Bilim ve Teknoloji - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com Sözün yükünü taşır Wed, 14 Dec 2022 09:55:53 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.3 https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2020/07/cropped-karincalogo-512x512-1-32x32.jpg Bilim ve Teknoloji - Gazete Karınca https://gazetekarinca.com 32 32 ABD’den büyük keşif: Temiz ve sınırsız enerjinin kapısı açıldı https://gazetekarinca.com/abdden-buyuk-kesif-temiz-ve-sinirsiz-enerjinin-kapisi-acildi/ Wed, 14 Dec 2022 09:55:53 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=233280 Farklı ülkelerden bilim insanlarının on yıllardır üzerinde çalıştığı nükleer füzyon reaksiyonunda nihayet hedefe ulaşıldı. ABD’deki Ulusal Ateşleme Tesisi’nde gerçekleştirilen deneyde, ilk kez süreci başlatmak için kullanılan enerjiden daha fazla enerji yaratıldığı açıklandı. Güneş ve yıldızların enerjisine ulaşıldığı anlamına gelen bu keşif, dünya için temiz ve sınırsız enerji anlamına geliyor. ABD’nin California eyaletindeki Lawrence Livermore Ulusal […]

The post ABD’den büyük keşif: Temiz ve sınırsız enerjinin kapısı açıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Farklı ülkelerden bilim insanlarının on yıllardır üzerinde çalıştığı nükleer füzyon reaksiyonunda nihayet hedefe ulaşıldı. ABD’deki Ulusal Ateşleme Tesisi’nde gerçekleştirilen deneyde, ilk kez süreci başlatmak için kullanılan enerjiden daha fazla enerji yaratıldığı açıklandı. Güneş ve yıldızların enerjisine ulaşıldığı anlamına gelen bu keşif, dünya için temiz ve sınırsız enerji anlamına geliyor.

ABD’nin California eyaletindeki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’nda (LLNL) bulunan Ulusal Ateşleme Tesisi’nde gerçekleştirilen nükleer füzyon deneyinde, Salı günü başarıya ulaşıldığı açıklandı.

BBC Türkçe servisinin haberine göre deney sonucunu LLNL direktörü Dr. Kim Budil, “Bu tarihi bir başarı… Geçtiğimiz 60 yıl boyunca binlerce insan bu çabaya katkıda bulundu ve bu aşamaya gelmek gerçek bir vizyon gerektirdi” cümleleriyle duyurdu.

Ardından Enerji Bakanı Jennifer Granholm de bir açıklama yaparak, ABD’li bilim insanlarının füzyon ateşlemesini başardığını belirtti ve son deneyde füzyon reaksiyonlarında süreci başlatmak için kullanılan enerjiden daha fazla enerji yaratıldığını duyurdu.

Bu büyük keşifle, temiz ve sınırsız enerjinin kapısı açılsa da, bu enerjinin kullanılabilir hale gelmesi, mesela sanayi ya da konutlarda kullanılabilmesi için daha uzun bir yol var.

Kullanıma hazır hale gelmesi için, öncelikle deneyde elde edilen enerji miktarının arttırılması, füzyon reaksiyonu için gereken şartların istikrarlı ve verimli hale getirilmesi gerekiyor.

Füzyon enerjisi nedir?

Güneş ve yıldızların enerjisi olarak bilinen nükleer füzyon, hidrojen gibi hafif elementlerin atomlarının bir araya gelip kaynaşarak, daha ağır atomlar oluşturması sırasında meydana gelir ve muazzam miktarda enerjinin açığa çıkmasına yol açar.

Güneş ve yıldızlarda doğal bir süreç olarak gerçekleşen nükleer füzyon, ağır atomların parçalanmasıyla gerçekleşen füzyondan farklı olarak, çok az ve çok kısa bir süre radyasyon yayılmasına sebep olur. Bu nedenle füzyon, halihazırda var olan nükleer santrallerdeki füzyon teknolojisinden çok daha temiz bir enerji üretimine imkan tanır.

20’nci yüzyıl başında keşfedilen ve hem silah hem de enerji için kısa sürede kullanıma giren nükleer füzyon teknolojisine ulaşmak, doğası gereği daha kolayken, on yıllardır üzerinde çalışılan nükleer füzyonu dünyada gerçekleştirmek çok daha zor.

Bilim insanlarına göre güneş ve yıldızlarda sürekli bir faaliyet olan füzyon için dünyada gereken sıcaklık ve basınca ulaşmak en büyük zorluk. Bunun için halihazırda kullanılan lazer teknolojisinin de geliştirilmesi gerekiyor.

Birkaç on yıl lazım

LLNL direktörü Dr. Budil, füzyonun elektrik santrallerinde kullanılması için hala önemli engeller olduğunu, fakat “Ortak çaba ve yatırımla, temel teknolojiler üzerinde birkaç on yıl sürecek araştırmalarla bir enerji santrali inşa edebilecek konuma gelinebileceğini” söyledi.

Füzyon teknolojisinin işe yaradığını gösteren son deneyin milyarlarca dolara mal olduğunu yazan BBC Bilim Editörü Rebecca Morelle de bu teknolojinin ucuz olmadığına dikkat çekerken, temiz enerji kaynağı potansiyelinin herşeyden önemli olduğunu vurguladı.

DIŞ HABERLER

The post ABD’den büyük keşif: Temiz ve sınırsız enerjinin kapısı açıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Alzheimer’ın beyindeki tahribatını yavaşlatan ilk ilaç: Lecanemab https://gazetekarinca.com/alzheimerin-beyindeki-tahribatini-yavaslatan-ilk-ilac-lecanemab/ Wed, 30 Nov 2022 11:50:12 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=231272 Bilim insanları, Alzheimer’ın beyne verdiği tahribatı yavaşlatan bir ilaç geliştirdi. ABD merkezli Biogen ve Japonya merkezli Eisai biyoteknoloji şirketleri, demans hastalığının en yaygın formu olan Alzheimer’a çare olabilecek bir ilaç geliştirdi. Bilim insanları, Lecanemab isimli ilacın hastalığa bağlı olarak beynin zayıflamasını yavaşlattığını kaydetti. Bin 800 hasta üzerinde yapılan klinik çalışmada Lecanemab, 18 aylık bir süre […]

The post Alzheimer’ın beyindeki tahribatını yavaşlatan ilk ilaç: Lecanemab first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bilim insanları, Alzheimer’ın beyne verdiği tahribatı yavaşlatan bir ilaç geliştirdi.

ABD merkezli Biogen ve Japonya merkezli Eisai biyoteknoloji şirketleri, demans hastalığının en yaygın formu olan Alzheimer’a çare olabilecek bir ilaç geliştirdi. Bilim insanları, Lecanemab isimli ilacın hastalığa bağlı olarak beynin zayıflamasını yavaşlattığını kaydetti.

Bin 800 hasta üzerinde yapılan klinik çalışmada Lecanemab, 18 aylık bir süre içinde Alzheimer hastalarında zihinsel becerilerdeki zayıflamayı yüzde 27 oranında yavaşlattı. Bilim insanlarına göre bu mütevazı ama önemli bir sonuç.

Hastalığın ilk aşamalarında etkili

University College London’dan Prof. John Hardy, sonuçların tarihi nitelikte olduğunu belirterek “Alzheimer tedavisinin başladığına tanık olacağımız konusunda iyimserim” dedi.

Hardy, ilacın hafif demansı olanlarda hafıza gerilemesini azalttığını kaydederek, Lecanemab’ın, hastalığın ilk aşamalarında etkili olduğunu kaydetti.

Lecanemab, tıpkı virüs ve bakterilere saldıranlar gibi bir antikor ve bağışıklık sistemine beyindeki amiloidi temizleme komutu veriyor. İki haftada bir enjeksiyon şeklinde verilen ilacın gelecek yılın sonlarına doğru piyasaya sürülmesi bekleniyor.

DIŞ HABERLER

The post Alzheimer’ın beyindeki tahribatını yavaşlatan ilk ilaç: Lecanemab first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Charles Darwin’in yazışmaları çevrimiçi erişime açıldı https://gazetekarinca.com/charles-darwinin-yazismalari-cevrimici-erisime-acildi/ Mon, 28 Nov 2022 08:06:21 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=230783 İngiliz doğa bilimci ve antropolog Charles Darwin’in 15 bin mektuptan oluşan yazışmaları Cambridge Üniversitesi tarafından yayınladı. Koleksiyon, ‘Türlerin Kökeni Üzerine’ kitabının süreçlerini de içeriyor. Evrim teorisini ortaya koyan ve dünyaca ünlü bilim insanları arasında yerini alan Charles Darwin’in ulaşılan bütün yazışmaları çevrimiçi olarak yayınlandı. Cambridge Üniversitesi öncülüğünde yayınlanan bu yazışmalar/mektuplar, 2023 yılının başlarında çıkması planlanan […]

The post Charles Darwin’in yazışmaları çevrimiçi erişime açıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İngiliz doğa bilimci ve antropolog Charles Darwin’in 15 bin mektuptan oluşan yazışmaları Cambridge Üniversitesi tarafından yayınladı. Koleksiyon, ‘Türlerin Kökeni Üzerine’ kitabının süreçlerini de içeriyor.

Evrim teorisini ortaya koyan ve dünyaca ünlü bilim insanları arasında yerini alan Charles Darwin’in ulaşılan bütün yazışmaları çevrimiçi olarak yayınlandı. Cambridge Üniversitesi öncülüğünde yayınlanan bu yazışmalar/mektuplar, 2023 yılının başlarında çıkması planlanan baskıya da eşlik edecek.

Yayınlanan yazışmaların 400’ü yeniden yorumlandı ve koleksiyonda toplamda 15 bin mektup yer alıyor. Koleksiyonda yer alan yazışmalar 1822 ve 1882 yıllarını kapsıyor.

Arşiv niteliğinde ve tarihe ışık tutma potansiyelinde olan koleksiyonun Darwin’in Beagle seyahatini ve ‘Türlerin Kökeni Üzerine’ kitabının süreçlerini de içerdiği aktarıldı.

HABER MERKEZİ

The post Charles Darwin’in yazışmaları çevrimiçi erişime açıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
170 günün ardından Dünya’ya dönüş https://gazetekarinca.com/170-gunun-ardindan-dunyaya-donus/ Sat, 15 Oct 2022 09:54:45 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=223292 Uzayda geçirilen yaklaşık altı aylık görevin ardından Dragon isimli uzay aracı Dünya’ya iniş yaptı. SpaceX’in Dragon mekiği, atmosfere girdikten yaklaşık 5 dakika sonra paraşütlerini açtı ve takip eden 4 dakika sonrasında, ABD’nin güneydoğu eyaletlerinden Florida yerel saatiyle 16.55’te suya indi. 170 gün uzayda görev yapan astronotlar Bob Hines, Kjell Lindgren ve Jessica Watkins’in yanı sıra […]

The post 170 günün ardından Dünya’ya dönüş first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Uzayda geçirilen yaklaşık altı aylık görevin ardından Dragon isimli uzay aracı Dünya’ya iniş yaptı.

SpaceX’in Dragon mekiği, atmosfere girdikten yaklaşık 5 dakika sonra paraşütlerini açtı ve takip eden 4 dakika sonrasında, ABD’nin güneydoğu eyaletlerinden Florida yerel saatiyle 16.55’te suya indi.

170 gün uzayda görev yapan astronotlar Bob Hines, Kjell Lindgren ve Jessica Watkins’in yanı sıra Avrupa Uzay Ajansı astronotu Samantha Cristoforetti’den oluşan mürettebat, yörüngedeki araştırma laboratuvarında konaklama için nisan ayında SpaceX tarafından uzay istasyonuna taşınmıştı.

Yapay retina yaptılar

Mürettebat uzayda bitki yetiştirmeyle ilgili devam eden araştırmalar da dahil olmak üzere bir dizi bilimsel deney gerçekleştirdi. Deneyler arasında yapay retina tasarımı da yer alıyor.

DIŞ HABERLER

The post 170 günün ardından Dünya’ya dönüş first appeared on Gazete Karınca.

]]>
NASA’dan ‘dünyayı kurtarma’ provası https://gazetekarinca.com/nasadan-dunyayi-kurtarma-provasi/ Wed, 12 Oct 2022 11:26:32 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=222743 NASA, insanlığın sonunu getirebilecek olası felaketlere karşı önlem olarak yaptığı çarpışmanın başarıyla sonuçlandığını açıkladı. NASA tarafından geçen ay Dart misyonu kapsamında fırlatılan uzay aracı, Dimorphos adlı bir asteroide tam isabetle çarpmıştı. Misyonun amacı bir asteroidin Dünya’ya çarpmasını engellemek için yönünün nasıl değiştirilebileceğini tespit etmeyi amaçlıyordu. Futbol stadyumu büyüklüğünde Bilim insanları, 160 metre genişliğinde bir yörüngesi […]

The post NASA’dan ‘dünyayı kurtarma’ provası first appeared on Gazete Karınca.

]]>
NASA, insanlığın sonunu getirebilecek olası felaketlere karşı önlem olarak yaptığı çarpışmanın başarıyla sonuçlandığını açıkladı.

NASA tarafından geçen ay Dart misyonu kapsamında fırlatılan uzay aracı, Dimorphos adlı bir asteroide tam isabetle çarpmıştı. Misyonun amacı bir asteroidin Dünya’ya çarpmasını engellemek için yönünün nasıl değiştirilebileceğini tespit etmeyi amaçlıyordu.

Futbol stadyumu büyüklüğünde

Bilim insanları, 160 metre genişliğinde bir yörüngesi olan Dimorphos adlı astroidin yönünün değiştiğini, uzay ve Dünya’da yer alan teleskoplar aracılığıyla yaptıkları ölçümlemeler sayesinde tespit etti. Dimorphos’un bir futbol stadyumu büyüklüğünde olduğu ifade edildi. 

Film senaryosu gibiydi

NASA Başkanı Bill Nelson, “Bu görev, evrenin bize fırlatacağı herhangi bir şeye karşı NASA’nın hazır olmaya çalıştığını gösteriyor. NASA, gezegeni savunmakta ciddi. Bir film senaryosu gibiydi, ancak bu Hollywood değil” diyen Nelson, “Eğer yarın öbür gün, bir asteroidin Dünya’yı tehdit ettiğini öğrenirsek ve bu Dünya’ya zarar verecek bir büyüklükte olursa, Tanrı’ya şükürler olsun ki bu denemeyi başarıyla gerçekleştirdik” ifadelerini kullandı.

DIŞ HABERLER

The post NASA’dan ‘dünyayı kurtarma’ provası first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Milyonlarca galaksi keşfedildi https://gazetekarinca.com/milyonlarca-galaksi-kesfedildi/ Sat, 23 Jul 2022 08:37:13 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=216190 James Webb Teleskobu’nun gönderdiği görüntülerde galaksilerin sayısının tahmin edilenden 10 kat fazla olduğu ortaya çıktı. ABD, Avrupa ve Kanada uzay ajanslarının ortak çabasıyla geliştirilen James Webb Teleskobu’nun gönderdiği ilk görüntülerde, milyonlarca galaksi keşfedildi. Evrenin ilk zamanlarında, içinde bulunduğumuz Samanyolu’na benzer disk şeklindeki galaksilerin sayısının tahmin edilenden 10 kat fazla olduğu ortaya çıktı. BBC’den Victoria Gill’in […]

The post Milyonlarca galaksi keşfedildi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
James Webb Teleskobu’nun gönderdiği görüntülerde galaksilerin sayısının tahmin edilenden 10 kat fazla olduğu ortaya çıktı.

ABD, Avrupa ve Kanada uzay ajanslarının ortak çabasıyla geliştirilen James Webb Teleskobu’nun gönderdiği ilk görüntülerde, milyonlarca galaksi keşfedildi.

Evrenin ilk zamanlarında, içinde bulunduğumuz Samanyolu’na benzer disk şeklindeki galaksilerin sayısının tahmin edilenden 10 kat fazla olduğu ortaya çıktı.

BBC’den Victoria Gill’in haberine göre araştırmanın yazarlarından Prof. Christopher Conselice, NASA’nın göreve yeni başlayan bu teleskobunun ‘evrenin gençliğini görüntüleyebildiğini’ söyledi ve ekledi:

Samanyolu bir disk galaksisi. 2,5 milyon ışık yılı uzaklıktaki en yakın komşumuz olan Andromeda da öyle. Evrendeki galaksilerin dörtte üçü disk şeklinde. Bunların evrenin daha sonraki dönemlerinde ortaya çıktığını sanıyorduk fakat ilk dönemlerinde de bugüne kadarki tahminlerin 10 katı kadar disk galaksisi olduğunu gördük.

Prof. Conselice “Hubble’ın göremediği şeyleri görebileceğimizi biliyorduk. Fakat gördüklerimiz, bugüne kadar bildiklerimizi de değiştirdi. Kökenlerimizi anlamak için kavramamızın şart olduğu olguları görüyoruz. Bu, Galileo’nun teleskobundan bu yana en önemli teleskop olabilir” dedi.

HABER MERKEZİ

The post Milyonlarca galaksi keşfedildi first appeared on Gazete Karınca.

]]>
James Webb Teleskobu evrenin en net fotoğrafını çekti https://gazetekarinca.com/james-webb-teleskobu-evrenin-en-net-fotografini-cekti/ Tue, 12 Jul 2022 10:39:25 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=215514 James Webb Uzay Teleskobu’nun çektiği ilk tamamen renkli fotoğraf yayımlandı. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA), James Webb Uzay Teleskopu, evrenin bugüne kadarki tamamen renkli ilk fotoğrafını çekti. Fotoğrafı ABD Başkanı Joe Biden, kamuoyu ile paylaştı. Fotoğrafta görülen aslında Southern Hemisphere bölgesinde birden çok galaksinin toplandığı, Volans takımyıldızını gösteren bir alan. Buraya verilen isim […]

The post James Webb Teleskobu evrenin en net fotoğrafını çekti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
James Webb Uzay Teleskobu’nun çektiği ilk tamamen renkli fotoğraf yayımlandı.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA), James Webb Uzay Teleskopu, evrenin bugüne kadarki tamamen renkli ilk fotoğrafını çekti.

Fotoğrafı ABD Başkanı Joe Biden, kamuoyu ile paylaştı.

Fotoğrafta görülen aslında Southern Hemisphere bölgesinde birden çok galaksinin toplandığı, Volans takımyıldızını gösteren bir alan. Buraya verilen isim SMACS 0723.

Galaksi topluluğu Dünya’ya 4,6 milyar ışık yılı uzakta. Ancak bu birçok galaksinin bir araya geldiği yerde, aslında çok çok daha uzakta olan cisimlerin ışıkları da büyütülmüş şekilde görülebiliyor.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre bilim insanları Webb’in elde ettiği verilerin kalitesine bakarak aslında teleskobun, bu fotoğrafta görülen cisimlerden çok daha ilerisini de görebildiğini söylüyor.

Yani bu fotoğraf bugüne kadar çekilmiş en derin Evren fotoğrafı.

NASA’dan Bill Nelson, “Işık, saniyede 186.000 mil hızla ilerliyor. Ve şu küçük benekler halinde gördüğünüz ışıklardan biri 13 milyar yıldır seyahat ediyor. Aslında çok daha geriye gidiyoruz çünkü bu daha sadece ilk fotoğraf. 13,5 milyar yıl kadar geriye gidebiliyor. Evren’in 13,8 milyar yaşında olduğunu bildiğimize göre; bu fotoğraflar sizi neredeyse her şeyin başlangıcına götürüyor” dedi.

NASA ve uluslararası ortakları olan Kanada ve Avrupa Uzay Ajansları, Webb’den gelen diğer renkli görselleri de paylaşacak.

HABER MERKEZİ

The post James Webb Teleskobu evrenin en net fotoğrafını çekti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Bakan Varank’tan ‘Uzay’ açıklaması: Ben gidemem, klostrofobim var https://gazetekarinca.com/bakan-varanktan-uzay-aciklamasi-ben-gidemem-klostrofobim-var/ Fri, 27 May 2022 05:49:44 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=211246 Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu” görevine ilişkin olarak “Ben gidemem, klostrofobim var” dedi. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duyurduğu “Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu” görevine ilişkin olarak konuştu. Uzay’a kendisinin gidemeyeceğini çünkü kapalı ortamlarda bulunamayacağını söyleyen Varank, “Klostrofobim var” dedi. Hürriyet yazarı […]

The post Bakan Varank’tan ‘Uzay’ açıklaması: Ben gidemem, klostrofobim var first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu” görevine ilişkin olarak “Ben gidemem, klostrofobim var” dedi.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duyurduğu “Türk Uzay Yolcusu ve Bilim Misyonu” görevine ilişkin olarak konuştu.

Uzay’a kendisinin gidemeyeceğini çünkü kapalı ortamlarda bulunamayacağını söyleyen Varank, “Klostrofobim var” dedi.

Hürriyet yazarı Hande Fırat’a konuşan Bakan Varank, “Ekonomi bu haldeyken uzay lüks değil mi” sorusuna şu yanıtı verdi:

Uzay bir lüks değil. Yarış hatta artık savaş. Rusya, Ukrayna’nın altyapısını vurunca Elon Musk’ın uyduları ile Ukrayna harekete geçebildi. Artık dünyada etki oluşturmak uzaydan geçiyor. Hindistan’ın kişi başına düşen milli geliri 1900 dolar ama uzay çalışmalarında öndeler.

Uzay alanında yetişmiş gençler var, bu adımları atmazsak ben onlara ne alternatif sunacağım? Muhtarlara özel kalem mi yapacağım? Sonraki hedeflerimiz aya insansız hava aracı göndermek, tüm uydu kabiliyetini tek elde toplamak, en büyük gözlemevini kurmak.

HABER MERKEZİ

The post Bakan Varank’tan ‘Uzay’ açıklaması: Ben gidemem, klostrofobim var first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HIV’i keşfeden Luc Montagnier hayatını kaybetti https://gazetekarinca.com/hivi-kesfeden-luc-montagnier-hayatini-kaybetti/ Fri, 11 Feb 2022 08:21:03 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=197806 HIV virüsünü keşfeden Nobel ödüllü virolog Luc Montagnier yaşamını yitirdi. HIV virüsünü meslektaşı Françoise Barre-Sinoussi ile birlikte 1983’te keşfeden virolog Luc Montagnier, 89 yaşında hayatını kaybetti. 8 Şubat’ta Paris’e yakın Neuilly-Sur-Seine kentindeki Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybeden Montagnier’in ölüm nedeni ise açıklanmadı. Montagnier son dönemde Covid-19 virüsü ve aşısı karşıtı söylemlerde bulunuyordu. Montagnier, Barre-Sinoussi ile birlikte […]

The post HIV’i keşfeden Luc Montagnier hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HIV virüsünü keşfeden Nobel ödüllü virolog Luc Montagnier yaşamını yitirdi.

HIV virüsünü meslektaşı Françoise Barre-Sinoussi ile birlikte 1983’te keşfeden virolog Luc Montagnier, 89 yaşında hayatını kaybetti.

8 Şubat’ta Paris’e yakın Neuilly-Sur-Seine kentindeki Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybeden Montagnier’in ölüm nedeni ise açıklanmadı.

Montagnier son dönemde Covid-19 virüsü ve aşısı karşıtı söylemlerde bulunuyordu.

Montagnier, Barre-Sinoussi ile birlikte HIV’i keşfettikleri araştırma sayesinde 2008’de beraber Nobel Tıp ödülüne layık görülmüştü.

Fransa’da 1972’den 2000’e kadar Pasteur Enstitüsü Viral Onkoloji Birimi’ni yöneten Montagnier, ülkedeki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden (CNRS) Fahri Araştırma Direktörlüğü yapmıştı.

 

HABER MERKEZİ

The post HIV’i keşfeden Luc Montagnier hayatını kaybetti first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Dünya’nın en büyük ve güçlü teleskobu uzaya fırlatıldı https://gazetekarinca.com/dunyanin-en-buyuk-ve-guclu-teleskobu-uzaya-firlatildi/ Sat, 25 Dec 2021 16:54:16 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=192854 İnsanlık tarihi boyunca geliştirilmiş havacılık ve uzay çalışmaları tarihinin en büyük ve en güçlü teleskobu olarak nitelenen James Webb bugün uzaya fırlatıldı. Havacılık ve uzay çalışmaları tarihinin en büyük, güçlü, hassas ve pahalı teleskop olan James Webb Teleskopu’nun (JWST) bugün Fransız Guyanası’ndaki Kourou’da bulunan Avrupa Uzay İstasyonu’ndan uzaya fırlatıldığı duyuruldu. En eski galaksiler konusunda bilgi […]

The post Dünya’nın en büyük ve güçlü teleskobu uzaya fırlatıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnsanlık tarihi boyunca geliştirilmiş havacılık ve uzay çalışmaları tarihinin en büyük ve en güçlü teleskobu olarak nitelenen James Webb bugün uzaya fırlatıldı.

Havacılık ve uzay çalışmaları tarihinin en büyük, güçlü, hassas ve pahalı teleskop olan James Webb Teleskopu’nun (JWST) bugün Fransız Guyanası’ndaki Kourou’da bulunan Avrupa Uzay İstasyonu’ndan uzaya fırlatıldığı duyuruldu.

En eski galaksiler konusunda bilgi toplaması hedeflenen teleskobun geliştirilmesi yaklaşık 30 sene sürdü. James Webb, Hubble Teleskobu’nun yerini alacak.

DW Türkçe’de yer alan habere göre teleskobun Ariane roketine yerleştirilerek uzaya gönderildiği bildirildi. 1,5 milyon kilometrelik hedefine ulaşması için yaklaşık bir aylık bir uçuş yapacağı haber veriliyor.

Avrupa, Kanada ve ABD’deki uzay ve havacılık dairelerinin ortak projesi olan teleskobun sağlayacağı veriler ile bilim insanları yaklaşık 13 milyar 800 milyon sene önce yaşanan ilk patlama sonrası dönemine, yani evrenin oluşumu sonrasına dair bilgi sahibi olabilmeyi umuyorlar.

Teleskop ayrıca yaşam olması muhtemel, suya ve atmosfere sahip gezegenler var olup olmadığına dair de bilgi toplayacak. Teleskobun topladığı verilerin en erken yazın temin edileceği belirtildi.

ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA), fırlatma öncesi misyonu tehlikeye sokması muhtemel 344 sorunlu nokta olduğunu tespit ettiğini duyurdu.

NASA Bilimsel Direktörü Thomas Zurbuchen, teleskobun uzaya gönderilmesinden hemen önce yaptığı açıklamada, “On binlerce bilim insanının umudu ve hayalleri bu roketin içinde. Bütün bilim insanları yeni misyondan faydalanacaktır. James Webb’in bize göstereceği şekilde kainatı daha önce hiç görmedik” dedi.

James Webb Teleskobu’nun adını, NASA’nın 1960’lardaki yöneticilerinden James Webb’den alıyor. Yeni teleskopun bir diğer özelliği de kendisinden önceki Hubble Teleskobu’ndan yüz kat daha da hassas olması.

 

HABER MERKEZİ

The post Dünya’nın en büyük ve güçlü teleskobu uzaya fırlatıldı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İlk kıtalar düşünülenden 700 milyon yıl daha önce ortaya çıktı https://gazetekarinca.com/ilk-kitalar-dusunulenden-700-milyon-yil-daha-once-ortaya-cikti/ Tue, 09 Nov 2021 10:33:30 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=187928 Antik kaya formları, dünyanın ilk istikrarlı kratonlarının 3 milyar yıldan daha uzun bir süre önce deniz seviyesinin üzerine çıktığını gösteriyor. Bu da kıtaların daha önce tahmin edilenden 700 milyon yıl daha önce oluştuğunu gösteriyor. Doğu Hindistan’da kaya çökelleri üzerinde çalışan araştırmacılar, keşfin, Dünya tarihinin bu döneminde atmosferdeki oksijen artışını ve buzulların oluşumunu açıklayabileceğine inanıyor. Kolkata […]

The post İlk kıtalar düşünülenden 700 milyon yıl daha önce ortaya çıktı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Antik kaya formları, dünyanın ilk istikrarlı kratonlarının 3 milyar yıldan daha uzun bir süre önce deniz seviyesinin üzerine çıktığını gösteriyor. Bu da kıtaların daha önce tahmin edilenden 700 milyon yıl daha önce oluştuğunu gösteriyor.

Doğu Hindistan’da kaya çökelleri üzerinde çalışan araştırmacılar, keşfin, Dünya tarihinin bu döneminde atmosferdeki oksijen artışını ve buzulların oluşumunu açıklayabileceğine inanıyor.

Kolkata yakınlarındaki Singhbhum’daki tortuların analizi, kratonlar olarak bilinen ilk kıtaların 3,3 ila 3,2 milyar yıl önce deniz seviyesinin üzerinde ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor.

Araştırmanın baş yazarı Monash Üniversitesi’nden Dr Priyadarshi Chowdhury, ekibin, rüzgarın ve dalgaların kumlu bir plajda iz bırakma şekline benzer dalgalanma işaretleri gibi özelliklerin varlığı nedeniyle kayaların karada oluşmuş olması gerektiğini fark ettiğini söyledi.

“Bunların nehirlerde ve haliçlerde oluşan eski nehir [kayalar] olduğunu fark ettik” diyen Chowdhury, ilk kıtaların muhtemelen bugün kara kütlelerinin yükselmesindeki artışların ana itici gücü olan levha tektoniğinin varlığından önce oluştuğunu söyledi.

Chowdhury, “Bugün irtifayı kontrol etmek için levha tektoniğimiz var. İki kıtanın [plakaları] çarpıştığında Himalayaları, Alpleri oluşturuyorsunuz” 3 milyar yıl [önce] durum böyle değildi” dedi.

Bilim insanları bunun yerine, en eski kıtaların, 300 ila 400 milyon yıllık sürekli volkanik aktiviteden sonra dünyayı kaplayan küresel okyanustan çıktığını varsayıyorlar.

Chowdhury, Singhbhum kratonunun zamanla bir lav yığınından oluşmuş olabileceğini, böylece yaklaşık 50 km derinliğindeki kabuğun “çok kalınlaştığını ve suyun üzerinde yüzdüğünü… su üzerinde yüzen bir buzdağı gibi” olduğunu söyledi.

Ekip, Singhbhum tortullarından zirkon olarak bilinen küçük mineral taneleri çıkardı; zirkonda lazerler ateşleyerek ve ardından salınan elementlerin göreceli miktarlarını ölçerek kayaların yaşını tahmin edebildi.

Araştırmacılar, kratonların ayrışmasının, okyanusa fosfor ve erken yaşam için diğer yapı taşlarını sağlayarak besin akışına yol açacağına inanıyor.

Yaşamın ilk adımı

Chowdhury, atmosferde ve okyanusta oksijeni artırmış olabilecek oksijen üreten yaşam formlarının büyümesini hızlandırarak, “Bir kez kara yarattığınız zaman, aynı zamanda lagünler gibi sığ denizler de yaratırsınız” dedi.

Erken kıtaların ortaya çıkmasının da atmosferden karbondioksiti aşağı çekeceğini ve yerel soğuk iklim ceplerine ve buzulların oluşumuna yol açacağını söyleyen Chowdhury, “Bu, dünyayı daha yaşanabilir hale getirmenin ilk adımıydı” diye kaydetti.

Çalışma, Ulusal Bilimler Akademisi Bildiriler Kitabı’nda yayınlandı .

 

HABER MERKEZİ

The post İlk kıtalar düşünülenden 700 milyon yıl daha önce ortaya çıktı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yıldız gözlemcileri uzak gezegenlerdeki ‘organik moleküller’in peşine düştü https://gazetekarinca.com/yildiz-gozlemcileri-uzak-gezegenlerdeki-organik-molekullerin-pesine-dustu/ Wed, 03 Nov 2021 09:26:15 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=187434 Yıldız gözlemcileri, Şili’nin Atacama Çölü’nde diğer gezegenlerde yaşamın varlığını tespit etmek için gece gökyüzünü tarıyor ve “karanlık enerji” olarak adlandırılan, evrenin genişlemesini yönlendirdiği düşünülen gizemli bir kozmik güç üzerinde çalışıyor. Şili’nin kuru Atacama Çölü’nde yıldız gözlemcileri, diğer gezegenlerde yaşamın varlığını tespit etmek için berrak gece gökyüzünü tarıyor ve “karanlık enerji” olarak adlandırılan, evrenin hızlanan genişlemesini […]

The post Yıldız gözlemcileri uzak gezegenlerdeki ‘organik moleküller’in peşine düştü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Yıldız gözlemcileri, Şili’nin Atacama Çölü’nde diğer gezegenlerde yaşamın varlığını tespit etmek için gece gökyüzünü tarıyor ve “karanlık enerji” olarak adlandırılan, evrenin genişlemesini yönlendirdiği düşünülen gizemli bir kozmik güç üzerinde çalışıyor.

Şili’nin kuru Atacama Çölü’nde yıldız gözlemcileri, diğer gezegenlerde yaşamın varlığını tespit etmek için berrak gece gökyüzünü tarıyor ve “karanlık enerji” olarak adlandırılan, evrenin hızlanan genişlemesini yönlendirdiği düşünülen gizemli bir kozmik güç üzerinde çalışıyor.

Uzak dünyalara bakma yarışının merkezinde, Las Campanas gözlemevinde inşa edilen ve Hubble Uzay Teleskopu’ndan 10 kat daha yüksek bir çözünürlüğe sahip olan 1.8 milyar dolarlık bir kompleks olan Dev Magellan Teleskobu (GMT) yer alıyor.

On yılın sonunda faaliyete geçmesi beklenen teleskop, aynı çölde daha kuzeyde bulunan Avrupa Güney Gözlemevi’nin Aşırı Büyük Teleskopu ve Hawaii’de inşa edilen Otuz Metrelik Teleskop (TMT) ile rekabet edecek.

Las Campanas Gözlemevi müdürü Leopoldo Infante, bu yeni nesil dev teleskopların, diğer gezegenlerdeki yaşamı tam olarak tespit etmeyi ve karanlık enerjinin kökenini belirlemeyi amaçladığını söylüyor.

Infante’ye göre yeni dev teleskop, uzak gezegenlerin atmosferindeki organik molekülleri tespit edebilecek.

“Evrenin genişlemesine neden olan, aynı zamanda bu genişlemeyi hızlandıran bir enerji var” diyen Infante, bilim insanlarının bu enerjinin var olması gerektiğini bildiklerini, ancak kökenini anlamadıklarını da sözlerine ekledi.

Infante, teleskopun, evrenin karanlık enerjisi olarak adlandırılan şeyi tam olarak inceleyebilmek, bu enerjinin ne olduğunu ve bu enerjinin nereden geldiğini fiziksel olarak anlayabilmek için tasarlandığını aktardı.

 

HABER MERKEZİ

The post Yıldız gözlemcileri uzak gezegenlerdeki ‘organik moleküller’in peşine düştü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
6 milyon yıllık ayak izinin sırrı çözülüyor https://gazetekarinca.com/6-milyon-yillik-ayak-izinin-sirri-cozuluyor/ Thu, 14 Oct 2021 11:40:37 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=185737 İnsanlığa ait bilinen en eski ayak izi Yunanistan’ın Girit adasında keşfedildi. Yaklaşık 50 ayak izinin 6 milyon yaşında olduğu açıklandı. Bilim insanları, 2002 yılında, Yunanistan’ın Girit kentindeki Trachilos köyü yakınlarında yaklaşık 50 ayak izi buldu. Araştırmacılar, izlerin muhtemelen kısa süre içinde kuruduğu için bir tür tortul kayada doğa tarafından korunduğunu ifade etti. İzlerin ayak başparmağının […]

The post 6 milyon yıllık ayak izinin sırrı çözülüyor first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnsanlığa ait bilinen en eski ayak izi Yunanistan’ın Girit adasında keşfedildi. Yaklaşık 50 ayak izinin 6 milyon yaşında olduğu açıklandı.

Bilim insanları, 2002 yılında, Yunanistan’ın Girit kentindeki Trachilos köyü yakınlarında yaklaşık 50 ayak izi buldu.

Araştırmacılar, izlerin muhtemelen kısa süre içinde kuruduğu için bir tür tortul kayada doğa tarafından korunduğunu ifade etti.

İzlerin ayak başparmağının modern insanlara oldukça benzediği ve tabanında maymunlarda bulunmayan bir topukları olduğu belirtildi.

Ayak izlerinin homininlere (modern insan, soyu tükenmiş insan türleri) ait olduğunu gösteren bulgular 2017 yılında yayınlandı.

Scientific Reports adlı dergide yayımlanan yeni çalışma kapsamında araştırmacılar, ayak izlerinin  günümüzden 6,5 milyon yıl öncesine ait olduğunu belirlediler.

Fosil kayıtlarında 300 bin yıl öncesine ait hiçbir yerde Homo sapiens’e dair bilinen bir kayıt yok.

Çalışmada yer alan Prof. Dr. Madelaine Böhme, “Ayak izlerinin sahibi ve olası insan öncesi Graecopithecus freybergi (Yunan maymunu olarak da bilinen antik insansı tür) arasındaki bağlantıyı göz ardı edemeyiz” dedi.

Girit’ten elde edilen fosiller, 6,1 ila 5,8 milyon yıl önce yaşamış ve Kenya’da ortaya çıkan Afrika’nın en eski insan öncesi türü olan dik yürüyen maymun Orrorin tugenensis’in kalıntılarıyla yaklaşık aynı yaşa sahip.

The post 6 milyon yıllık ayak izinin sırrı çözülüyor first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Nobel Kimya Ödülü’nü kazananlar açıklandı https://gazetekarinca.com/nobel-kimya-odulunu-kazananlar-aciklandi/ Wed, 06 Oct 2021 11:18:51 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184843 Nobel Kimya Ödülü’nün bu yılki sahipleri, moleküler yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile Benjamin List ve David MacMillan’ın oldu. 2021 Nobel Kimya Ödülü’nün kazananları belli oldu. Ödülün, Benjamin List ve David MacMillan’a verildiği açıklandı. Bilim insanları ödüle, moleküler (küçük parçacık) yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile layık görüldü. Bu aracın, farmasötik araştırmalarında […]

The post Nobel Kimya Ödülü’nü kazananlar açıklandı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Nobel Kimya Ödülü’nün bu yılki sahipleri, moleküler yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile Benjamin List ve David MacMillan’ın oldu.

2021 Nobel Kimya Ödülü’nün kazananları belli oldu.

Ödülün, Benjamin List ve David MacMillan’a verildiği açıklandı.

Bilim insanları ödüle, moleküler (küçük parçacık) yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile layık görüldü.

Bu aracın, farmasötik araştırmalarında büyük etki yarattığına ve kimyayı daha “çevre dostu” hale getirdiği belirtildi.

Ödül geçtiğimiz yıl, “DNA zincirlerini kesmeye ve yeniden birleştirmeye olanak sağlayan ‘CRISPR/Cas9’ sisteminin geliştirilmesine katkılarından ötürü” Fransız mikrobiyolog Emmanuelle Charpentier ile Amerikalı biyokimyacı Jennifer A. Doudna’ya verilmişti.

 

HABER MERKEZİ

 


Nobel Fizik Ödülü iklim üzerine çalışan üç bilim insanına verildi

The post Nobel Kimya Ödülü’nü kazananlar açıklandı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Azim’ ile atan Ay’a bile gider https://gazetekarinca.com/azim-ile-atan-aya-bile-gider/ Sun, 28 Feb 2021 06:12:50 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184306 HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta Mehmet Ali Döke, NASA’nın ‘Perseverance’ adlı uzay aracının Mars’a sorunsuz inişi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin Ay’a insan gönderme planlarına dair açıklamasını odağına aldı. Mehmet Ali Döke* ODTÜ’de lisans öğrencisiyken katıldığım bir yarışmada yerleşkedeki belli noktaları bulmak için ipuçları alıyor […]

The post ‘Azim’ ile atan Ay’a bile gider first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta Mehmet Ali Döke, NASA’nın ‘Perseverance’ adlı uzay aracının Mars’a sorunsuz inişi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin Ay’a insan gönderme planlarına dair açıklamasını odağına aldı.


Mehmet Ali Döke*


ODTÜ’de lisans öğrencisiyken katıldığım bir yarışmada yerleşkedeki belli noktaları bulmak için ipuçları alıyor ve bilmeceler çözüyorduk. Elimize geçen bilmecelerden biri şöyleydi:

Türkler aya gitmiş
Nasıl gitmiş
Zıplaya zıplaya

Bu ipucunun işaret ettiği yer Merkez Mühendislik binasından hemen aşağıda, Devrim Stadyumu’na giden yolun başındaki bir heykeldi. Heykelde, genç bir erkek ve kadın hilale benzeyen bir cisim içinden ileri doğru uzanarak ellerini göğe uzatır. Öğrenciler arasında derslerin zorluğu ve hilal şeklinin C harfine benzemesinden kaynaklanan bir şaka ile “yaşasın C aldım” olarak da bilinir.

Geçtiğimiz haftalarda art arda gelen iki olay bana bu heykeli ve bilmeceyi hatırlattı. Olaylardan ilki, Amerika Birleşik Devletleri Uzay Kurumu’nun (NASA) çok başarılı bir şekilde sansasyonelleştirdiği Perseverance (Azim) aracının Mars’a kazasız belasız inişi. İkincisi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin Ay’a insan gönderme planlarına dair açıklaması.

NASA’nın ilk Mars çıkartması olmadığı halde önemli bir basın çıkartması haline getirdiği Perseverance gerçekten de, teknolojinin geldiği son noktayı ve insanlığın elindeki en büyük koz olan zekanın nelere kadir olduğunu sergilemektedir. Milyonlarca kilometre uzaktaki bir gezegene ulaşıp, atmosferden aşağı önce bir paraşütle sonra da roketlerin ittiği bir platformdan asılarak inen, yaklaşık bir araba büyüklüğündeki bu araç, üzerinde çok sayıda kamera ve diğer kayıt araçları taşımanın yanında bilimsel deneyleri kendi kendine yürütebilecek cihaz ve beceri ile de donatılmış halde.

Dahası, ilk defa bir iniş için düz ve güvenli bir alan yerine zorlu ve karmaşık bir yapısı olan krater içini seçen NASA, sinyal gönderip almadaki zaman farkının verdiği uzaktan kumanda imkansızlığı nedeniyle, iniş düzeneğini kendi kendine hesap yapıp rota değiştirerek en tehlikeli bölgeleri atlatabilecek, “akıllı” diyebileceğimiz bir yazılımla da donattılar. Gerçekten insanın aklını dumura uğratabilecek bir çalışma ve tabii ki binlerce araştırmacı, mühendis, teknisyen ve daha nice alanlardan insanların katkıları ile bedene gelebilmiş bir başarı.

NASA’nın uzay aracı “Perseverance” (Azim)

Tabii ki bu başarının altında bir takım imkân ve kaynaklar var. Öncelikle yetişmiş insan ve hem bireysel hem de kurumsal deneyim olmazsa olmaz. Soğuk savaş döneminin yarattığı rekabetle uzaya ve Ay’a insanlı seferleri düzenlemiş olan ABD’nin bu erken dönem projelerde çalışmış kurumları ve ekipleri var. Ayrıca üniversitelerinde bugün de havacılık ve uzay programları etkin ve yetişen öğrencilerin daha önceden kurulmuş altyapıya erişimi var. Bunun da ötesinde dünyanın en büyük iki ekonomisinden biri olan ABD’nin hiç çalışmama tehlikesi olsa bile bilimsel projelerin üstüne atıp unutabileceği maddi imkanları var. Yine de yıllardır NASA da dahil pek çok bilimsel kurum ve kuruluşun devletten aldığı maddi destek azalmakta.

Perseverance projesi özelinde bakarsak, böyle bir işe girişmek isteyenin bir kenarda üretim ve gönderi için 2,2 milyar dolar ve ilerideki işletme masrafları için de yarım milyar dolar bulundurmaları gerekiyor. Toplam 2,7 milyar dolar yani. Tabii “Mars uzak, çok yakıyor ondan böyle oluyor” diye düşünebiliriz. Oysa Ay, burnunuzun dibi. Ne kadar pahalı olabilir ki Ay’a insan göndermek? NASA’nın Artemis Projesi adıyla duyurduğu, uzun bir aradan sonra tekrar Ay’a insan yollama ve Ay’da kalıcı bir yaşam alanı kurma projesinin bütçesini incelediğimizde, yalnızca Ay’a insan gönderme kısmının bütçesinin 28 milyar dolar olduğunu görüyoruz. Evet, Mars’a giden Perseverance görevinin on katı.

Peki neden Mars’a gitmek bu kadar “kelepir” de dibimizdeki Ay’a gitmek bu denli “fahiş”? İşin sırrı “insanlı” kısmında. Daha anlamlı bir kıyaslama için mesafe aynı olsun dersek, ileride Mars’a yapılması umulan insanlı seferlerin tahmini maliyeti 500 milyar doları buluyor. İşin içine astronotlar girince, yaşam destek sistemleri, radyasyon kalkanları, yiyecek içecek, oksijen, karbondioksit filtreleri, tuvalet, spor cihazları ve daha aklınıza bile gelmeyecek binlerce parça eşya ve gereksinim de astronotlarla birlikte mekiğe girmek zorunda. Dahası, görevin süresi uzadıkça ihtiyaçların toplamı da büyümekte. Bu nesneleri uzaya göndermek başlı başına bir maliyet ve tasarım ya da üretim sırasında harcanan paralar da öyle ufak tefek değil.

AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Şubat günü Saray’da düzenlenen etkinliğe katılarak Türkiye’nin “Millî Uzay Programı”nı açıklamıştı. (Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı)

Sevgili reis-i cumhur neye güvenerek bu açıklamaları yapıyor? Gelin Türkiye’de devletin sizlerden topladığı vergiyi çeşitli bütçe kalemlerine nasıl dağıttığına bakalım. Hepimizin parası olan bu havuzun önemli bir kısmı eğitim, askeriye, içişleri, sağlık gibi kalemlere gidiyor. Bu hizmetlerin kalitesi ve amaçlarını bir kenara bırakırsak, en azından aslan payının buralara gitmesi sosyal devlet olduğunu iddia eden ülkemiz için sıra dışı sayılmaz. Peki bilime ayrılan bütçe? Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın toplam bütçesi 12 milyar lira. Bunun 5,3 milyarı TÜBİTAK aracılığıyla araştırma ve geliştirme etkinliklerine aktarılıyor. Türkiye Uzay Ajansı’na doğrudan ayrılmış bütçe ise 38,1 milyon lira (milyar değil, milyon – altı sıfırlı). Kanun Hükmünde Kararname ile yerçekimini yürürlükten kaldırmak gibi bir planımız yoksa, sanırım bu noktada 38 milyon lira (ya da yaklaşık 5 milyon dolar) ile Ay’a insanlı bir ziyaretin mümkün olmadığını hepimiz görebiliriz.

Bir bilim insanı olarak ağzım açık seyrettiğim ve bir kez daha beni insan aklının neler ortaya koyabileceğine dair umutlandıran bir olaydı Perseverance‘ın Mars’a inişi. Ve bu görevle NASA’nın insanlığa kazandıracağı yeni bilgi birikiminin paha biçilemez olduğunu düşünüyorum. Fakat aynı zamanda bir insan, hem de bu teknolojinin üretildiği topraklarda ikamet etmekte olan bir insan, olarak aklıma takılan başka konular da yok değil. Mesela dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ve hiç çekinmeden 2,7 ya da 30 hatta 500 milyar doları uzay araştırmalarına aktarmayı göze alabilen bir ülkede bugün halen açlık ve sefalet içinde yaşayan milyonlarca insan var. Kendi tarım bakanlıklarının verilerine göre ABD’de 35 milyon insan 2019 yılında en azından zaman zaman açlıkla mücadele etmiş. 2018 verilerine göre 14,3 milyon hanenin gıda güvencesi yok. Nüfusun %11 kadarı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yarım milyondan fazla insan evsiz. Yapılan hesaplara göre ABD’de kimsenin aç kalmamasını sağlayacak devlet programlarını oluşturmanın bedeli 25 milyar dolar. 175 milyar dolarınız varsa, fakirliği ortadan kaldırabilirsiniz. 330 milyar dolar ayırarak ve gerekli değişiklikleri yaparak 2030 yılına gelindiğinde tüm dünyada tek bir kişinin bile açlık çekmemesini sağlamak mümkün.


Kaynaklar
https://eksisozluk.com/c-aldigina-sevinen-ogrenci-heykeli–200625
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55947267
https://mars.nasa.gov/mars2020/
https://www.nasa.gov/sites/default/files/atoms/files/artemis_plan-20200921.pdf
https://ntrs.nasa.gov/api/citations/20200000973/downloads/20200000973.pdf
https://en.wikipedia.org/wiki/Budget_of_NASA
https://www.povertyusa.org/facts
https://www.feedingamerica.org/hunger-in-america
https://reliefweb.int/report/world/multibillion-dollar-question-how-much-will-it-cost-end-hunger-and-undernutrition
https://www.un.org/sustainabledevelopment/wp-content/uploads/2018/09/Goal-1.pdf
https://ceres2030.org/shorthand_story/donors-must-double-aid-to-end-hunger-and-spend-it-wisely/
https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/sanayi-ve-teknoloji-bakanliginin-yatirim-ve-destek-butcesinde-buyuk-artis/2018243

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog

The post ‘Azim’ ile atan Ay’a bile gider first appeared on Gazete Karınca.

]]>
‘Bilimde Kadınlar ve Kız Çocukları Günü’ kutlu olsun! https://gazetekarinca.com/bilimde-kadinlar-ve-kiz-cocuklari-gunu-kutlu-olsun/ Sun, 14 Feb 2021 05:55:06 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184328 HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta 11 Şubat Uluslararası Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Günü dolayısıyla bilim camiasındaki kadınların ve bu yolda olan kız çocuklarının maruz bırakıldıkları ayrımcılığa dikkatinizi çekmeyi amaçlıyoruz. Mehmet Ali Döke* Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 22 Aralık 2015’te aldığı kararlar dahilinde […]

The post ‘Bilimde Kadınlar ve Kız Çocukları Günü’ kutlu olsun! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta 11 Şubat Uluslararası Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Günü dolayısıyla bilim camiasındaki kadınların ve bu yolda olan kız çocuklarının maruz bırakıldıkları ayrımcılığa dikkatinizi çekmeyi amaçlıyoruz.


Mehmet Ali Döke*


Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 22 Aralık 2015’te aldığı kararlar dahilinde her yıl 11 Şubat günü Uluslararası Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Günü olarak kutlanmaya başlandı. BM kararında belirtilen ayrıntılara göre, üye ülkelerdeki kurum, kuruluş ve şirketler bu günü “uygun biçimde” kutlamaya davet ediliyor. “Uygunu nasıl bilemedik” diyebilecekler için de ayrıntı olarak “kadınların ve kız çocuklarının bilimde öğrenim, eğitim, iş hayatı ve karar alma süreçlerine tam ve eşit katılımını teşvik etmek, kadınlara karşı eğitim ve iş hayatı da dahil her alandaki bütün ayrımcılıkları ortadan kaldırmak ve yasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel engelleri ortadan kaldırmaya yönelik eğitsel ve farkındalık yaratıcı etkinlikler yoluyla” diye eklemiş BM.

Okurlar belki hatırlayacaktır, 2020’deki öne çıkan bilimsel haberlerden biri de bilim Nobel Ödülleri’nde kadınların daha önce hiç olmadığı kadar öne çıkmasıydı. Bununla beraber, kadınların bilime katılımının halen her aşamada zorluklarla karşılaştığı ve cinsiyetçi tutumlar beraberinde sistemik engellerin etkisi ile halen bilimin erkek egemen bir insan uğraşısı olduğunu da daha önce burada işlemiştik. Daha gidecek çok yolumuz var. Yine de ulusal ve uluslararası kuruluşların nihayet konuya eğiliyor olması, çok uzun bir süredir insanlığın yarısının – yalnızca cinsiyet üzerinden – bilimsel uğraşa erişiminin kısıtlanmış olmasından doğan hasarı bir anda silip atmıyor.

Bilimin bir ‘erkek uğraşı’ olarak sunulmasının toplumsal düzeyde kabulü ve bunun nesilden nesile öğretilerek sürdürülmesi önemli bir sorun. Eğer hayatınızda kendi ya da belki yakın akraba veya dostlarınızın küçük çocukları mevcutsa ve onları gözleme imkânı buluyorsanız siz de fark etmiş olabilirsiniz: Kız ve oğlan çocuklarının içine doğdukları dünya ve evrene dair merakları özünde birbirinden farklı değil. “Gözlem beni kesmez, veri isterim” diyecekler için insanların doğuştan toplumsal cinsiyet temelli bilimsel yetenek farkları olduğu yönündeki inancı sınayıp tersi yönde kanıt sunan çok sayıda makaleyi bilimsel literatürde – özellikle de yazarların tamamının erkek olduğu dönemleri atlattıktan sonra basılmış yayınlarda – bulmak bir Google araması kadar yakın. Buna rağmen bu köhne inancı toplumdan kazımak oldukça zor.

Bir erkek olarak bu konuda kendi deneyimlerimi paylaşma şansım yok. Olsa olsa kendi yaptığım yanlışları ve kadınların bilimdeki yerini kabullenme bakımından kendi eksiklerimi anlatabilirim. Zira en “aydınlanmış” erkek bile bu olumsuz tutumlara kendini kaptırabiliyor bazen. Benim itiraflarımı şimdilik rafa kaldırıp gelin ülkemizden çıkmış, son derece başarılı genç bilim kadını Melike Dönertaş’ın sosyal medyada paylaştığı deneyimlerini ve düşüncelerini okuyalım. Doktora çalışmalarını yaşlanma ve yaşla ilişkili hastalıkların hesaplamalı biyoloji ile incelenmesi üzerine Cambridge Üniversitesi’nde 2020’de tamamlamış olan Dr. Dönertaş, şimdi de Avrupa Biyoenformatik Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olarak moleküler ve klinik verileri inceleyerek yaşlanmayı geciktirici ilaçların keşfi yönünde çalışmalar sürdürüyor.

Dr. Dönertaş’ın çocukluğundan hatırladıkları, bilime merak salan bir kız çocuğunun çekirdek ailede desteklense bile toplumsal olarak hevesini kırmak için adeta bilinçli bir çabanın varlığına ışık tutuyor:

Küçükken ailemden hep destek gördüm ama başkalarına ‘bilim adamı olucam’ dediğimde (evet bilim adamı diyordum 🤦🏻‍♀️), ‘yok kız bilim adamıyla evlenirsin’ demişti ismini bile hatırlamadığım bir teyze. Ailemden artık görüşmediğim bir şahıs da ‘okuyan kadınlar çok bilmiş olur kocan boşar’ demişti. Ama hayatımı etkileyen bir zihniyet de yoktu. Aksine, ailemde örnek alacak bir akademisyen/mühendis olmasa da her şeyi yapabileceğine inandığım, iş hayatı ile iç içe bir annem vardı.”

Hesaplamalı çalışmayan bir biyolog olarak benim için aşırı matematiksel ve teknik bir alanda ilerleyen Dr. Dönertaş’ın etrafındaki pek okumuş erkeklerden duyduğu şeyler ise benzer bir eğitim almış olma ayrıcalığını taşımayan kişilerinkinden çok daha iyi değil.

“…Teknik alanda olmamdan kaynaklı ‘ilerici’ erkeklerin bile kadınların onlar kadar iyi olamayacağına inanması… Bir keresinde, ‘hesaplamalı alanda ilerlemek istediğine emin misin, kendi labını wetlab kursan daha iyi olmaz mı? Bilgisayar mühendisi X ve Y (ikisi de erkek) ile iş birliği yaparsın’ bile demişti çok ileri düşünceli bir hocam. PhD için görüştüğümde ‘biyolojicilerle çalışamıyorum’ diyen bir hocanın labının tamamının erkek olduğunu sonradan fark etmem de ayrı tabii… Daha dün programlamayla ilgili forumda yardım isteyen bir erkeğe sorunu nasıl çözeceğini anlattım. ‘Bu kadar basit olsa bilirdim’ cevabını aldım. Sonra beyaz, İngiliz bir erkek aynı cevabı verince, ‘çözeceğini sanmıyorum ama denerim’ dedi, denemiş, ona teşekkür etti. Kod aynı 🤦🏻‍♀️

Tabii (özellikle de bunları duymak işinize gelmiyorsa) bu deneyimlerin münferit durumlar olduğuna, bilim camiasının genelinin gayet de kadınların ayakları altına kırmızı halılar serip beklediğine inanmak isteyebilirsiniz. Ne yazık ki öyle değil. Örneğin daha 2015 yılında dünyanın önde gelen akademik yayınlarından olan PLOS-ONE dergisine sunulan bir makalenin iki yazarının da kadın olduğunu gören erkek hakem, makalenin basılabilmesi için “bir iki erkek yazar” eklenmesini salık vermiş. Dahası, basılmaya çalışılan makalenin konusu akademide toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ve temel bulgular arasında biyoloji doktorası olan kadınların, erkeklerden kayda değer biçimde daha az yayını olduğu. Sanırım bu farkın nedenlerinden birisinin örnekteki hakem gibi erkekler olduğunu görmek pek zor değil.

Kendisi de Nobel ödüllü bir araştırmacı olan Tim Hunt ise laboratuvarların haremlik selamlık olmasını istediği yönündeki açıklaması ile gündeme düşmüştü. Gelin Hunt’ın kendi ağzından alalım engin fikirlerini: “Size kızlarla ne sorunum var söyleyeyim… laba girdiklerinde üç şeyden biri oluyor… Ya siz onlara âşık olursunuz ya onlar size ve onları eleştirdiğiniz zaman ağlarlar.” İlginç, Hunt’a göre kadınlar laba girdiğinde olan şeyler arasında bilimsel bilgi üretimi yok demek ki. Neyse ki, yeni yeni, bu tip açıktan cinsiyetçi, ayrımcı tutumlar az ya da çok cezalandırılmaya başladı. Yine de bu görüşleri barındırmaya devam edip, bir yandan ağzını tutarken bir yandan da kadınların bilimsel dünyada ilerlemesine engel koymayı sürdüren çok sayıda erkek halen akademinin en üst basamaklarındaki yerlerini koruyor.

Bu konuda verebileceğimiz belki de en güzel haber, her nesilde çocukların asılsız dayatmalardan sıyrılıp bakış açılarını değiştiriyor olması. 2018’de Child Development (Çocuk Gelişimi) dergisinde yayımlanan bir araştırmada geçen elli yılda çocukların yaptığı binlerce resmi inceleyen araştırmacılar umut verici bulgulara erişti. 1970’te bir bilim insanı çizmesi istenen çocukların %1’i bir kadın çizmeyi seçerken, 2016’da bu oran %34’e yükseldi. Yine 2016’da dünya çapında toplanan verilere göre bilim ve teknoloji alanında kadın katılım oranının %29,3 olması çocukların etraflarındaki dünyanın ne derece farkında olduğunun bir göstergesi olabilir. Kadınların ve kız çocuklarının önüne bilinçli ve sistemli bir şekilde çekilmiş engellerin önünü açmak hepimizin üstüne düşen, toplumsal bir görev. Bu yolda ilk adım da toplumsal koşullanmaları bir kenara bırakıp kendimize bazı zor sorular sormak, birbirimizle zor sohbetler etmeye gönüllü olmak ve belki de en önemlisi maruz bırakıldıkları ayrımcılığı dile getiren kadınları dinlemek, onlara inanmak ve çözüm yolunda birlikte hareket etmek.

Bu noktada ben de susup, sözü Dr. Melike Dönertaş’a bırakıyorum:

“Okula gönderilmeyen, gönderilse evde ev işini bitirmeden ödevini bile yapmasına izin verilmeyen, üniversiteye gönderilmeyen, ya da istediği mesleği yapmasına izin verilmeyen o kadar çok kızımız var ki… ‘Kadın’ olmama rağmen değil ‘kadın olmamdan dolayı toplumsal, sistematik önyargı ve ayrımcılık’a rağmen bilim arenasındayım. Ve burada olmaktan gururluyum.

“Öğrenci arkadaşlara mesaj vermek iki yüzlülük gibi geliyor. Tabii ki yılmasınlar, yapamayacakları hiçbir şey yok. Ve destek yok da değil, yalnız değiller. Ama biz geldiğimiz yerden mutlu, hiçbir katkı vermeden ‘mesaj’ veriyorsak da çok ayıp.

“Hala kadınların bilimsel/teknik alanda varlığını göstermesini çift ‘hatta’ ve ‘bile’ ile karşıladığımız dönemde olmaktan utanıyorum. Yapacak çok işimiz var, yapılan ayrımcılıkla yüzleşmeyi sağlayıp sistematik değişim başlatabilecek olan da ancak bizleriz 💪

“O yüzden benim mesajım bilim/teknoloji alanında çalışan kadınlara bir rica: sadece yapılabileceğini gösteren ‘örnek’ olmayalım. Fırsat eşitliği hedefiyle yola çıkan, kız çocuklarının bilim/teknoloji ilgisine yönelik girişimler var. Onlara destek olalım, ya da eğitim veya kariyerinin başında olan bir gençlere mentorluk yapalım 🙏

Not: Yazısının önemli bir kısmını burada paylaştığımız Dr. Melike Dönertaş’tan izin alınmıştır.


Kaynaklar
https://undocs.org/A/RES/70/212
https://www.huffpost.com/entry/sexist-peer-review_n_7190656
https://www.theguardian.com/uk-news/2015/jun/10/nobel-scientist-tim-hunt-female-scientists-cause-trouble-for-men-in-labs
https://psycnet.apa.org/doiLanding?doi=10.1037%2F0003-066X.60.9.950
https://www.catalyst.org/research/women-in-science-technology-engineering-and-mathematics-stem/

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog

The post ‘Bilimde Kadınlar ve Kız Çocukları Günü’ kutlu olsun! first appeared on Gazete Karınca.

]]>
Geri dönüşümün çöküşü https://gazetekarinca.com/geri-donusumun-cokusu/ Sun, 07 Feb 2021 05:59:29 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184336 HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta doğada neredeyse sonsuza kadar kalabilen bir malzeme olan plastiklere eğilen Mehmet Ali Döke, geri dönüşümün gözden düşmesini ve bunun nedenlerini sıralıyor. Mehmet Ali Döke* Bu yazıyı okuyabildiğinize göre şu anda ya bir bilgisayarın önünde oturuyorsunuz ya da elinizde bir […]

The post Geri dönüşümün çöküşü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta doğada neredeyse sonsuza kadar kalabilen bir malzeme olan plastiklere eğilen Mehmet Ali Döke, geri dönüşümün gözden düşmesini ve bunun nedenlerini sıralıyor.


Mehmet Ali Döke*


Bu yazıyı okuyabildiğinize göre şu anda ya bir bilgisayarın önünde oturuyorsunuz ya da elinizde bir tablet veya akıllı telefon var. Hangi cihazı kullanıyor olursanız olun, eminim en azından bir kısmı plastik malzemeden üretilmiştir. Dışında değilse bile içindeki devre elemanlarında mutlaka plastik kullanılmıştır. Şimdi aklınızdan gündelik kullandığınız eşyaları, araç gereçleri geçirin. Mutfağınız zaten servis kaşıklarından tutun da saklama kaplarına kadar tıka basa plastik dolu. Peki ya banyonuz? Şampuan şişeleri, diş fırçanız, musluğunuz su sızdırmasın diye takılan conta… her taraf plastik. İşe ya da okula gitmek için kullandığınız arabanın ya da bindiğiniz toplu taşıma aracının bir sürü parçası plastik. Hatta giydiğiniz kıyafetlerin bile pek çoğu kısmen ya da tamamen plastikten yapılma. Liste kabarık.

Bu durumun farkına vardığımızda belki de çok şaşırtıcı gelmeyecektir. Ancak 2017 yılında yayımlanmış hesaplamalara göre, dünyada 1950’den 2015’e kadar üretilen toplam plastik miktarı 8,3 milyar ton. Hayal etmek güç, değil mi? Yardımı olur mu bilmem ama bu miktar, yaklaşık bir milyar filin ağırlığına denk geliyor. Tabii üretilmiş olan plastiğin tamamı hala kullanımda değil. 2015 verilerine göre kullanımda olan plastik miktarı yaklaşık 2,5 milyar ton (şu anda bu miktarın ciddi anlamda daha yüksek olacağı da makalenin tahminleri arasında). Dünyadaki tüm insanların toplam ağırlığı ise yaklaşık 287 milyon ton. Yani şu an yaşayan insanların her bir kilogramına yaklaşık 10 kilogram plastik düşüyor. Bu kadar çok üretilen ve doğada neredeyse sonsuza kadar kalabilen bir malzemenin beraberinde kirlilik sorunu getirmesi kaçınılmaz. Şu anda şehirlerden akarsulara, göllerden okyanuslardaki ıssız adalara kadar her yerde plastik atıkla karşılaşmak mümkün.

Peki atık sorunu göz önüne alındığında neden durmadan, hem de giderek artan bir şekilde plastik üretmeye devam ediyoruz? Nedeni biraz pratik ve daha çok ekonomik düzenin bir getirisi. Pratik nedenler aslında çok da karışık değil. Plastik son derece geniş yelpazede özellikler kazanabilen, her işe uygun bir malzeme. Mesela defalarca zıplayabilen toplar gibi esnek ya da arabalarımızın içinde kullanılan paneller kadar sert plastik üretmek mümkün. Plastikler tamamen saydam olabildiği gibi dilediğimiz herhangi bir renkte de olabiliyor. Şekil verilmesi son derece kolay ve çok basit sıcaklıklarda eritilip istenilen kalıba sokulabiliyor. İşlevsel yönden bakarsak, plastik gerçekten mucizevi bir malzeme. Bu özellikleri ile önceden cam, metal, kâğıt gibi birçok malzemenin yerini değişik şekillerde hazırlanmış plastiklerin almış olması da ‘doğal’.

Fakat plastiğin bu denli yaygınlaşmasının altında yatan bir neden de kapitalizmin önemli bir çıkmazını çözmesidir. Özellikle sanayileşmenin doruğa çıktığı ve hemen öncesinde dünyayı yerle bir eden savaşların son bulduğu 20. yüzyılın ikinci yarısında vahşi kapitalist ekonominin durmaksızın çalışmak zorunda olan çarkları göze batar olmuştu. Kapitalizmin tüketilebilecekten fazla üretim ortaya koyması sistemin tıkanmasına yol açabilir, sistemi temellerinden sallayabilirdi. Muktedirlerin bir an önce duruma müdahale etmesi ve yeni bir tüketim modelini devreye sokması gerekiyordu. Bugün artık hayatımızın olağan akışına karışmış olan ‘kullan-at’ ürünler henüz pek de ortada yoktu. Mesela gazlı içecek şirketleri halen ürünlerini metal kapaklı cam şişelerde ya da alüminyum tenekelerde tüketiciye ulaştırıyorlardı. Cam ve metal sonsuz defa geri dönüşümden geçerek yeniden aynı ürünlerin paketlenmesinde kullanılabiliyordu. Bu durumda, belli bir noktadan sonra yeni cam ve metal üretmek anlamsızlaşacak, olan malzemeleri devir daim ederek insanlığın bütün ihtiyacı karşılanabilecekti. Bu hemen her sanayi dalında benzer duruma geliyordu.

1954 yılında plastik sanayisi için yapılan bir toplantıda konuşan, Çağdaş Plastikler (İng. Modern Plastics) dergisinin editörü Lloyd Stouffer “plastiğin geleceği çöp kutusundadır” dediğinde pek anlaşılmamış, hatta alay konusu olmuştu. Ekonomist Victor Lebow “Aşırı üretken ekonomimizin bir gereksinimi olarak tüketimi bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Daha önce hiç görülmemiş bir hızla bir şeyleri tüketmek, yakmak, eskitmek, yerine koymak ve çöpe atmamız gerekiyor” diyerek gemi azıya almış olan kapitalist üretimin çıkmazına işaret etmişti. Daha önce alay konusu olan Stouffer ise 1963’te yine benzer bir toplantıda konuştuğu zaman artık yeni üretim-tüketim düzeni oturmuştu ve kendine güvenir bir biçimde “Çöp kutularını, çöplükleri ve atık yakma merkezlerini milyarlarca plastik şişe, kova, tüp, levha ve torba ile dolduruyorsunuz. Plastik paketi kimsenin artık atmaya kıyılmaz görmediği mutlu günlere ulaştık” demişti. Nihayetinde yenip içilmediği halde tek kullanım sonrası tükenen ve hemen yerine yenisinin, hatta daha çoğunun üretilmesi gereken bir mucize idi plastik kapitalistler için.

Bu durum Stouffer, Lebow ve daha birçoğunu çok mutlu – ve çok zengin – ededursun, bir yandan da insanlığın daha önce görmemiş olduğu bir çöp felaketi kendini hissettirmeye başlamıştı. Dahası, plastiklerden alışılan bu kullan-at felsefesi diğer malzemelere de bulaşmıştı. Örneğin ABD’de 1950’den önce üretilen cam şişelerin geri dönüş oranı %96 iken 70’lerde üretilen tüm kapların sadece %5’i dönüşüme giriyordu. Bu durum araştırmacıların ve sivil toplum örgütlerinin dikkatinden kaçmamıştı. Şirketlerin ürünlerini paketlemekte kullandıkları malzemelerin geri dönüşümünden sorumlu olmaları yönünde girişimler olsa da petrol şirketleri ve ürünlerini ucuz, hafif, dayanıklı ve kendilerine dert olmaktansa bir yerlerde çöp olarak yatacak malzemelere koymak isteyen şirketler ciddi paralar harcayarak toplumun algısını yönetirken siyasileri de kendi taraflarına çekmişlerdi. Plastik karşıtı ayaklanma henüz pek bir yol alamadan bastırılmıştı.

80’ler ve öncesinde doğan okuyucular muhtemelen tanık olmuşlardır; eskiden Türkiye’de cam şişelerin hepsi depozitolu idi (nadiren de olsa halen böyle ürünler var). Yani içindekini tüketince elimizde kalan “çöpü” bakkala geri verip, başta ödediğimiz paranın bir kısmını geri alabilir ya da bir sonraki ürüne yeniden depozito ödemeden sahip olabilirdik. Bakkalda toplanan şişeler üreticiye döner, üretici bu şişelerden iyi durumda olanları temizleyip tekrar kullanırken kırık, çatlak ya da temizlenemez halde olan şişeler eritilip tekrar kullanılmak üzere cam üretim tesislerine giderdi. Sonuç? Milyonlarca gazoz, soda, su vb. tüketildiği halde ortaya neredeyse hiç çöp çıkmazdı. Plastikler hayatımıza girip de çöp dağları sorunu ortaya çıkınca, bu rahatsızlığa kapitalistlerin bir de çözüm önerisi vardı: bireysel geri dönüşüm. Paket ve petrokimya şirketlerine göre sorun plastikler değil de tüketicilerin bunları sağa sola atması idi.

Eskiden gayet güzel çalışan üreticiye döndürme sistemindense sorumluluğun tamamen tüketiciye yıkıldığı yeni düzende konuyla ilgili herhangi bir eğitimi olmayan bizlerin çeşitli plastik, cam, metal, kâğıt atıkları sınıflandırması ve yerel yönetimlerin uygun gördüğü yerlere götürerek dönüşüm yolculuğuna uğurlaması gerekiyordu. Bazı ülkelerde en azından her eve ya da her sokağa dönüşüm kutuları konduğundan bireylerin ellerindeki paket malzemelerinden bu şekilde kurtulması görece kolay hale getirilmişti. Tahmin edebileceğiniz üzere, insanların sürekli yanlış yere yanlış türde malzeme atması, dönüşümün içine çöp karışması vb. nedenlerle evde ayrıştıma uygulaması pek çok ülkede sonlandırıldı ve tek kutuda toplamaya geçildi. Yani cam, metal, plastik ve kâğıt atıklarınızı tek bir devasa çöp kutusuna yığabiliyorsunuz ve sıradan çöp kamyonlarından pek de farkı olmayan araçlar bunları alıp bacasından pembe bulutlar çıkan sevimli geri dönüşüm tesislerin… öhm… ne diyorduk… Hah, bu işte bir terslik var diyorsanız yalnız değilsiniz. Bütün malzemelerin karışık bir halde karga tulumba yüklendiği kamyonlardan ne halde indiğini hayal etmek zor değil. Peki sonra? Nasıl oluyor da ayrışıyor bu malzemeler? Birileri oturup tek tek cam kırıklarını mı çekiyor benim pazar gazetemin içinden?

Tabi ki hayır. Yürüyen şeritler üstünde otomatik sistemler ve az sayıda insanın da katıldığı bir ayıklama çabası olsa da birçok dönüşebilir malzeme başka malzemelerden ayrılamadığı için en baştan çöpe gidiyor. Örneğin ABD’de geri dönüşüm kutularına konan (ki halen evde ayrıştırma yapan nadir ülkelerden birisi olduğunu da ekleyelim) kâğıt ve kartonların %66’sı, camın %27’si ve plastiklerin %8’i geri dönüşmekte. Geri kalan kısımlar ise ya çöplüklere ya da yakma merkezlerine gitmekte. Geri dönüşüme gönderdiğimiz ürünlerin pek çoğunun asla umduğumuz sona ulaşamamasının bazı nedenleri var. İlki daha önce de belirttiğimiz “kullanıcı hatası” da denebilecek olan, yanlış malzemeyi yanlış yere atmak yanında çok kirli veya çok yıpranmış malzemelerin de dönüşüme gitmesi. Fakat bize hiç anlatılmayan ve bizim hâkim olamayacağımız başka sorunlar da var. Örneğin metal ve camın aksine kâğıt ve plastik sonsuza kadar geri dönüştürülemiyor. Kağıtlar 5-7 defa dönüşümden geçtikten sonra niteliğini yitirip çöp olurken plastik için bu sayı en çok iki. Dahası geri dönüşümden gelen plastikler çoğu zaman ilk hallerinden farklı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip oldukları için nadiren gıda paketlemede kullanılabiliyorlar. Onun yerine talebin çok daha az olduğu dış mekân mobilyası gibi alanlarda kullanılabildikleri için girdi çıktı dengesi ürettiğimiz tüm plastiği dönüştürmeye uygun değil.

Belki içiniz daraldı ama plastiklerin geri dönüşümüne dair hayallerimiz, gerçeklikten o kadar uzak ki sıkıntılar saymakla bitmiyor. Elinizin altında plastik bir şişe ya da paket varsa altını çevirip bakın. Geri dönüşümü temsil eden dönen oklar arasında bir rakam görebilirsiniz. Farklı kimyasal yapıdaki plastiklerin farklı rakam kodları var. Bunlar olur da kazara birbirine karışırsa eritme sonucu ortaya çıkan yeni malzeme kırılganlık, renk değişimi vb. nedenlerle genellikle kullanılamaz durumda oluyor. Tek kutuya toplayıp otomatik ayrıştırma yapan tesislerde yaşanan önemli sorunlar arasında plastiklerin birbirine karışması var. Ayrıca malzemeye basılmış olan dönüşüm sayısı büyüdükçe malzemenin özellikleri karmaşıklaştığı ve hatta bazı durumlarda birden çok plastik çeşidi içerdiği için ya dönüşümü çok zor ve masraflı ya da hepten imkânsız oluyor. Dolayısıyla geri dönüşüm imgelerinden bazıları gerçekte o ürünün zaten geri dönüş(e)meyeceği anlamına geliyor. Umutsuz vakalar paketlenip gemiler dolusu olarak gelişmekte olan ülkelerdeki “geri dönüşüm” tesislerine gönderiliyor. İşin aslıysa, bu tesislerin önemli bir kısmı aslında atık yakarak enerji üreten yerler. Dolayısıyla evinde çöpe bir tane bile plastik atmayan gururlu ve bilinçli tüketicinin plastikleri de sonunda Çin’deki bir fırında son buluyor. Yeni deyim önerisi: Deniz kaplumbağalarını kurtaralım derken, küresek iklim değişikliğine katkıda bulunmak.

Bütün bunlar olmasa, plastiklerin geri dönüşümü sıfır sorunla ve %100 verimle yapılabiliyor olsaydı bile şimdiki teknolojilerle sıfırdan plastik üretmek geri dönüşümden ucuza gelmeye başladı. Aynısı cam için de geçerli. Kapitalist düzende kâr-zarar marjları haricinde herhangi bir etmen göz önüne alınmadan kararlar almaya devam ettiğimizden geri dönüşüm genel olarak gözden düşmekte. Eskiden ülkeler birbirini çöpü için ihaleye çıkarken çok yakında üstüne para bile verseler dönüşüm yapmaya talip birilerini bulmak imkânsız hale gelebilir. Bunun bir öncüsü olarak yakın zamanda Çin, ABD’den çöp almayı bıraktı ve bu durum ABD’de önemli bir atık sahası krizine yol açtı. Şehirler ve eyaletler sadece çöp koymak için birbirinden arazi almak ya da kiralamak durumunda kaldılar.

Bugün yeniden 70’lerdeki gibi ciddi bir plastik karşıtı hareket gözlüyoruz. Fakat yine o zamanki gibi bu hayati sorunun uyduruk çözümlerle geçiştirilmesi yönünde çalışanlar da göze batıyor. Örneğin marketlerde sözüm ona plastik torba yasakları gelirken bir yandan önceki torbalardan on kat kalın olanlar “cüzi bir ücret karşılığı” alınabiliyor. Çok kullanımlık olduğu iddia edilen bu kalın torbalar da eninde sonunda çöpe gidiyor. Sonunda hem sorumluluk hem de ek maliyet halka yüklenirken elimizdeki atık sorununu iyileştirecek bir adım atılmamış oluyor. Çıkışta plastik torbayı parayla satan marketlerde ise yine bütün ürünler plastik paketlerde satılıyor. Zaten gündelik hayatta gözleyebildiğimiz bu yalandan çözümlerin duruma bir etkisi olmadığı küresel olarak plastik üretiminin hız kesmeden, hatta her yıl bir öncekinden çok daha büyük tonajlarda sürmesi ile de açığa çıkıyor.

Peki ne yapılabilir? Bu gemiyi üzerine doğru gittiği buz dağından saptırmanın tek yolu, üretim aşamasında duruma el konması. Plastik ve genel olarak paket sorunu hepitopu son 70 yılın meselesi. Ceplerini milyarlarca insanın ve ekosistemin sağlığının önünde tutan şirket sahiplerinin gönüllü olarak geri dönmeyeceği ortada. Fakat yasal düzenlemeler yapılarak üreticinin tekrar cam, metal ve kâğıt paketlere dönmesi sağlanabilir. Tabii plastiğin hammaddesi olan petrol sanayisinin de elden geçmesi gerekecektir. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin geldiği nokta ve verimlilikteki gelişmeler sayesinde zaten oyun alanı daralan petrol ürünlerinin halatımızdan çıkmasını hızlandırabilecek hamlelerden birisi de plastik üretimini en aza indirmek. Olmazsa olmaz durumlarsa bitki temelli plastik malzemelerin petrokimya ürünlerinin yerini alması bu geçişi kolaylaştırabilir. Çevre kirliliği ve küresek iklim değişikliğini birbirinden bağımsız ve çoğu kez bireysel seçimlerimizin bir sonu gibi göstererek bizleri yıldırmaya ve boş çabalara yönlendirmeye çalışanların yalanlarına kulak asmaktansa geleceğimize, sağlıklı bir yaşam sürdürme hakkımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Bunlar olmadığı sürece geri dönüşüme bir şeyler atmayın demeyeceğim ama hobi olarak görmekte fayda var.


Kaynaklar
https://www.sciencenews.org/article/chemistry-recycling-plastic-landfills-trash-materials
https://advances.sciencemag.org/content/3/7/e1700782
https://bmcpublichealth.biomedcentral.com/articles/10.1186/1471-2458-12-439
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0956053X17305354
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0956053X1930426X
https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1002/anie.201915651
https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780123964595000131
https://www.discovermagazine.com/environment/heres-how-much-plastic-humanity-has-produced
https://www.theguardian.com/environment/2018/nov/13/the-plastic-backlash-whats-behind-our-sudden-rage-and-will-it-make-a-difference
https://blogs.ei.columbia.edu/2020/03/13/fix-recycling-america/
https://www.livescience.com/how-much-plastic-recycling.html

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog

The post Geri dönüşümün çöküşü first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İnuit Çelişkisi: Sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalmak mümkün mü? https://gazetekarinca.com/inuit-celiskisi-sebze-meyve-yemeden-de-saglikli-kalmak-mumkun-mu/ Sun, 31 Jan 2021 06:00:23 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=184279 HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta Arktik bölgede yaşayan İnuit halklarının sıra dışı beslenme alışkanlıklarına odaklanan Mehmet Ali Döke, sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalınıp kalınamayacağını sorguluyor. Mehmet Ali Döke* Dünya halklarına ilginiz varsa muhtemelen bir zamanlar Eskimo adıyla anılan toplumlardan da haberdar olmuşsunuzdur. Beyazların onlara […]

The post İnuit Çelişkisi: Sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalmak mümkün mü? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta Arktik bölgede yaşayan İnuit halklarının sıra dışı beslenme alışkanlıklarına odaklanan Mehmet Ali Döke, sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalınıp kalınamayacağını sorguluyor.


Mehmet Ali Döke*


Dünya halklarına ilginiz varsa muhtemelen bir zamanlar Eskimo adıyla anılan toplumlardan da haberdar olmuşsunuzdur. Beyazların onlara taktığı bu ismin insanların kendilerince aşağılayıcı bulunması üzerine daha güncel ve halklarca da kabul gören İnuit ismine geçilmiştir. Girişte okurun bağlantı kurabilmesi için eski ismi kullanmış olsak da yazının kalanında gelin biz de insanların kimliklerine saygı gösterip İnuit ismine sadık kalalım.

İnuitler, Arktika’nın günümüzde Kanada, Grönland ve Alaska (ABD) sınırları içinde kalan kısımlarında yaşamaktadır ve 4000 yıl kadar önce kuzeydoğu Sibirya’dan göçerek bu alana yerleştikleri düşünülen Aleutlar’dan (Unanganlar olarak da bilinir) gelirler. Zaten kuzeyli bir halkın torunları olan İnuitler bu yeni evlerine de çok iyi uyum sağlamış ve zorlu kutup şartlarında sağ kalmalarını sağlayacak türlü alet ve yöntemler icat etmişlerdir. Beyaz işgalcilerin Avrupa’dan beraberlerinde getirdiği türlü hastalıklar sonucu tüm kıtada yaşanan toplu ölümler İnuitlerin de nüfusunu azaltmış olsa da günümüze kadar çeşitli gelenek ve dillerini büyük ölçüde yeni nesillere aktarmayı başarmış ve pek çok yerde halen avcı toplayıcı yaşam tarzını sürdürmektedirler.

Avcılık ve toplayıcılık İnuitlerin yaşadığı coğrafyada tercihtense kaderdir denebilir. Zira kutup çemberinin görece güney kesimleri bile yılın önemli bir kısmını kar altında geçirir ve oldukça kısa yaz döneminde toprak çözülse de anlamlı miktarda tarımsal üretime yetecek kadar sıcak gün ele geçmez. Bu durumda İnuitlerin temel besinlerini avladıkları çeşitli hayvanlar oluşturur. Tabii ki yaşadıkları yer yeterince güneyde olan gruplar az miktarda doğal yetişen meyveyi de hem mevsiminde hem de kurutulmuş halde daha sonra da tüketirler. Yine de geleneksel beslenme alışkanlıklarına sağdık kalan İnuitlerin aldıkları kalorinin %75’i hayvansal yağlardan gelmekte. Geri kalan besinlerinin önemli bir kısmı ise hayvansal protein.

Eminim okurlar arasında tamamen bitkisel besin tüketenler (veganlar) ve et tüketmeyenler (vejetaryenler) olduğu gibi ağırlıklı olarak hayvansal besin tüketenler de vardır. Ama en uç örneklerin bile İnuitlerin etçil beslenme alışkanlıklarına yaklaşması bile ihtimal dahilinde değil. Tarımsal bir toplum olmanın getirisi olarak taze sebze ve meyve yemeyenlerimiz bile en azından ekmek, bulgur, pirinç, makarna gibi tahıl ve tohum temelli gıdaları sıklıkla tüketmekte. Dahası, yiyecek ve içeceklerimizin neredeyse hepsinde eklenmiş şeker ve nişasta bulunmakta. Bu nedenle, tarımsal toplumlarda en etçil beslenen bireyler bile kalorilerinin önemli bir kısmını şekerlerden (karbonhidratlardan) almakta. Bir bakıma İnuitlerin neredeyse sürekli olarak ketojenik ya da ona yakın bir beslenme düzeninde yaşadığı söylenebilir.

Aramızdan biri iç hastalıkları doktoruna gidip “Sebze-meyveyi, tahılı ve bitkisel besinlerin tamamını bırakıp karnımı üç öğün kırmızı et ve hayvansal yağ ile doyurmak istiyorum” dese, sanırım doktor bize aksi yönde telkinde bulunacaktır. Gözleri pörtlemiş bir halde eğer bitkisel besinlerden tüketmezsek nasıl temel besinlerin eksikliğini çekeceğimizi, dahası aşırı miktarda hayvansal gıda tüketmenin kalp damar sağlığımızı ne kadar sarsabileceğini, aklımızı başımıza alıp salata yememizi anlatan bir doktor geliyor gözümün önüne. Haksız da sayılmaz. Mesela bitkisel gıdalarda bolca bulunan C vitaminini etten alamıyoruz. Yine A vitamininin en güvenilir kaynağı havuç başta olmak üzere bazı sebzeler. Mesela pirinç ağırlıklı beslenen Asya ülkelerinde özellikle düşük gelirli ailelerin çocukları yeterince A vitamini alamadığından göz gelişimleri kötü yönde etkileniyor ve körlüğe kadar varabilen göz hastalıkları ortaya çıkıyor.

İnuitler binlerce yıldır o bölgede yaşadığına göre bu vitaminleri bir şekilde bulmuş olmalılardı. Konuyla en erken ilgilenmiş olan isimlerden gezgin Vilhjalmur Stefansson, yirminci yüzyılın başında kutba yaptığı seyahatler sırasında uzun sürelerle bölgedeki insanların beslenmesini taklit ederek sağlık sorunları yaşamadan hayatta kalabildi. Bunun üzerine, İnuit beslenmesinin benzerini kendi memleketi olan ABD’de iken doktor gözetimi altında da tekrarlayan Stefansson, tek kişilik deneyiyle taze ve az pişmiş hayvansal gıdalardan yeterince vitamin alınabildiğini göstermiş oldu. Ama bu soru, bilimsel araştırmalara konu ve bilim dünyasında hararetli tartışmalara da neden olmayı sürdürdü. İçine bolca ırkçılığın da girdiği bu atışmalar neyse ki bugün geride kalmış durumda. Şimdi biliyoruz ki Stefansson haklıydı, taze ve az pişmiş (ya da çiğ) hayvansal gıdaların tüketilmesi halinde sağlıklı kalmaya yetecek kadar vitamin almak mümkün. Özellikle İnuitlerin sıkça tükettiği kutup canlılarının yağ oranlarının yüksek olması hem vitaminlerin emilimini hem de bitkilerden gelen şekere erişememekten doğan kalori açığını kapatmaya yetiyor.

2002’de bugünkü Kanada sınırlarında yaşayan İnuit kadınların genelde çiğ tükettiği bazı besinlerin her birinin 100 gramında bulunan C vitaminini ölçen araştırmacılar, ren geyiği karaciğerinde 24 miligram, fok beyninde 15 miligram, kelp adı verilen yosunlarda 28 miligram, yerel olarak mattak adı verilen balina derisinde 36 miligram (portakal suyuna eş değerde) ve balık yumurtasında 50 miligram vitamin buldular. İskorbüt gibi vitamin eksikliğinden kaynaklı hastalıklardan korunmak için alınması gereken asgari C vitamini miktarı ise günlük 10 miligram. Benzer şekilde soğuk sularda gezen balıkların yağlarında ve yine kutupta yaşayan memelilerin karaciğerlerinde yüksek miktarda A vitamini mevcut. Demek ki İnuitler hiç taze meyve yemeseler de C vitamini sıkıntısı çekmemeleri doğal.

Bununla beraber, İnuit beslenmesinin de kendine göre tehlikeleri yok değil. Örneğin yüksek miktarda yağ tüketiminin kalp damar sağlığına olumsuz etkileri olacağı görüşü bugün tıp dünyasında yaygın şekilde kabul görmekte. Endüstriyel toplumlarda gitgide daha genç nüfus kolesterol seviyelerini denetim altında tutmak için birtakım ilaçlar kullanmakta. Bu ilaçların kalp damar sağlığına etkisi halen tartışmalı olmakla birlikte uzun süreli kullanımda ciddi yan etkileri de görülebildiğinden genç insanların hayatına ne etkisi olacağı da endişe yaratıyor. Gelin görün ki, İnuitlerin kalp krizi riski civarda yaşayan diğer Kanadalı ve Amerikalılarınki ile hemen hemen aynı. Dahası, İnuitlerin kalp sorunlarına bağlı ölüm riski diğer nüfusun yarısı kadar. Bu ilginç duruma “İnuit Çelişkisi” deniyor ve araştırmacıların açıklamak için kafa yorduğu konular arasında.

Bazı araştırmacılara göre İnuit beslenmesinin, hayvansal ürün ağırlıklı endüstriyel beslenme biçiminden en büyük farkı yağlar. Kanada Quebec’teki Laval Üniversitesi’nde önleyici hekimlik uzmanı Eric Dewailly’ye göre, yabanda gezen hayvanların vücutlarında biriken yağlar besi ile yetiştirilen çiftlik ya da tesis hayvanlarınınkinden farklı. Yaban hayvanlarının yağı çok daha az doymuş yağ molekülü içerirken omega-3 gibi sağlığa yararlı olduğu düşünülen moleküller bakımından zengin. Yani bir bakıma, besi hayvanlarından gelen yağ yapısal olarak tere yağı ya da margarin gibi yağlara benzerken bir balinadan ya da Kutup Denizi’nde yakalanmış balıktan gelen yağın önemli bir kısmı yapısal olarak zeytin yağı gibi bitkisel kaynaklı yağlara benziyor. Bu durum göz önüne alınınca, İnuit beslenmesinin endüstriyel etçil beslenmeden çok günümüzde çokça övülen Akdeniz Diyeti’ne benzediği ortaya çıkıyor (tabii normalde bitkilerden gelen lif içeriğini saymazsak).

Sanırım ete düşkün okurlar bu noktada hayal kırıklığına uğramışlardır. Zira bütün bilgilerimizi toplarsak hem İnuitlerin neden bize sıra dışı gelen bir beslenme biçimine karşın sağlıklı kalabildiklerini hem de neden bizim benzer şekilde beslenerek sağlıklı kalamayacağımızı anlamış oluyoruz. Okurlarımızın çoğunun ren geyiği karaciğeri, kutup balığı yumurtası ya da fok beynine erişimi olduğunu sanmıyorum. Dahası elimize bu besinlerden yeterince geçse bile her kültürün kendi ağız tadı olduğundan, çoğumuzun bunları kolaylıkla yiyebileceğinden şüpheliyim. İnuitler, imkansız gibi görünen bir coğrafyayı kendilerine ev yapmış, bu sırada da insan aklı ve becerisinin sınırlarını zorlayarak ve muhtemelen pek çok deneme yanılma sürecini – ve erken ölümleri – atlatarak kendi ortamlarında, kendi kültürlerine uygun olan sağlıklı bir beslenme biçimi geliştirmişler. Biz de bunun benzerini olduğumuz yerde yapmıştık aslında. Fakat endüstriyel, işlenmiş, rafine gıdalar her yerde olduğu gibi bizde de dayanılmaz cazibeleri ile mutfaklarımızın altını üstüne getirdi.

İnuitler’den hiç değilse şunu öğrenmek mümkün: O diyeti, bu diyeti diye uğraşmak yerine kendi kültürümüzün damak tadına sığacak şekilde temel bazı prensipleri dikkate alarak sağlıklı yaşamak mümkün. Bu prensipler sanıyorum şu kadar basit: Doymuş yağı az, doymamış yağı bol tüketmek, toplam kalorinin %30’dan azını protein olarak almak ve (çoğumuzun doğal hayvansal gıdaya erişimi olmadığını düşünürsek) bunun çoğunu ya da hepsini bitkilerden edinmek, işlenmiş gıdanın her türünden ama özellikle işlenmiş yağ (margarin gibi) ve rafine şeker içeren yiyeceklerden olabildiğince uzak durmak.

Burada çuvaldızı kendime batırarak yazıyı sonlandırıyorum, bence hepimiz şimdikinden daha iyi beslenebiliriz ve bunun için gereken bilgi zaten elimizde – ortada bir çelişki yok.


Kaynaklar
https://www.discovermagazine.com/health/the-inuit-paradox
https://www.pnas.org/content/108/51/20444
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0889157502910537
https://www.sciencealert.com/what-would-happen-if-you-only-eat-meat
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0skorb%C3%BCt
https://en.wikipedia.org/wiki/Inuit

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog

The post İnuit Çelişkisi: Sebze-meyve yemeden de sağlıklı kalmak mümkün mü? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
2020’nin ikinci yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu? https://gazetekarinca.com/2020nin-ikinci-yarisina-bakis-bilim-ve-teknolojide-neler-oldu/ Sun, 03 Jan 2021 06:22:40 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=181925 2020 senesinin son yazısında geçtiğimiz yılın ilk altı ayında öne çıkan bilim ve teknoloji gelişmelerini derlemiştik. 2021’in ilk yazısında 2020 Temmuz-Aralık ayları arasında haberini aldığımız gelişmeleri de derleyerek geçmiş yılın değerlendirmesini bitiriyoruz. Önümüzdeki hafta ise ilkini daha önce yayımladığımız Einstein yazı dizisinin ikinci bölümünü sizlerle paylaşmayı umuyoruz. Keyifli okumalar. Mehmet Ali Döke* Temmuz Sürdürülebilir tarımın […]

The post 2020’nin ikinci yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
2020 senesinin son yazısında geçtiğimiz yılın ilk altı ayında öne çıkan bilim ve teknoloji gelişmelerini derlemiştik. 2021’in ilk yazısında 2020 Temmuz-Aralık ayları arasında haberini aldığımız gelişmeleri de derleyerek geçmiş yılın değerlendirmesini bitiriyoruz. Önümüzdeki hafta ise ilkini daha önce yayımladığımız Einstein yazı dizisinin ikinci bölümünü sizlerle paylaşmayı umuyoruz. Keyifli okumalar.


Mehmet Ali Döke*


  • Temmuz

Sürdürülebilir tarımın da ormanlık alanların tahribine ve ormansızlaşmaya yol açtığı görüldü. Sumatra ve Borneo’da sürdürülebilir tarım belgesi almış işletmelerin elimdeki alanların 1984-2020 arasında çekilmiş uydu görüntülerini inceleyen araştırmacılar ormanlık alanların yok olduğunu gözlediler. 1990’larda büyük memeli koruma alanı sayılan bölgeler daha sonrasında sürdürülebilir olduğu iddia edilen palm yağı etkinliklerine açılmıştı ve bölgede tarıma ayrılan alan giderek genişliyor. Doğal halinde yağmur ormanları barındıran bölgelerinde ilerleyen palm yağı üretimi sonucunda tahrip ya da yok edilen ormanlar soyu tükenmekte olan orangutan, gergedan, kaplan ve fillerin yaşamak için sahip olduğu az sayıda yaşam alanından biri.

Yeni geliştirilen Çokyönlü Video Kodlama (Versatile Video Coding) standardı ile aynı miktarda videoyu kodlayan veri miktarı (İng. bit rate) öndeki formatlara göre yarı yarıya düşüyor. Bu sayede çevrimiçi video izlemede 8K kalitesinin önü açılmış oluyor.

New Scientist Default Image

Harvard Üniversitesi ile Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün ortaklaşa işlettiği Broad Enstitüsü’nde araştırmacılar ilk defa mitokondri genomunda değişiklik yapabilen bir sistem geliştirdiler. Hücre genomuna müdahalede kullanılan CRISPR benzeri teknolojiler DNA’yı keserek değiştiriyor ve mitokondri DNA’sı bu kesme işleminden sağ çıkamıyor. Dahası yine CRISPR örneğinde kılavuz bir RNA molekülünün sisteme nereyi kesmesi gerektiğini bildirmesi lazım fakat mitokondriye dışarıdan RNA sokulabilmiş değil. Bu bakımdan mitokondri DNA’sına müdahale hücre DNA’sı için şimdiye kadar geliştirilen teknolojilerle mümkün olmuyordu. Baz düzenleyici (İng. base editor) adı verilen bu yeni sistemde mitokondri DNA’sının belli bir bazında değişiklik yapabilecek proteinlerle önceden seçilmiş hedef bölgelere bağlanabilen proteinleri birbirine kaynaştıran araştırmacılar seçici bir biçimde ve istenilen yönde değişiklik elde etmeyi başardılar. Bu yeni aracın kötü yanı, CRISPR’dan farklı olarak her bir hedef için bütün protein grubunun baştan üretilmesi gerekmesi. Yine de mitokondri genomundaki mutasyonların yarattığı sağlık sorunlarına müdahale etmede ele geçen ilk teknolojinin pek çok insanın hayatını kurtarması ya da yaşam kalitesini artırması mümkün.

  • Ağustos

İnsanların en az 200 bin yıldır ottan yatak yaptığı ortaya çıktı. Güney Afrika’daki bir mağarada kazı yürüten arkeologlar yatak şeklinde düzenlenmiş bitkilerin kalıntısına erişti. Yatak yapımında kullanılan otsu bitkileri inceleyen araştırmacılar, Tarchonanthus camphoratus gibi bölgede halen böcekleri uzak tutmakta kullanılan bitki çeşitlerinin de kullanıldığını gördüler. Dahası, bitki malzemesinin arasına kül de katıldığına değinilen makaleye göre bu bulgular yatak yapımına dair tarihi önceden bildiğimizden 100 bin yıl daha eskiye çekiyor. Bu şekilde kurulan yatakların rahatlığın yanı sıra böcekler ve böceklerin taşıdığı hastalıklardan korunmaya da yaradığına inanılıyor.

200,000 years ago, humans preferred to sleep in beds

Panspermia kuramı – yaşamın gezegenden gezegene taşınmış olabileceği fikri – Uluslararası Uzay Üssü’nden gelen verilerle desteklendi. Dünya’dan alınıp uzay üssüne götürülen Deinococcus radiodurans türü bakterileri uzayın zorlu şartlarına maruz bırakan araştırmacılar 3 yılın sonunda bu hücreleri tekrar kültüre aldıklarında bakterilerin yaşama döndüklerini ve mor ötesi ışınlardan kaynaklı DNA hasarını başarılı bir şekilde onardıklarını gördüler. Özetle, uzayda dolaşan bir taş kütlesinin üzerinde kalmış olabilecek bakteri hücrelerinin başka bir gezegene ulaşıp, uygun şartları bulunca hayata dönmesi mümkün. Şimdiki bulgulara göre bakterilerin kurtarılabilir bir halde uzayda geçirebileceği sürenin iki ila sekiz yıl arası olduğu tahmin ediliyor.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi dev yapılara gerek duymadan parçacık hızlandırıcısı kurmak mümkün. Almanya merkezli DESY araştırma merkezinde lazer-plazma hızlandırıcıları üzerine çalışan bir grubun makalesine göre ilk kez bu tip bir hızlandırıcı 24 saat boyunca çalıştırıldı ve 100 bin ardışık elektron demetinden elde edilen veriler incelendi. Alanda önemli bir mihenk taşı sayılan bu gelişme ile görece küçük ölçekli parçacık hızlandırıcıların gerçek olmasına bir adım daha yaklaşıldığı belirtiliyor.

  • Eylül

neoHome | Renewable Energy Production and the Threat to Biodiversity

Giderek artan yenilenebilir enerji yatırımlarının gerektirdiği madencilik çalışmaları doğal hayatı tehdit ediyor. Ekolojik yıkıma çözüm olarak sunulan yenilenebilir enerjinin yükselişi ile madencilik çalışmaları da hızlandı. Dünya’da madenciliğe ayrılan alan yaklaşık 50 milyon km² iken bu yüzeyin %8’i koruma alanlarına, %7’si önemli biyolojik çeşitlilik içeren alanlara ve %16’sı ise yaban hayat alanlarına denk geliyor. Maden alanlarının %82’sinden yenilenebilir enerji üretimi için gereken malzemeler çıkarılmakta. Kaş yaparken göz çıkarmak bu olsa gerek.

Memeli türlerinin yok oluşunun altında iklim değişikliği değil, insan nüfusu ve etkinlikleri yatıyor. Geçmiş 126 bin yılın yok oluş verilerini inceleyen araştırmacılar, küresel memeli yok oluşlarının ardında insan nüfusundaki artış ve belirli insan etkinliklerinin (ör. Amerika Kıtası’nın Avrupa’dan gelen işgalcilerce ele geçirilmesi ve beraberinde yaşanan ekolojik çöküş) yattığını buldular. Geçmiş yok oluşların %96’sının iklim değişikliğinden bağımsız olduğunu bulan çalışmaya göre memeli çeşitliliğindeki düşüşün hızlanarak sürmesi bekleniyor.

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ile Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin (NOAA) incelemeleri sonucu güneş döngüsü 25 içinde olduğumuz netleşti. Aralık 2019’da asgari Güneş lekesi ve püskürtüsü etkinliği ile başladığı kesinleşen 25’inci döngünün 24’e benzer şekilde zayıf etkinlik ile geçmesi ve 2030’da sona ermesi bekleniyor. Ortalamanın altında kalsa da bu döngüde görülecek Güneş etkinliklerine hazırlıklı olmak uzay araştırmaları ve uydu temelli iletişim ağları için önem taşıyor.

  • Ekim

Nuclear vs renewable energy and the critical importance of independent research - Sussex Energy Group at SPRU

Yenilenebilir enerji karbon ayak izimizi küçültebiliyorken nükleerin böyle bir etkisi olmadığı görüldü. Son 25 yılda 123 ülkeden toplanan verileri inceleyen araştırmacılar, ulusal çapta yenilenebilir enerji yönüne kayılması ile karbon salınımının önemli miktarda düştüğünü gösterdiler. Ne var ki, kendisi karbon salmayan bir teknoloji olan nükleer elektrik üretim tesislerine ağırlık veren ülkelerde genel karbon ayak izinin küçülmediği görüldü. Dahası, nükleer teknoloji ve yenilenebilir enerji için gereken alt ve üst yapının farklılığı ve uyuşmazlığına dikkat çeken araştırmacılar nükleere yapılan yatırımın iklim değişikliği ile ilgili beklenen faydayı sağlamamanın yanında asıl etkili olan yenilenebilir enerjiye geçişi de sekteye uğratabileceğinden endişe duyuyorlar.

Enerji harcamadan kapalı alanları soğutmayı mümkün kılan bir malzeme geliştirildi. İsmini iki yüzlü mitolojik Roma tanrısı Janus’tan alan Janus Yayıcısı (İng. Janus Emitter ya da kısaca JET) değişik özelliklerde iki malzemenin birleştirilmesi ile üretildi. Bu sayede sıradan malzemelere göre çok daha hızlı bir şekilde yüzey soğutması sağlamanın yanında JET eğer kapalı bir alanın duvarlarında kullanılırsa iç mekânda biriken ısıyı da etkin bir biçimde dışarı atabilmekte. Dışarıdan enerjiye ihtiyaç duymadan ortamları soğutabilmenin hem enerji tasarrufu hem de küresel ısınma açısından önemine dikkat çeken araştırmacılar, günümüzde küresel olarak harcanan toplam enerjinin onda birinin ortam soğutmaya gittiğini ve bu durumun fosil yakıtlara olan talebi artırdığını belirtiyorlar.

Antibiyotik direnci hiç antibiyotikle karşılaşmamış bakterilere de sıçrayabiliyor. Bir bakteri popülasyonuna karşı mücadelede antibiyotiklere başvurduğumuzda içlerinden bazı bireylerin genetik yapısı onları antibiyotiğe dirençli kıldığı için bu genetik çeşit hızla seçilime uğruyor ve kısa bir süre sonra popülasyonun tamamı verilen antibiyotiğe dirençli oluyor. Bunu zaten biliyorduk. Yeni bir çalışmada ise, antibiyotik direnci olan bakterilerle daha önce antibiyotiğe maruz kalmamış bakterilerin aynı ortama girmesi halinde direnç genlerinin gruplar arasında aktarılabildiği gösterildi. Bu sayede antibiyotiğin normalde ortadan kaldırabileceği bakteri popülasyonlarının da düşük oranlarda dirençli birey barındırması ve ileride antibiyotikle karşılaştıklarında çok hızlı bir şekilde kitlesel direnç sergileyebilmeleri söz konusu.

  • Kasım
Büyük Set Resifi

800 mercan türüne ait doku ve DNA örneklerinin depolandığı bir mercan biyobankası kuruldu. Avustralya’da kurulan bu bankanın amacı artık tükenme tehlikesi altında olan mercanları gelecekte (Dünya’yı yok etmek yerine düzeltmek yönünde bir tercih yaparsak) yeniden mercan resiflerini oluşturmak için saklamak. Ekolojik yıkımda yenilgiyi kabullenip zararın neresinden dönülse kârdır mantığına yöneldik galiba.

CRISPR/Cas9 gen düzenleme teknolojisini lipit nanoparçacıklar aracılığıyla dokulara ulaştıran araştırmacılar, ilk defa bu yolla kanser tedavisinde başarı sağladılar. Tek bir uygulama ile sağ kalma oranlarında %30 artış gözlenen çalışma umut verici.

  • Aralık

Climate Change Continues its Relentless March: 2020 on Track to be one of Three Warmest Years on Record

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün açıklamasına göre, 2020 şimdiye kadar kayda geçen en sıcak üç yıldan biri ve 2011 ile 2020 arası da kayda geçen en sıcak on yıllık dilim oldu.

Kök hücrelerden timüs üretildi. Karmaşık yapıda bir salgı organı olan timüsü üretmek için araştırmacılar insan kök hücrelerini biyomühendislikle üretilmiş bir kalıba yerleştirdiler. Üretilen organların işlevsel olduğu gösterildi.

Çin’de HL-2M tokamak füzyon reaktörü devreye girdi. ArGe aşamasında olsa da bu reaktörün umulduğu gibi çalışması halinde hem fizik bilimine eşsiz katkıları olacak hem de gelecekte çevre dostu, sınırsız ve güvenli bir enerji kaynağı olacağı düşünülen büyük çaplı füzyon reaktörlerinin işler hale gelmesinde önemli bir adım teşkil edecek.


* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog


The post 2020’nin ikinci yarısına bakış: Bilim ve teknolojide neler oldu? first appeared on Gazete Karınca.

]]>
İBB ve ODTÜ işbirliğiyle ‘İstanbul tsunami eylem planı’ hazırlandı https://gazetekarinca.com/ibb-ve-odtu-isbirligiyle-istanbul-tsunami-eylem-plani-hazirlandi/ Sun, 05 Jul 2020 08:23:03 +0000 https://gazetekarinca.com/?p=181758 HABER MERKEZİ – İBB ve ODTÜ işbirliği ile hazırlanan “İstanbul Tsunami Bilgi Kitapçıkları” çalışması tamamlandı. Çalışmayla, İstanbul’un olası bir tsunamiden etkilenecek tüm ilçeleri için ayrı ayrı raporlar hazırlandı, olası kayıpları en aza indirmeyi sağlayacak önlemler belirlendi. Çalışmada tahliye haritaları da yer alıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), şiddetli bir depremin beklendiği kentte, olası tsunami senaryoları ve […]

The post İBB ve ODTÜ işbirliğiyle ‘İstanbul tsunami eylem planı’ hazırlandı first appeared on Gazete Karınca.

]]>
HABER MERKEZİ – İBB ve ODTÜ işbirliği ile hazırlanan “İstanbul Tsunami Bilgi Kitapçıkları” çalışması tamamlandı. Çalışmayla, İstanbul’un olası bir tsunamiden etkilenecek tüm ilçeleri için ayrı ayrı raporlar hazırlandı, olası kayıpları en aza indirmeyi sağlayacak önlemler belirlendi. Çalışmada tahliye haritaları da yer alıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), şiddetli bir depremin beklendiği kentte, olası tsunami senaryoları ve eylem planları üzerine bir çalışma gerçekleştirdi.

İBB ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) işbirliği ile hayata geçirilen çalışmanın ilk etabında, “İstanbul Marmara Kıyıları Tsunami Modelleme, Hasar Görebilirlik ve Tehlike Analizi Güncelleme Projesi” 2018 yılında tamamlanmış, kentin denize kıyısı olan ilçelerdeki tsunami etkileri kapsamlıca araştırılmıştı.

Çalışmanın ikinci etabında ise ‘İstanbul Tsunami Eylem Planı (2019)’ ortaya konuldu. Bu çalışmayla, belirlenen risk faktörlerine göre, her bir ilçe için olası kayıpların en aza indirgenmesini sağlayacak eylemler belirlendi.

Çalışma; Adalar, Avcılar, Bakırköy, Beşiktaş, Beylikdüzü, Beyoğlu, Büyükçekmece, Fatih, Kadıköy, Kartal, Küçükçekmece, Maltepe, Pendik, Silivri, Tuzla, Üsküdar ve Zeytinburnu olmak üzere İstanbul’un denize doğrudan kıyısı olan ve olası tsunamiden belirgin şekilde etkileneceği öngörülen 17 ilçe için gerçekleştirildi.

Tsunami tehlike ve risk analizleri ile riskin azaltılmasına yönelik eylemler, her bir ilçe için ayrı ayrı raporlanarak, şu adresten kamuoyuyla da paylaşıldı.

Raporda, ilçe ilçe şu bilgiler yer aldı:

  • Adalar’da binden fazla yapı tsunamiden etkilenecektir. İlçe genelinde maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 12.3 metreye ulaştığı hesaplanmıştır.
  • Avcılar’da maksimum su basma derinliği 5.2 metreye ulaşabilmekte; yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 780 metreye ulaşmaktadır.
  • Bakırköy’de su basma mesafesi, dere yatağı boyunca yaklaşık bin 200 metreye ulaşmaktadır. İlçede maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 6.41 metreye ulaştığı hesaplanmıştır.
  • Beşiktaş’ta su basma mesafesi denizden yaklaşık 200 metreye ulaşmaktadır.

Fatih’te 7 metrelik dalga boyu

  • Beylikdüzü’nde maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 5.11 metreye ulaşmaktadır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 350 metreye ulaşmaktadır.
  • Beyoğlu’nda karadaki maksimum su basma derinliği, noktasal olarak 3.04 metreye ulaşmaktadır. 170’den fazla yapının tsunamiden etkileneceği öngörülmektedir.
  • Büyükçekmece’de maksimum su basma derinliği, noktasal olarak 8.59 metreye ulaşacak; 1400 yapı tsunami baskınından etkilenecektir.
  • Fatih’te su basma derinliğinin noktasal olarak 7.02 metreye ulaştığı; yatayda ise su basma mesafesinin yaklaşık 650 metreye ulaştığı tespit edilmiştir.

Kadıköy’de deniz bir kilometre içeri girecek

  • Kadıköy’de noktasal olarak su basma derinliğinin 7.79 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi dere yatakları boyunca yaklaşık 1.000 metreye ulaşmaktadır.
  • Kartal’da maksimum su basma derinliğinin 5.84 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 300 metreye ulaşmaktadır.
  • Küçükçekmece’de maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 5.38 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık bin 230 metreye ulaşmaktadır.
  • Maltepe’de maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 7.96 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 670 metreye ulaşmaktadır. Maltepe Orhan Gazi Şehir Parkı tamamen sular altında kalmaktadır.
  • Pendik’te maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 5.71 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 400 metreye ulaşmaktadır.

Silivri’de bin 500’den fazla yapı tsunamiden etkilenecek

  • Silivri’de maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 7.89 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 2.000 metreye ulaşmaktadır. 1.500’den fazla yapı tsunamiye maruz kalacaktır.
  • Tuzla’da maksimum su basma derinliği, noktasal 6.34 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 600 metreye ulaşmaktadır.
  • Üsküdar’da maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 3.37 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 365 metreye ulaşmaktadır.
  • Zeytinburnu’nda maksimum su basma derinliğinin noktasal olarak 5.95 metreye ulaştığı hesaplanmıştır. Yatayda ise su basma mesafesi yaklaşık 470 metreye ulaşmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, bir kez daha Kanal İstanbul projesi ile bağlantılı deprem riskine karşı uyarıda bulunmuştu.

Kanal İstanbul’un Marmara’ya açıldığı kıta sahanlığında canlı faylar olduğunu gördüklerini söyleyen Görür, büyük bir tsunami tehlikesi olduğunu belirtmişti.


Prof. Naci Görür’den deprem ve tsunami uyarısı

The post İBB ve ODTÜ işbirliğiyle ‘İstanbul tsunami eylem planı’ hazırlandı first appeared on Gazete Karınca.

]]>