Cezaevinde 28 yılını tamamlayan şair İlhan Sami Çomak, “Bu kuşatılmış mekanın asla ilham verici olmaya niyeti yoktur. Aksine mümkün olsa bütün ilhamı kendi eleğinden geçirerek size ne yazmamız gerektiğini buyurmak ister. Zaten mekan sadece bedene değil ruha hükmetmek isteği üzerine kurulmuştur” diyerek mekan-yazı ilişkisini sorguluyor. Çomak’la hayata, mahpusluğa, edebiyata ve şiire dair söyleşimizin ikinci bölümünü paylaşıyoruz.
Birçok ödüle layık görüldünüz, hatta en son sizin de öğretmeniniz olan Metin Altıok’a adanan şiir ödülünü aldınız. Fiziken bu süreç içinde olmasanız da mektuplarınızla sürece dahil oldunuz. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz?
Layık görüldüğüm ödüller için düzenlenen törenlerde bulunamamak kanıksadığım bir şey oldu artık. Ama bu, ödüllendirilmekten duyduğum sevinç ve mutluluğu engellemiyor doğrusu. Nitekim aslolan sesimin, yazdıklarımın duyulup görülmesidir. Böyle bakıyorum konuya.
Metin Altıok adına düzenlenen ödülü benim açımdan biraz daha ayrıcalıklı ve değerli kılan şey ise Metin hoca ile tanış olmamdan kaynaklıydı. Şiirden önce başlıyor ama şiirin, dizenin, imgenin tahakküm ettiği gerçek bir insana, onun sesine, sözüne, boyuna posuna, yürüme biçimine dek ulaşan somut bir tanışıklık. Böyle olunca hem bir akrabamın beni takdir etmesine benzer bir doyurucu övünçle hem de geçmişin bugünüme el atarak beni sevgiyle tarif ettiği gibi hislerle ama daha çok da şenlikli bir hava ile doldu içim.
Ödül töreni için yazdığım mesaj ise heyecan yükümün fazla olmasından olsa gerek önceki törenlerde yazdığım mesajlarla kıyaslandığında tutuk bir ruh halinin göstergesiydi sanki. Hocalık bilgeliktir ve ben Metin Hoca’nın öğrencisi olma bilinci ile bir sorumluluk yükleniyordum. Demek ki öğrencilik de bakidir. Metin Hoca’dan öğrenecek çok şey var. Ne mutlu bana ki böyledir.
Her ödül aldığınızda ya da kitaplarınız yayımlandığında “Dışarıda olsaydım şunları da yapardım” dediğini ne oluyor?
Ben yapmak istediğim şeyi yapıyorum zaten. Şiir yazıyorum. Dışarıda da olmasam yine bunu yaparım; bunca yıldan, bunca uğraştan sonra bildiğim en iyi şey yazmaktır zira. Elbette mahpus olmanın çalışmalarıma koyduğu pek çok tehdit var. Dışarda olmak benim ve şiirlerim üzerindeki bu sınır ve engellerden kurtulmam anlamına gelir. Bu ise yazdıklarımı okura ve şiir kamusuna daha doğrudan ve hızla, bugünküyle kıyaslanmayacak şekilde büyük bir hızla sunma imkanına kavuşturacaktır beni. Dolayısıyla özgürlük daha dinamik ve geniş, belki daha akıcı dıştaki etkilerle değişimi bugünkünden daha tedbirsizce kabul eden bir şiir pratiğine yönelmemi koşullayacaktır, kim bilir. Bütün bunların benim yükümü epey azaltacağı ortada.
Öte yandan ‘dışarıda olsaydım şunları da yapardım’ diyecek bir pozisyonda değilim kesinlikle. Zira benim bıraktığım hayatla bugünkü hayat ve ilişkiler aynı değil. Bundandır ki şiir için ya da yapılacaklar için somut bağlamlar, yaratıcı yeni adımlar oluşturmuyor kafamda. O gün gelsin, dışarıya çıkıp hayatla ve insanla hemhal olayım; işte bu sorunun cevabını o zaman vermeliyim. Doğru cevaba ancak böyle varırım kanımca.
Çıktığınızda edebiyat çalışmalarınıza devam edeceğinizi umuyoruz. Peki sizin planlarınız neler? Mesela dışarıda ilk yapmak istediğiniz ne?
Edebi çalışmalarıma devam edeceğim elbette. Bunu istiyorum. Hem, dediğim gibi daha iyi bildiğim bir şey de yok zaten elimde. Yazmak kimliğimin ana rengi ve bunu büyük bir sevinçle sahiplenerek çoğaltmak sadece üretmek anlamına gelmiyor, bir de şair ve yazar kimliğimi beslemeyi de içeriyor.
Bunca zamandan sonra dışarıda ilk yapacağım şeyler listesi o kadar uzadı, istekler birbirine o denli ayrılmacasına karıştı ki ne desem gerçeğin hükmü karşısında beyhude kalacak sanırım. Buna karşı ben de sadelikle işi oluruna, isteklerin yönlendirici sınır koyuculuğuna değil de anın önüme süreceği şeye tabi olmaya daha yakın oluyorum sanki. Ama şeylerle, bütün o nesneler dünyasıyla zamanla ilişkisi kesiliyor insanın.
Değişmeyen bir şey varsa sevdiklerime duyduğum ve bu şartlarda asla giderilmeyecek doyumsuz özlemdir. Öyleyse bütün sevdiklerime doyasıya sarılma, uzun uzun dokunma, onlara kayıtsızca, zaman tükendi derdi olmadan sohbet etme ve bir de ufka, o sonsuz genişlikteki imkana tutunma tercih edebileceğim en doğru şık olacaktır. Sevdiklerimin vereceği huzur ve mutluluk ile dünyanın genişliğini düşünmek bile hafifletici.
Yazarken duygu ve düşünce dünyanızın bu kadar geniş olmasının sebebini neye bağlıyorsunuz?
Şayet duygu ve düşünce dünyamda belirttiğiniz gibi bir genişlik varsa öncellikle bunun sebepsiz veya kendiliğinden olmadığını tespit etmeli. Yazdıklarıma, şiirlerimin dünyasına genişlik, farklılık ve tazelik katmak sanıldığının aksine hiç de kolay ulaşılan bir düzey olmadı benim açımdan. Böyle olması için çok çalışmam gerekiyor.
Kısa dönemlerle el atıp bir aşamaya veya olmuşluğa varmakla biten sınırlı bir çaba değil sözünü ettiğim. Ara vermenizi kabul etmeyen daimi bir uğraş, sürekli beslemeyi isteyen nazik ve küsmeye çok teşne bir açıklık hali bu aslında. Sadece şiire çalışmakla giderilebilecek bir açıklık da değil hani. Edebiyatın ve sanatın diğer kollarına, arkadan da diğer disiplinlere uzanmamızı buyuran, eserlerinizde sizi yüzeysellikle cezalandıran hiç bitmeyen gönüllü bir sınav adeta.
Ben yazmaya mecbur bir insan olarak bu sınavda çalışma azmimi hep bilerek, yanına hayal gücü ve yeteneğimi katarak hazırlanıyorum. Böyle olunca şu ana kadar, tüm zor şartlara rağmen yaratıcılık ve onun taşıdığı taze hava beni hiç yalnız bırakmadı. Duygu ve düşünce dünyamdaki genişlik dediğiniz şey böyle tezahür ediyor. Öyle olmalı.
İçerde yazmaya başladınız. İçerde sizi yazmaya teşvik eden etmenler neler oldu?
Beni yazmaya teşvik eden esas konu aslında basit bir ihtiyaçtan doğdu. Ben kendimden ve hayattan sıkılmamak için yazmaya yöneldim. Burada, zamanın akışını kundaklayan bir mekanda yaşamak büyük güçlüklerle uğraşmanızı gerektirir. Zaman çünkü inanılmaz kıvamlı hale gelir, akmayı neredeyse unutur. Mekan zaten akar ve ruhu kuşatmak amacıyla inşa edilmiştir. Zamanın akmayı unutan bilincinden, mekanın kötücül kuşatıcılığından varlığımı korumak ve temiz bir yere taşımak için şiire, yazıya inanmayı seçtim ben. En nihayetinde bu ufunet kuyusunda tüm duyguların gelecek beklentisi ve umudun her an görmesi dışarıdan sürekli şekilde temiz ve taze havanın pompalanması ile mümkündü. Şiir bana bu imkanı verdi.
Somut gerçeği değil de özlem ve isteklerimi önemsememi önerdi şiir. Yazarak kendi geçmişimi, anılarımın desteklediği karakterler ve kişiliğimi bu kötülük ortamından koruyabildim. Buradaki amansız tekrar amaçsız, isteksiz bırakmaya odaklanmış aç bir ağız gibi kişiyi dehşetle sarmayı iyi biliyor. Ben şiir yazarak kendimi korudum derken aslında basit bir şey söylüyorum bir bakıma. Şiir yazmakla kendime bir iş buldum. İşsiz bir insan ister burada ister dışarıda hayattan hızlı kopar. Bu yüzden üretmek, şiirle bir şeyler başarmak, kendime olan saygıyı da korumama, işe yarar biri olduğumu kanıtlamama yol açtı.
Yazmaya yönelmemin bir diğer etmeni de sessizlik ve yokluğa haksızca atılan benim, buna karşı olarak şiirle varlığını duyurma, şiiri bir çığlık haline getirerek bu haksızlığı şiddetle reddetme bilinci ve tavrıdır aslında. Ben yazarak, şiir söyleyerek kendi isteklerimden geçen bir dünya kurarken aynı zamanda bu kötülüğü ters yüz ediyorum ama bir de tüm gücüne kuşatma, girişimime rağmen mühtedinin başarısız olduğunu ısrarlı bir sesle bildirmiş oluyorum. Burada başarılı olan kişisel çabalarla harekete geçen ben değil, oba oba şiirin demlene demlene bana ulaşan ele avuca sığmaz aydınlık direngen bilincidir.
Cezaevine girdiğiniz de aslında bu kadar üretken bir süreci yaşayacağınızı düşünüyor muydunuz?
Elbette böyle üretken olacağımı hiç düşünmedim. Bir kez bu kadar uzun zaman içeride kalabileceğimi asla ön görmedim, tahayyül etmedim. Hem zaten şiir ve edebiyatla yaratıcı üretkenlik bağlamında cezaevine girdikten sonra tanıştım. İlk yıllarda bir okurdum. Bilinçli tercihlerin yönlendirdiği bir okur değil de zamanla iyi şiir ve edebiyatı sezen yavaş yavaş çoğalan arı dur bir hazla dillendirmeyi önemseyen bir okur. Sonra işte şiir sıçradı bana şiiri tercih ettim, Şiir beni kabul etti. Yazma ve üretkenlik de böyle, çok deneyerek, acemilikle sınana sınana epey zorlu epey gecikerek bana geldi.
İçerde yazmakta elinizi kolunuzu bağlayan zorlayıcı süreçler neler?
Mahpus olmanın kendisi zaten ilk adımda yazmayı engelleyen, heves kırıcı bağlayıcı bir sorun. Bu kuşatılmış mekanın asla ilham verici olmaya niyeti yoktur. Aksine mümkün olsa bütün ilhamı kendi eleğinden geçirerek size ne yazmamız gerektiğini buyurmak İster. Zaten mekan sadece bedene değil ruha hükmetmek isteği üzerine kurulmuştur. Bunu aşmak, buyrukların dışına taşıp yeni ve hafifletici bir şiire uzanmak, bu sebeple aksatılmaya gelmez bir görev şair ve edebiyatçı için çok çalışmakla mümkün elbette.
Bir yaşam deneyimi olmadığından şiiri, yazılanı beslemek için bolca okumak gerekiyor bu durumda oysa sizin ne istediğinizle, ihtiyaçlarınızla kesinlikle ilgilenmeyen bir yerde yaşadığınızı bilmeniz gerekir. Kitaba ve dergiye de bir sınır vardır. İstediğiniz bir esere asla zamanında ulaşamazsınız, dahası hiç ulaşamayabilirsiniz. Yanımda belli sayıda kitap bulundurmanın şu an 2 ayda 7 kitap başta mantıksızlığını anlayamadım ben ama sonra bu sınırın da hayattan ve gerçeklerden koparılmanın acımasız devamının bir sonucu olduğunu anladım. Dergileri zaten unuttum artık okumaya okumaya.
Bütün bu engelleri aşmak da yetmiyor. Buna bir de yazdıklarınızı dışarıya çıkarmak ekleniyor. Her yazılan denetlendikten sonra dışarıya gönderebiliyorsun. şiiri duvarlardan koparıp dışarıya bırakmak yeni uğraştırıcı ve epey yaralayıcı sorunlarla baş başa kalmayı göze almayı içeriyor.
Bundan sonrası apayrı bir macera ve kesinlikle duvarları aşmakla uğraşmak kadar maceralı ve oldukça uzun bir süreç.
Kıt imkanlarla yazmak da kolay değil. Bize yazarkenki atmosferinizi anlatır mısınız?
Evet, kesinlikle bu kıt imkanlar diyarında yazmak kolay olmadı, kolay değil. Yine de sanırım insan bu imkansızlığı unutmasa da bir şekilde ona alışıyor. Yazmak, yazarak hayatta tutkuyla bağlılığımı bildirme isteğim bu kıtlığa zamanla yaratıcı şekilde alışmamı getirdi.
Nasıl bir yokluklar yoksunluklar ülkesinde yaşadığımı bilmem yazma sürecinde neyle karşı karşıya kalacağım daha baştan kabullenmemi getirdi. Doğrusu yazarken öyle çok özel bir ruh hali ve atmosferin içinde olamıyorum. Dolayısıyla konunun hiç de romantize edilir bir yanı olmadığını belirtmeliyim. Biraz sessizlik, bir masa bulmam çok zor oldu. Yazmak için yeterli benim için.
Ben şiirin çalışarak yazılacağına, yazılabileceğine inanırım. Çalışmaktan kastettiğim oturup saatlerce veya günlerce bir şiirle uğraşıp cebelleşmek değil. Bazen buda gerekli elbette. Ama esas vurgulamak istediğim günlük yaşamını bir disiplinle daimi olarak yönlendirme, bütün çabalarını yazmaya dönük ayarlama okumalarını da bu amaçla yapmaya kararlıca başvurmaktır.
Dolayısıyla benim açımdan gerekli olan atmosfer öncelikle günlük yaşamımı, uyumadan tutun okumaya varana her şeyi yazıya, şiir yazmaya göre ayarlayıp düzenleme ve buna titizlikle, kesinlikle disiplinli bir şekilde riayet etmekten geçiyor. Böyle bir özenden sonra oturup yazabiliyorum. İlham da bu şartlar altında benim tutuklu disiplinimi görünce gelmemezlik etmiyor. Hem zaten böyle kararlı çalışma olunca bir zaman sonra çağırmazsam da ilham perisi beni yalnız bırakmıyor.
Şunu da açıklıkla belirtmeliyim çoktandır ilham perisi dediğim şeyin çalışmanın kendisi olduğuna inanıyorum ben. O ilk kıvılcımı çakan şey aslında şairin kendisi, ilham perisi şairin çalışma azminden başka bir şey değil. Bu söylediklerimden şiir yazmanın mekanik bir şey olduğu zannına kapılmanı istemem. Böyle değil kesinlikle, bir birikim, uzun mesai, yetenek ve hayal gücünün devreye girmesi ile oluyor zira her şey. İlham dediğimiz şey de şairin kendisine tanıdığı mistik bir ayrıcalık sanırım, tüm bunlardan sonra. Belki de bu, ilhama bunca vurgu, şairin kendisini övmesinin bir biçimidir, kim bilir.
Dışarıdaki edebiyat dünyasını takip etme şansınız var mı? Sizi etkileyen edebiyatçılar kimler? Dışarı çıktığımda şu edebiyatçıyla görüşmek istiyorum dediğiniz kim var?
Maalesef edebiyatı, gelişmeleri, çıkan kitapları yeterli düzeyde takip etme imkanından mahrumum. Benim takip etme çabamın yetersizliğinden kaynaklı bir durum değil, kitaplara ve dergilere erişimi engelleyen tutumlardan dolayı yaşanıyor bahsini ettiğim sorun.
Eskiden bu nedenden bir engel, sınır koyma yaşanmıyordu aslında. Oysa son yıllarda ve oldukça keyfi ve hukuki altyapılan altyapıdan yoksun kararlar nedeniyle bu türden uygulamalarla sıkça karşılaşıyoruz. Böyle olunca edebiyat mahfilindeki gelişmeleri sıcağı sıcağına takip edemiyorum. Bu durum oldukça ciddi bir şey benim açımdan.
Zira özellikle şiir kitaplarını ve dergilerdeki şiiri takip edememek, güncel şiiri kıyaslayıp onu konumlandıramamak gibi ağır kimi sorunlarla yüzleşme ve mücadele etmemi doğuruyor. Bunca zaman bana şunu öğretti: benzer türden girişimlerin hiçbiri nedensiz değil. Çünkü insanın üretkenliğine sınır koymaya çalışan her çaba bizzat insanın kendisine, onun dirençli ruhsal bütünlüğüne kast etmeyi içeriyor. Konuyu bu şekilde kavradıktan sonra engelleri aşmanın en kesin yolu yetenek ve çalışma azmini bileyerek üretmeye kesintisiz devam etmek benim için vazgeçilmez oldu.
Şiirle daha kararlınca tanıştığım zamanlarda, İkinci Yeni’nin bilinen büyük isimleri kendi şiirleri ile beni destekledi, onların yarattığı o dalga sayesinde şiirle temas ettim. Bunun dışında okuduğum her iyi şiirin bende hakkı vardır, bunu katıksız bir inançla söylüyorum. Tek tek isimlerden çok iyi şiirin kendisi şiir yolunu açık tutmada bana katkı sunmuştur.
Dışarı çıktığımda görüşmek istediğim nice şair var. Bu yıllar içinde dostluklarını eksiltmeyen şairlerim oldu. Elbette hepsiyle buluşacağız, sohbet edeceğiz. Bunu çok istiyorum.
Ama ‘Bütün Bahçeler sende toplanmış\ Gül müsün nesin?’ diyen Hafız’la, şiirimizin bir dervişi olan Nar kızım babasıyla, iyi şair, iyi insan Haydar Ergülen ile özellikle görüşmek ve tanışmak isterim. Haydar Ergülen ilginç bir şekilde Metin Altıok’u çağrıştırır bana, her seferinde. Bunun da kendi şiiriyle benzemeleriyle ile ilgisi var sanırım. Sade, oldukça yumuşak ve tüm canlılara karşı sevgi dolu… Şiirleri de kendileri de böyle, benim okumam bunu söylüyor.
Sizin gibi birçok edebiyatçı, yazar, çizer tutuklu. Bu kadar çok ‘düşünce suçlusu’nun cezaevlerinde tutulmasını içeriden bir göz olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok sayıda edebiyatçı, yazar ve çizerin içeride tutulması şüphesiz derin bir demokratikleşme sorununa işaret eder. Doğrusu muhalif düşünce ve sanat erbabı kişilerin hapsedilmesi yeni bir durum değil. Epey aşinayız yani. Demek ki iktidar refleksleri neredeyse hiç değişmiyor. Herkesi kendisine benzetme isteği ile gelişme ve hayata bakıştaki çeşitliliği yorumlama ve olaylara karşı tutum almada giderek bir tekleşme ve tekelleşme çabası işte bu kapatılmalarla son buluyor. Bütün korku rejimlerinin vazgeçemediği bir yöntemdir hapsetme. Yazık ki bu acımasız kapatılmalara güçlü bir ses çıkarılmıyor. Oysa inatçı ve gür bir ses iktidarın daha cesur ve atak olmasını önleyebilir. Ben böyle derim.
Son olarak, kendi kelimelerinizle kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Kendi kelimelerimle kendimi tanımlamak güç bir iş. Güçlüğü öznellik yükünün her kelimede kaçınılmaz şekilde kendini hissettirecek olmasından. Ben bir şairim ve bana kalırsa şiirlerimi okuyarak ne olduğumu, neyi istediğimi ve bunu nasıllığını öğrenmek daha doğru bir yol olacaktır. Zira şiirlerimde daha az utangaç, daha sessiz ve isteklerini baskılardan daha bir uzaklaşmış olarak dinlendiren bir İlhan Sami görülecektir. Doğrudan ve perdesiz bir ben… Demek istiyorum ki benim adıma şiirim konuşuyor. Aslım ondadır, hemen hemen oradadır.
İlhan Sami Çomak Kimdir?
İlhan Sami Çomak, 1973’te Bingöl Karlıova’da doğdu, 1992 yılında İstanbul Üniversitesi’ni kazandı, 1994 yılında gözaltına alındı ve tutuklandı. İtirafçı ifadelerine dayalı olarak, delilsiz biçimde müebbet hapse mahkum edildi. Denetimli serbestlikten yararlanabilirse 2023 yılında cezaevinden çıkabilecek yoksa 2024 yılında şartlı tahliye olabilecek. 28 yıllık tutukluluk boyunca 10 kitaba imza atan Çomak’ın başta şiirleri olmak üzere pek çok çalışması İngilizce, Norveççe, Rusça, Almanca ve Galceye çevrildi. Edebi üretimleri çok kez ulusal ve uluslararası ödüllere layık görülen Çomak’ın son ödülü ise “Hayattayız Nihayet” kitabıyla 15. Metin Altıok Şiir ödülü oldu. Onda önce de Ahmet Altan’la birlikte aldığı Norveç Yazarlar Birliği’nin 2021 İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldı. Hayatı, kendi kaleme aldığı metinden yola çıkararak Moda Sahnesi ve Yönetmen Kemal Aydoğan tarafından ‘Hayat Seni Çok Seviyorum’ adıyla tiyatro sahnesine taşındı.