“şimdiki zaman
devam eder olabilsin diye
uzun zaman önce”
İlk görenden beri, sonrakinin her seferinde görüp atladığı; şairin üstüne konup bırakmadığı ve okurun her okuyuşunda yakalamak istediği şeyin “tüm dünü ve yarını şimdiki zaman içinde eriyor, tüm neşesi ve kederi, hem burada hem orada, zaman ve uzayda.”
“Şimdiki Zaman”ı nasıl açacağımızın şüphesi büyük ancak Gary Snyder’in “Şimdiki Zaman” kitabını bu denli huzursuzlukla açmıyoruz. Kitabın girişinde, Outriders, Snyder’in bireysel yaşam öyküsü ve şiirindeki yapı ve öğeler düşünüldüğünde özenle seçilmiş bir bölüm başlığı gibi duruyor. Kendisi de bir Beat kuşağı şairi olduğuna göre, diğer kuşaklara öncülük yapma, ya da henüz açılmamış bir yolu açma anlamında -muhtemelen kuşağını da selamlayarak- anlamsal bir göndermeler bütünü içermesini istemiş olabilir. “Şimdiki Zaman” kitabının giriş bölümüne öncülük yapan, önde koşan, önde ilerleyip yol açarak geridekileri peşi sıra sürükleyen bir sözcükle başlatmak da oldukça metaforik; belki de bunlar okurun hesabına yazılacak yorumlar. Yine de bir kitabın stratejisini oluşturmada bu türden “hileli” oyunlar şiire yakışır parıldamalardır.
Bir şairin gözüne ne parıldarsa şiirine davet etmek ister. Ancak aynı parıldayışları herkes gibi her şairin de yakalayamayacağı bir kural olmasa da işin sıkı bir gerçeği. Her şey bir parıldayış gibi gelmese de başka bir formda şair onu parlatabilir; bu da şairin yazma kurallarında olmayan gerçeği. Birini, şair olarak söz konusu ettiğimizde nelerden beslenmiş olabileceğini düşünür ve şirini çözümleyemeye çalışırken bu etkileri de varsa değerlendiririz. Snyder’in yaşamına ve tercih ettiği biçimlere baktığımızda şiirine konu olan şeyi de görürüz; dağlar, böcekler, ağaçlar, vadiler, ormanlar, kuşlar ve elbet insan. Bu, sadece onda görülen şiirsel “şeyler” olmamakla birlikte yaşamını da şiirini de daha çok oradan kuran biri olarak baktığımızda öne çıkartan öğeler.
Birer üst isim -hayvan/omurgalı/köpekgiller gibi gittikçe özelleşen- olarak sıraladığımız sözcüklerin giderek çoğullaşması, onlara dair isimlendirmeleri de çoğaltma gereğini ortaya çıkarıyor. Günlük dilden farklı olarak çalışan bir dilin gerekliliğinde, kuş artık sadece kuş türü olarak, ağaç da artık bitkilerin altına yerleştirilerek açıklanabilmekten kurtuluyor. “Yakından” bakanlar için ise her biri neredeyse, sadece insana özgü olarak tarif edilmiş bireysel isimleri almayı hak ediyor. Snyder’i işte bu yakından bakanlardan biri olarak değerlendirdiğimizde, şiirindeki öğelerin neden giderek uca doğru isimler aldığını fark edebiliriz.
Şiir için bir tarif, belki de yakından bakabilmektir. Mesafenin ötesinde, en uzak mesafelerden biri olan rüyaya alarak yakınlaştığında, “Akteon Tazılarına Adlar”a konuk olan tazı türü köpek onlarca farklı isimlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Tazıyı nasıl adlandırdığımızın önemi yok gibi oysa bir gösterge olarak duran “tazı”nın yerli dilde ve yerli olandaki gösterilenine denk sadece Akteon tazısı olarak tarif edilende yaklaşık kırk ad var -bilinebildiği kadarıyla. Sadece şiire ait olamayacak kadar dilin neredeyse tüm haznesinin ve hazinesinin kullanımını gerektirecek bir çeşitlilikten bahsediyoruz. Bir dilden diğerine, gösterilene denk bir gösterilenle çözülemeyecek olan zira şiir söz konusu olduğunda sesle bir ayar vermeye çalıştığımız anlamsal bütünlükler, yerlinin dilinde, zaten çoktan orada olarak imdada yetişiyor. Onun ufkunda gösteren tek bir gösterilene denk düşmeyip, herhangi bir ağacın altında gölgelenmekte olan gözlemci-insan tarafından “genel” bir tazı gölgesi altında şematize edilemeyecek denli çeşitlilikte zengin ve anlamca yoğrulmuştur.
“Kaplumbağa Adası”nın bir yurttaşı olarak “Gecenin Sonu ile Gelen Günün Evreleri”nde tetikte bekler gibidir şair. En şairane tutumlardan biridir tetikte olmak, her an parıldayacak bir şey, sönmeden yakalanmalıdır. Kaplumbağa Adası, yerlilerin Amerika kıtasına verdikleri isim. Kültürel olana sıkıca olduğu gibi, doğanın ilkel haline de sıkıca sadakatle davrandığında, bütün bu isimlendirmeler anlamsal varyantlar oluşturduğunda, kulağını kabartmış şair için şiirsel birer “fon”dur sadece.
Kış gelip de toprak uzun sürecek bir uykuya kar örtüsü altında daldığında, “Kaliforniya yerlileri için kış, hikaye anlatma zamanıydı.” Bütün bu birinci dereceden öykünmeye dayalı yaşayabilme uğraşları, kış uykusuna yatan etraftaki hayvandan kendisini sıyırmaya çalışıyor. İnsanın kış uykusuna yatmaktan alıkoyan “ızdıraplar”ı var; söylencede, masalda ya da şiirde dile gelen bu ızdırap gözleri açıp “dışarı”yı izleyerek geçecek türden değil-di.
“Hikaye anlatma zamanları”nda miş’li geçmiş zamanın izleri sözlü aktarımı zinde tutan en güçlü besin kaynağı. Hikayeyi oluşturan, hikayeyi dile getirenin dilde saklı tuttuğu, anlatıcıya tanıklık eden şairin yeniden kurduğu bağla biçim verdiği şey, tek tek sözcüklerden, çağlardan ve vadideki taşlardan sıçrayarak “şimdiki zaman”larda çoğalarak akmaya devam edecek gibi:
“burada on metre çapında sıcak kil kulübelerde mum diye ziftli çam çıra
yakmıştı kadim insanlar
yüzyıllar önce kar üstüne yağan kar-
kulübedeki ateşin ışığı ve yanan ziftli çıralar”
Şair nerede konumlanır; neyi eşeleyip de içinde işine yarayacak ya da ele gelecek bir malzeme peşindedir. Portre olarak şairin imgesi, yamaçtaki taş üstüne oturup rüzgara karşı, bazen batmakta olan güneşe ya da dolunaya karşı vadiyi, ufku -ya da hep patikayı izleyen-, bildiğimiz ve yukarıdaki tazı örneğinde olduğu üzere, şekil verebileceğimiz birinin bedenine ait sınırlara hapsedilemez gibi.
“yabanın parlayan yolu
-teorisi
Dünyanın amansız, kısa ve sıkça ızdırap dolu olduğudur…”
Yaban, buradaki dizelerde olduğu üzere, varlığından beri kendisini kime açar ya da neden herkese açmaz? -Bu herkesle kasıt, buradaki şiirlerin şairini de unutmadan, sadece insan olmasın. Snyder’in şiirini “doğanın ortasından” [-ancak “doğal ortamda değil”] yazdığını ve insan dışındaki canlılık konusunda hassasiyetini de hesaba katalım-. Dünya elbette sadece ızdırapla dolu değil, ancak üzerine düşünen-ler için yoğun bir etkilenim biçimi. Izdırap, tam da yazdığımız bu dilde ses bakımından “sağlam” bir bireşim olmakta.
Dillerin bir diğerinde ses olarak veremeyeceği anlamsal birimleri vardır. Haliyle şiirin çevirisinde en çok başvuracağımız yollardan biri, o dilde denk gelecek ama bir öncesi ve sonrasıyla da uyumlu olma imkanını taşıyacak ve aynı zamanda “şiir”de en çok karşılaşılan meseledeki gibi, “iyi” şiiri de ortaya çıkaracaklardan olan sözcüğü bulma becerisini gösterebilmektir. Dünya, olma biçimi ve üzerindekilerle bütün olarak her seferinde kendisini düşünene kendini açarak, aynı zamanda hükmederek yapısına yaraşır bir biçimde dönmeye devam ediyor. Jeolojik stoklarını azaltan insan üzerinde yaşadıkça ona ne katmıştır dersek; başka şeylere olduğu gibi ona da -ya da aslında sadece ona- yüklemelerde bulunmak, belki en çok edebi edimlere imkan verdiği ölçüde düşünmenin ortaya çıkardığı eylemlerdir. Şair de dünyanın nasıllığına ilişkin, zamansal ancak daha çok tarihsel konumuyla bağlantısıyla ona yeni ve öncesinde yazılı düzlemde verilmemiş yüklemler “uydurur”. Rastgele değil, şairane tutkuya yaraşır biçimde ancak o dilde sesi sese ulayacak şekilde uydururken uluyabilir de. Snyder’in birçok kıtada, ama bilhassa Amerika kıtasının dağ ve vadilerinde sıklıkla ulumalara tanık olduğunu söyleyebilmenin de bir uydurma olmadığına tanık nicesi gibi bir rota var:
“ağrıyan diz, acıyan omuz -ama- o buzlu alana adımını atmak üzeredir, orayı geçer ve karşı tarafa iner, aşağıda daha fazla kar, kaya ve köknar var. Şimdi bu an güneş ve rüzgar -küçük bıçağım, ateş yakma kitim, kök salmış kızım ve bu yalnız rota”
Snyder’in “şimdiki zaman”ına çağırıp yeniden kurduğu ve dilde katmanlar halinde üst üste binmiş “tuğla” gibi sözcüklerden oluşmuş bir “şimdiki zaman”a hitaben:
“Yeniden inşa edilmiş, eski binaların eski taşlarından
eski tuğlalar ve taşlar daha eski taşlar üstünde
-her daim değişen diller
kırık yuvarlanmış molozlu yokuşlar yeniden”