektiğinden de bir şey anlayamaz. Lenin, pratiğin çözmeye başladığının bütünlüklü ve evrensel bağıntısını kuran ve bunu teorik olarak soylulaştıran olduğu için büyük bir teorik ve politik önder olmayı ve çağın önünü açmayı başarabilmiştir.
Şimdi de emeğin pratik dünyasında olan bitenler bize, teorinin çözemediğini pratik çözer belirlemesini doğrulayan şeyler söylüyor olabilir mi? Ve eğer bu doğruysa, kulağımız nerelere dikkat kesilmeli, gözlerimiz nerelere odaklanmalı? Bizi emeğin pratik dünyasının derin hakikatiyle buluşturacak teori ve pratik birliğinin evrensel nabzı nerelerde atıyor? Çağın kapısını açmaya zorlayanlar kim?
Bunları düşünmeye ve konuşmaya devam…