Erdoğan’ın NATO çıkışı, iç politikada sıkıştığını, gündem yaratamadığını, Federe Kürdistan’da istediği sonucu alamadığını ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrası girdiği denge politikasının kendisine ait olmadığını gösterdi. Gündem yaratmakta ve manevrada başarısız olan iktidarın oluşturduğu boşluğu, çözüm öneriyle muhalefetin hızlıca doldurması elzem görünüyor.
AKP-MHP iktidarının Kürt karşıtı politikası her alanda uygulamaya konulmaya çalışılıyor. Bunun en son örneği NATO’nun kısa süre önce aldığı ve Rusya’nın işgalini fırsat bilerek hızlıca devreye koyduğu genişleme kararı kapsamında İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması sürecinde görüldü. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO’nun her üyesinin “evet” demesi şartıyla yeni ülkelerin katılım sağlayabileceğini bilerek, “evet dememiz mümkün değil” dedi. Erdoğan’ın açıklaması önde gelen NATO ülkeleri tarafından tepki ve diyalog önerisiyle yanıtlandı.
Birkaç gün sonra hükümetin “evet demeyiz” söylemlerinin arkasında birkaç plandan birini, Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın açıkladı. Kalın, İsveç ile Finlandiya’nın PKK’ye verdiğini iddia ettiği desteğin son verilmesi şartıyla “evet” diyebileceklerini ifade etti. Kalın, NATO’yu krize sokmak gibi bir isteklerinin olmadığı mesajını da verdiği açıklamasında, Erdoğan’ın keskin söylemini yumuşattı ve “Finlandiya ve İsveç’e kapıyı kapatmıyoruz” dedi. Dışişleri Bakın Mevlüt Çavuşoğlu da Berlin’de düzenlenen gayrı resmi NATO dışişleri toplantısında gerilimi düşürmek için gitti. Bu süreç doğal olarak Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto’nun dikkatini çekti ve Erdoğan hükümetinin açıklamalarının hızlı şekilde değişime uğradığını, kısa süre önce Erdoğan ile görüşme yaptığı ve olumlu yanıt aldığını söyledi. Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın dikkat çektiği nokta, bize Erdoğan hükümetinin bu konudaki politik amaç ve araçlarına dair ipuçları veriyor.
İç politikada alıcısı var mı?
Erdoğan’ın keskin şekilde “evet diyemeyiz” söyleminin kurmayları tarafından kademeli olarak yumuşatılması, propaganda yönteminin “ilk tepki akılda kalır” ilkesi gereği, iç politikaya dönük olduğunu düşündürüyor. İç politikayı olası NATO krizi üzerinden domine etme genelde kriz alanı açarak, çoklu hesap yapmayı iş edinen Erdoğan yönetiminin birinci amacı olarak görülüyor. İçerde ekonomik ve siyasal-yönetimsel olarak sıkışmış Erdoğan hükümeti, seçim sürecine girildiğinde benzer örneklerini geçmişte yaşadığımız bir kriz alanı açmayı hedefliyor. Keza bu yöntem 2017 ve 2018 seçimleri öncesinde Hollanda ve Almanya ile yaratılan krizlerde işe yaramıştı. Türkiye’de halen NATO ve Batı karşıtı tutumun alıcısı bulunuyor ancak Türkiye’deki ekonomik-politik koşullar ve geniş kitlelerin beklentisi geçmişten oldukça farklı, yani “ekmek derdi” olduğu düşünüldüğünde, Erdoğan’ın herhangi suni bir krizde ve çöken ekonomi üzerinde manevra yapma şansının olmadığını da gösteriyor.
Bu boyutta, bir diğer önemli nokta, Erdoğan’ın NATO çıkışı ile Federe Kürdistan’da 17 Nisan’da başlatılan savaş arasındaki ilişki. Siyasi iktidarın, operasyondan istediği sonucu alamadığı her geçen gün daha fazla tartışılıyor. Operasyonun başladığı ilk günlerde sürekli canlı yayınlar ve güçlü manşetler vermeye başlayan hükümet yanlısı medya, son zamanlarda operasyonun sonuçlarına dair haberleri geri planda tutması, operasyonlarının sonucuna dair önemli fikir veriyor. Bu kapsamda, siyasi iktidarın Kürde karşı saldırıdan alamadığı sonucun boşalttığı ana gündemini, yeni bir Batı kriziyle doldurması muhtemel görülüyor. Başarısız bir savaşın sonuçları yerine başarma ihtimalinin pompalandığı NATO ve Batı karşıtı bir kampanya, hükümet için propaganda sürecinde kötünün iyisi olarak değerlendiriliyor.
PKK karşıtı kutbu genişletmek
Erdoğan’ın NATO çıkışındaki bir diğer amaç ise “PKK tasfiyesi” konusundaki sıkışmışlığından ileri geliyor. Uzun zamandır istediği sonuçları alamayan siyasi iktidar, veto şantajı yaparak, PKK karşıtı kutbu Finlandiya ve İsveç ile genişletmeyi arzuluyor. İsveç ve Finlandiya’ya “PKK’ye desteğe son verin” şeklindeki söylemlerinin Avrupa’da PKK’nin “terör” listesinden çıkması yönündeki kampanyaların etkili şekilde sürmesi, Federe Kürdistan’daki saldırılara özellikle sendikal alandan tepkilerin oluşması ve Belçika’da aynı konuda yargılamanın sürdüğü döneme getirilmesi de iktidarı harekete geçmeye zorluyor. Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Avrupa’ya enerji akışının sağlanmasında çıkan sorunlar da belirleyici oluyor. Rusya’ya uygulanan ambargo ve doğalgazın Batıya gidiş sorunu, Federe Kürdistan Bölgesi’nde bulunan ve yeni keşfedilmeye hazır olan enerji yataklarının Türkiye üzerinden taşınması planlanıyor. Erdoğan hükümeti de PKK karşıtı kutbu genişleterek, değişen jeo-enerjik koşullarda yer edinmek istiyor. Ancak önümüzdeki dönemin bölgesel dengelerdeki belirleyicisi olması beklenen Federe Kürdistan’daki savaştan istenilen sonucun gelmemesi, bu hesabı bozuyor.
Rusya’ya mesaj
Erdoğan hükümetinin çoklu hesabının bir boyutunu da Rusya oluşturuyor. NATO’nun bu noktada iki yönlü politika yaptığı anlaşılıyor. İlki ve geçerli olan Erdoğan’ın “evet” söylemine karşı “diyalog” çağrısı. İkincisi, Kanadalı senatörün “Türkiye’yi NATO’dan atın” açıklaması. Bu açıklama, bir senatörün tepkisi olarak değerlendirilmiyor. Aksine Amerika kıtasındaki iki güçlü NATO üyesinden biri olan ve G-7 içerisinde yer alan Kanada’nın güçlü pozisyonu üzerinden düşük seviyede “sınırlarını bildiren” açıklama olarak değerlendiriliyor.
Burada NATO bileşenlerinin daha resmi olan “diyalog” çağrısı, Erdoğan’ın Rusya karşısında denge politikasının onaylanmasıyla bağlantılı. NATO, Erdoğan hükümetine kısmen Rusya’ya göz kırpan açıklamalar yapmasına zemin hazırlıyor. Ama bunu da bir sınırı var. Kanada’nın açıklaması, bu sınırı ifade ediyor. Rusya konusunda Erdoğan hükümeti, önceden çizilmiş sınırların içerisinde, günlük algılar yaratarak oynamaya devam ediyor.
İktidar boşluk yaratıyor
Sonuç olarak Erdoğan’ın NATO çıkışı, iç politikada sıkıştığının, gündem yaratamadığının, Federe Kürdistan’da istediği sonucu alamadığının ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrası girdiği denge politikasının kendisine ait olmadığının göstergesi. NATO ile S-400 ve Suriye’deki Kürt güçlerine yardım konusundaki geçmiş kriz deneyimleri, Kanada’nın sınır çizen açıklaması ve İsveç ile Finlandiya’nın resmi prosedürü aksamadan NATO’ya katılım için başvuru yapması, hükümetin bu politikadan sonuç alamayacağının önemli ibareleri olarak okunabilir. Hükümet suni gündemle iç politikayı belirlemeye çalışıyor ama yönetememe krizinden doğan ekonomik çöküş tablosu devam ettikçe, hükümetin bu çıkışlarının karşılık bulması mümkün görünmüyor. Bu noktada eğer değerlendirebilirse muhalefet için bir fırsat daha oluşuyor. Gündem yaratmakta başarısız olan ve manevra yapamayan iktidarın oluşturduğu boşluğu, önümüzdeki dönem için toplumsal sorunlara dair plan, proje ve çözüm öneriyle muhalefetin doldurması elzem görünüyor.