‘‘Egemen sınıf, boş zamanın tadını çıkaran mutlu, üretken bir nüfusun ölümcül bir tehlike olduğunu anladı (1960’larda bu olmaya başladığında ne olduğunu bir düşünün)’’
David Graeber, On the Phenomenon of Bullshit Jobs
Bu yıl Fransa için Sarı Yelekliler’den sonra yeni bir toplumsal hareketin ve başkaldırı dinamiklerinin, yeniden sahneye çıkacağı zamanı gösteriyor.
Fransa’nın kendi içindeki işsizlik, prekarite, güvencesizlik, yoksulluk, kâğıtsızların durumu, ırkçılık ve göçmenlere yönelik ayrımcılık siyasetinin inanılmaz boyutlara vardığı bir dönemde, üniversitelerde kadrosuzluk, güvencesizlik had safhaya varmış, okullarda eğitime ayrılan bütçe tamamen düşürülmüşken, araştırmacıların korkunç koşullarda, anlamsız işlerde çalıştırıldığı dip bir prekarite vaktinde, Macron hükümetinin emeklilik yaşını mezarda emeklilikle eş değere getirdiği yeni yasa tasarısıyla (Başbakan Elisabeth Borne’un tasarısı), bu yıl ve sanırım önümüzdeki dönemde Sarı Yeleklilerden daha radikal bir başkaldırı dinamiğine gebe bir Fransa bizi bekliyor.
Üstelik dünyadaki adaletsiz ekonomik gelişim, otoriter rejimler (İran’daki otokratik rejime karşı ayaklanmalar, Türkiye’deki otoriter rejim karşısında Kürtlerin ve muhaliflerin direnişi, Çin’de artarak süren otoriter baskıya karşı yeni sokak protestoları, ve kaynayan Latin Amerika, Avrupa) ve ekolojik talandan da uzak okunmayacak bir yeni liberal dalga yükselişe geçmişken…
Fransa’nın ciddi bütçe açığından bahseden ve 2014 Touraine yasasının (Sosyalist Parti adına Sosyal İşler ve Sağlık Bakanıydı) bir ivmesi olarak Macron hükümeti acaba gerçekten tek alternatif buymuş gibi hem aceleci şekilde, hem de yaş sınırı üzerinden bir emeklilik tasarısını gündeme getirirken, tek ayarlama parametresi yaş meselesiymiş gibi hareket etmesinin sebebi, bütün sendikaların sorguladığı bir durum.
Hükümet, emeklilik sisteminin ‘sürdürülebilirliğini’ sağlamak adına zaten halihazırda 62 olan yasal emeklilik yaşını, 1 Eylül 2023’ten itibaren kademeli olarak 64’e çıkarmayı hesaplıyor. Macron hükümeti enflasyonunun yükselmeye başladığı, yoksulluğun arttığı ve alım gücünün nerdeyse dibe vurduğu böyle inanılmaz preker bir zamanda, yeni yıla otoriter ekonomik müdahalelerle giriyor. Belli oluyor ki zenginler sendikası MEDEF (Fransa şirketler Hareketi) Macron hükümeti üzerindeki etkisini daha da arttırıyor, keza emeklilik yaşının yükseltilmesi sorunu -Macron’un kendi programında olsa bile, Fransız solundan sağına kadar her alanda ciddi bir rahatsızlığı işaret ediyor. Fransa’nın aşırı sağı bile hoşnutsuzluğunu daha yüksek sesle duyurmaya başladı. Irkçı hareket RN’in lideri Marine Le Pen bile ‘gösteri yapacak Fransızları anladığını’ söyledi.
Toplumsal hareketlerin ve özellikle yeni toplumsal hareketlerin 20. yüzyılda sosyolojik teori ve toplumsal mücadele içinde belki de en önemli dayanağı grevler ve işçi hareketleriydi. Özellikle 80’li yılların önemli neoliberal dalgası içinde (Fukuyama 1992’de Sovyetlerin çöküşünden sonraki duruma dair, tarihin sonundan, son insandan bahsediyordu) kriz halindeki toplumsal hareketleri meydana getiren en temel dinamik yeni siyasal ve toplumsal aktörlerin sahneye çıkmasıydı.
İşçi sınıfı okumalarının değiştiği post-Fordist dönemden bile çoktan çıkıldığı 21. yüzyılın çeyrek sonrası vaktinde, ‘bilişsel proletarya’ ya da yeni kognitif işçiliğin bugün dünyada post-Covid döneminde farklı deneyimlere, krizlere ve güvencesizliklere tabi olduğu aşikâr. Keynes’in vaat ettiği ve 1960’larda merakla beklenen liberal ütopya bile asla gerçekleşmemişken, prekariteyi yeni çalışma cennetinin anahtarı olarak (veya inanılmaz rekabetin, mobbing‘in) pazarlamak, krizlerle boğuşmanın belki de sınırlarına dayandığımız bir yeni dünyada, daha hangi korkunç sahneyi aralayabilir.
Emek dinamikleri 44 yıl sonrasında emekliliğe vardırılarak, aslında sosyal güvenliğe bağlı genel denetimin içine yöneltiliyorlar. Fransa’da da her yerde olduğu gibi Covid sonrası dönemde evden ‘tele-çalışma’ ile ilerleyen yeni emek sömürü, aslında satın alma gücünün düştüğü, istihdamın azaldığı, ekolojik krizin arttığı dönemde neoliberal teorisyenlerin çizdiği gibi ‘özgürlük’ alanına dair bir iş alanı tarif etmiyor. Bu durum dünyasal kapitalizm çağında şirketlerin finansallaşmasından daha çok, sermayenin yersiz-yurdsuzlaşmasına yönelik bir durumu gösteriyor. Akışkan sermayeden, akışkan iş alanına, akışkan bir kognitif beyaz yakalılara ama her halükârda güvencesiz işçilik tarifine yöneliyoruz.
David Graeber’in kendi kitabının ismiyle hareket eden ‘Saçma İşler’ (her işi yaparım ruhu) dediği (plazalarda, üniversite şirketlerinde raporlama, yönetim kontrolü vb. isler gibi) bir dönemde, Lazzarato’nun haklı olarak belirttiği gibi, (Marcel Duchamp ve çalışmanın reddi) güvencesizliğin ve borçlanmanın daha da yoğunlaştığı bir zamanda evden çalışma, başka türlü bir emek sömürüsünü, emeğin dışsallaştırılmasını ve tahakkümü, ev alanının tamamen iş alanına evrilmesini ön gören, her an randımanı yüksek bir özneyi, kendi tahayyül edilmiş özgürlük alanı içinden kurgulayan ve onu oraya hapseden bir kapitalist iş sahasının oluştuğunu gösteriyor.
Kapitalizm, uzaktan kumandaya bağlayıcı güçle denetimi farklı ‘özgürlük’ seçenekleriyle başka türlü kuruyor: evde yapılan işin, tatil havasında oldurulması, işe gitmek yerine, işi evden yaparken evdeki rahatlıkla, serbestlikle iş emeğinin teşvikini yönetiyor.
Paris banliyölerini gözlemlemek, sanırım ilkin metroların kesiştiği Kuzey Garı olan Gare du Nord ve République meydani arasındaki hattı izlemekle alakalı olabilir. Daha bir hafta önce bu meydan, Paris’teki politik cinayetler sonrası binlerce Kürdü ve Fransız dostlarını ağırlamıştı. Göçmenler ve grevciler arasındaki en bariz fark, sanırım öğrenciliğimden beri izlediğim sosyolojik bir durum olarak, grevciler eyleme giderken, göçmenlerin gitmek zorunda kalmasıydı.
Metrolarda da bu her zamanki farklı hava vardı; bu kez güvencesiz ve geleceksiz koşullarda çalışan, ırkçılığa maruz kalan göçmenler işlerine giderken, grevciler metroda ‘haydi grev alanı burası’ diye içerdeki herkese haykırmaktaydılar. Bu enteresan bir durum, keza göçmenleri de etkileyecek olan bu yasa tasarısı bütün toplumsal kesimleri ilgilendirirken, neden sadece sendikalılar eyleme gidiyordu veya neden göçmenlerin sendikaları veya issizlerin ortak alanları böyle bir çağrıyı yapamıyordu.
Çünkü genel anlamıyla bütün göçmenlerin fazladan iki kere daha maruz kaldıkları eşitsiz iş koşulları ve ayrımcılık, onların kendi alanlarında örgütlenmelerine veya seslerini sendikalı ücretliler gibi kurabilmelerine izin vermiyor. Güvencesizlik ve işsizlik hali ve hatta geleceksizliği göçmen işçilerin, işsizlerin ve kâğıtsızların evlerinde, iş yerlerinde daha sert şekilde işlediği pek aşikâr.
Emeklilik reformu herkes kadar göçmenleri de ciddi şekilde ilgilendiren toplumsal bir sorundur. Fransızlar Ukrayna savaşının ciddi etkilerinin olduğu bu zamanda, güvencesiz koşullarda ay sonunu, alım gücünü ve olası elektrik zamlarını düşünürken, emeklilik yaşını daha da uzatan tasarı acaba yeni bir ayaklanmayı ateşleyen kıvılcım mı olacak?
Ekonomik kriz meselesi, her şeyden önce siyasi bir soruyu, Fransa’nın sosyal devletten feragat eden yönetme sorununu akla getiriyor. İktidardaki parti, ‘İlerleme halindeki Cumhuriyet’ ve Macron hükümeti de aslında bir yönetme krizi yaşıyor.
İşte tam da böyle bir preker-güvencesizlik döneminde, finansın soyut, kişisel olmayan, hatta opak şiddetinin ve kaydileştirilmiş gücünün kavşağında Fransa, 2006 CPE eylemleri (prekarite karşıtı dalga), 2016 Gece Ayakta, 2018 Sarı Yelekliler halk ayaklanmalarından sonra, Macron hükümetinin emeklilik yaşını 64’e yükseltmeyi arzuladığı anda yeni bir grev dalgasına dahil oluyor.
Bir milyona yakın insanın 19 Ocak 2023’te başlayan ilk grev çağrısı için sokaklara inmesi neyi işaret ediyor (200’e yakın gösteri düzenlendi, 400 bin kişi Paris’teydi). Bu grev eyleminin Melenchonistlerin (NUPES ve bileşenleri) tarafından düzenlenen Ekim’deki ‘pahalı hayata karşı yürüyüş’ ten daha fazla etkili olduğu söyleniyor. Ve önemli muhalif aktörlerden biri olan LFI’nin en etkin isimlerinden Melenchon, Macron’un bu neoliberal hamlelerini haklı olarak ‘tüm varlığımızı ticarete dönüştürüyor’ diye yorumluyor. Evet Fransa bir eşikte ve bu eşik, geleceğin Avrupa’sının toplumsal dinamiklerini ve yeni ayaklanma formlarını da etkileyecek daha radikal bir süreci işaret ediyor.
Uluslararası bağlamda, emeklilik tasarısının bu muğlaklığı ve neoliberal virajı, büyük markaların kendi işlerini uzak Asya ve Afrika’da taşeron şirketlere, (çocuk ve yaşlı emeği sömürüsüyle ) atölyelere yaptırarak gösterdiği gibi, emeklilik yaşının ileri çekilmesiyle başlayan süreklileştirilmiş ve dışsallaştırılmış aşırı sömürü biçimlerinin veya kötüleştirilmiş çalışma koşullarının varlığını gizlemeyi mümkün kılıyor.
Ne yazık ki sosyal sermaye, bireyler arasındaki bağlardan, ağlardan, normlardan ve güvenden oluşmuyor. Çoğunlukla devletten bağımsız bir yurttaş katılımı içinde inşa edilen bu durumun yerini eşitsizlik (yayınlanan eşitsizliklere ilişkin OECD raporlarına ve COR, 2022, Fransa’da emekli maaşlarının gelişimi ve beklentileri, 15 Eylül 2022 tarihli rapora bakmakta fayda var), mobbing ve ‘adam’ kayırmanın aldığı bir zamanda bu durum, prekaritenin en dip noktası olarak üniversitelerden bütün iş alanlarına kadar her yerde emeklilik tasarısı gibi kurumsallaşma eğilimindedir.
Emeklilik tasarısı aslında Fransa’da 1995’teki J. Chirac başkanlığında, Alain Juppé dahil birçok farklı hükümet döneminde reform olarak ele alınmıştı ve uzun süredir yaşlılardan daha çok gençleri, özellikle de 2023 sonrası iş hayatına yeni başlayacak olan Fransız gençliğini ilgilendirdiği için olsa gerek, gecen günkü grevin gösterisinde en çok gençlik dinamikleri yer aldı. Keza grev hareketlerini her halükârda medyada, sokakta, sosyal ağlarda izleyen, dahil olan en preker, geleceksiz sınıf olan gençler ki onlar hükümeti bu reformdan geri adım attırmaya meyilliler.
Bu emeklilik yasa tasarısı ile (katkı süresi, asgari emeklilik, özel programlar, ‘uzun kariyer’ gibi ekleri barındırıyor) elbette 2006 CPE eylemlerinden daha sert (İlk iş sözleşmesine karşı hareket) bir eylem dönemine girilebilir, keza Fransa ciddi bir ekonomik ve işsizlik krizinin esiğinde. Ve sendikalar CFDT, CGT, FO, CFE-CGC, CFTC, Unsa, Solidaires ve FSU şimdiden kamuoyuna açıkladıkları gibi 31 Ocak’ta ikinci grev dalgası için ulusal bir seferberlik hazırlığı yapmaktalar. Dolayısıyla uzun vadeli olmak isteyen ve tahminen tüm sektörleri etkileyecek olan sendikalar arası bir seferberlik çağrısı bu. Peki bu neyi hedefliyor?
Bu yasa tasarısı bütün Fransız basınının özellikle işlediği gibi sadece emekli maaşı reformunu değil ‘sosyal güvenlik’ yasasını değiştiren yasa tasarısını da bu kapsamda geçirmeyi planlıyor. Ve sendikalar, isçi dinamikleri, sol partiler grevle başlayan toplumsal seferberliği ve eylemi sertleştirme, grevde olan ücretlilerle dayanışma yönündeki açık arzularını şimdiden ilan ettiler.
Bu olay bize özellikle günümüzü tanımlamak için uygun görünüyor: ekonomi, eylem ontolojisi ve siyaset bir araya geldi ve metaforik olarak söyleyebiliriz ki, ayaklanma biçimleriyle ilgili dinamik alanlar artık aynı transversal boylama sahip olarak, bu eylem haritasının etrafına yerleşiyor.
Belki burada toplumsal grevden bahsetmek son kez önemli olabilir, elbette herkesin arzu ettiği bu mücadele, neoliberalizmin yönetişim sisteminin temel bir aracı olan özelleştirmelerle, emeğe yönelik saldırıyken, ayni şekilde gelirleri bütçe üzerinden finans kapitale aktarıyor. Diğer yandan Macron hükümeti ve neoliberaller, bu yasa tasarısı veya benzeri planlamalarla yönetimselliğin gücünü sınayıp, toplumsal kesimler ve emek sınıfları üzerindeki tahakkümünü bir model haline getirmek istiyor.
Sürekli prekerleşen Fransa’da çalışanların alım güçleri azalırken (Sarı Yeleklileri hatırlamak yeterli) neoliberalizmin otoriter kriz aralığında olduğu bir zaman diliminde, bunu güçle sınayarak kurmayı da düşünen hükümet, sanırım toplumsal mücadelelerin önüne geçecek bir hamleyle parlamenter demokrasideki muhalefet dinamiklerini de tasfiye etmek istiyor. Sanırım bunun karşısında sokağa inenler, protesto dinamikleri, ve emeğine sahip çıkanlar veya işsizler, siyaseti geri almak için yeni bir çoklu başkaldırı gücünün kulvarına yanaşıyorlar.