Heval Elçi – İSTANBUL
Kuyuya, kaldırıma gömülen, bazen mezardan çıkarılıp bir daha öldürülen ölüler, bazen buzdolabında kalmaya, bazen atın, aracın arkasına bağlanmaya mecbur tutulur; bazen asit kuyusunda un ufak, bazen naylon torbada kemik olarak teslim edilirken, cenazelere yönelik saldırıların sıklaşmasının ardından Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifinin düzenlediği konferans, Şişli Nazım Hikmet Kültürevi’nde siyasetçilerle STK’ların geniş katılımıyla başladı.
HDP Eş Genel Başkanı Pevin Buldan, HDP Milletvekilleri Hişar Özsoy,Garo Paylan, Barış Vakfıı Başkanı Hakan Tahmaz, İPS İletişim Vakfı Başkanı Nadire Mater, siyasetçiler İlknur Biryol, Murad Mıhçı, İHD Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin, gazeteci Ali Duran Topuz, Barış Anneleri,Cumartesi Anneleri, Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldığı konferans, sinevizyon gösterisiyle başladı.
Konferansın açılış konuşmasını İnisiyatifi Eş Sözcüsü Derya Aydın yaptı. Konuşmasına yıllardır ölülere, şiddete karşı mücadele edenleri aileleri selamlayarak başlayan Aydın, şunları söyledi:
Sadece ölü bedenlere yönelik fiziksel şiddet olarak değil aynı zamanda mezarlıkların tahrip edilmesi, inanç merkezlerinin saldırıya uğraması hem fiziksel hem sembolik şiddet yaşanıyor. Ölüler mezarlıktan çıkarılabiliyor, yerlerde sürükleniyor. Bunlar yaygın medyada meşrulaştırılıyor. Ölülere ne oldu? Özellikle çatışmalarda hayatını kaybedenlere ne oldu? Çoğu defnedilmedi. Çöplüklere dahi atıldılar. Çatışmaların bir kez daha başlamasıyla bu kez mezarlıklar havadan bombalandı ve tahrip edildi. Sur’da Cizre’de yaşamını kaybedenlerin cenazelerini aileler alamadı. Taybet İnan örneğini gördük. Hacı Birlik cenazesi yerlerde sürüklendi. Kevser Ertürk’ün cenazesi çıplak olarak sergilendi. Cumhuriyet tarihi boyunca azınlıkların da benzer düşmanca tavırlarla karşılaştığını biliyoruz. Ermeni mezarlıkları saldırıya uğruyor. Aleviler yıllardır bu konuda mücadele ediyor. LGBTİ+’lerın cenazeleri ciddi anlamda ayrımcılığın hedefinde. Mülteciler değinmeden olmaz, Ege Denizi mülteciler mezarlığına dönmüş durumda. Her zaman ölü bedenleri şiddetin hedefinde oluyor. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, şimdiye kadar bu kesimlerin birlikte yürüttüğü mücadeleden güç alarak bir araya geldi. Ocak 2021’den beri bu alanda çalışma yürütüyoruz. Paneller yaptık ama amacımız kamusal alanda bu konuyu konuşmaktı. Bugün burada bunları her açıdan konuşacağız.
Elimizde fotoğraflar çocuklarımız nerede diye soruyoruz
Daha sonra Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor konuştu. Çocuklarımızın ellimizden alındığının, mezarlarına saldırıldığının altını çizen Dutuor, ölenlerden kalanları da yok etmeye çalıştıklarını vurgulayarak şöyle devam etti:
Cezayir’deki derneğimizi oğlum 1997’de kaybedildiğinde kurdum. Aylarca, ben de sizin gibi çocuğumu aradım. Birlikte çocuklarımız aramamız gerektiğini düşündüm. Biz de her Çarşamba İnsan Hakları Gözlemevi’nin önünde toplanıyorduk. Polis saldırıyordu. TOMA ile sıcak su sıkıyorlardı. Direndik. Şu anda da direnmeye devam ediyoruz. Ben ilk kez kayıp aileleri ile İstanbul’da. Bu anneleri hiç unutmuyorum. Aynı dili konuşmasak da birbirimizi anladık. Elimizde fotoğraflar çocuklarımız nerede diye soruyoruz.
İki oturum şeklinde yapılan konferansın ilk oturumunda “Türkiye’de ölülere yönelik çok yönlü şiddet” başlığı tartışıldı. Oturumu,İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin yönetirken, panele Murad Mıhçı, Profesör Dr. Ayhan Yalçınkaya, Sığınmacı İnsan Hakları Platformu üyesi Taha Elgazi, TJA aktivisti Mekiye Ormancı, din alimi Mele Abdulbari Tiryaki katıldı.
Konferansın ikinci bölümü ise “Etik, Hukuk ve (nekro) politika” başlığıyla devam etti. Oturumu Remzi Altunpolat yönetirken konuşmacılar Hülya Dinçer, Cana Bosna, Ali Duran Topuz ve Atalay Göçer oldu.
Oturumlarda öne çıkanlar:
Evinin işaretlenmesi ölüm habercisi
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez ise Alevilere dönük işkencelerden söz etti. Geçmez, Alevilerin evlerini işaretlenmesinin toplumsal bilinçte ölümün geleceğinin habercisi olduğunu vurguladı.
Kimsesiz Mülteciler
Göçmenler adına konuşan Fizik Profesörü Taha Elgazi, geçmişte yaşadıklarımızın bugün onların yaşadıklarını vurguladı. Medyada çıkan yabancı ülkelerin göçmenlere yaptıkları zulme değinen Elgazi şöyle devam etti:
Türkiye Suriye sınırında yüzlerce insan öldürüldü nişancılar tarafından. Bu kişilerin hakları savunulmuyor. Mülteci olunca kimsesiz oluyorsunuz, bizim kimsemiz yok.
Devlet dini
Din adamı Mele Abdulbari Tiryaki, devletleri yönetenlerin dini kendilerine ‘araç’ olarak ve kendi varlıkları için kullandıklarını belirten Tiryaki, “Ölüye saygı demek ona hizmet etmek haklarını korumak demektir” dedi.
Kalanlara saldırı
Ermeni mezarlarının ranta teslim edildiğini vurgulayan Murad Mıhçı, “Ermeni mezarlarının üzerine evler yapılıyor. Ankara’da Ermeni mezarlığının üstüne TOKİ yapıldı. Van Edremit Ermeni Mezarlığı üzerine tuvalet yapıldı. Gezi Parkı’nda Ermeni mezarı vardı. Bu saldırılar aslında ölülere değil, kalanlara. Bu saldırılar yapılırken canlılara, yaşayanlara yapılıyor” dedi.
Mülkiyet anlayışıyla saldırı
TJA akvisti Mekiye Ormancı, b ütün savaşlarda kadın bedeninin kullanıldığını, kadınlara mülkiyet anlayışı ile saldırıldığını vurguladı. Ormancı, “Taybet Ana şahsında şehir savaşlarında karşımıza çıktı. Gömülme hakkı elinden alındı. Bu ilk değildi. Biz gömülmeyen ölü bedenlerle büyüdük. Bugün resmi hafıza bunları silmeye çalışıyor ama halen halkın beyninde yaşıyorlar” ifadelerini kullandı.
Bir bedende Ermeni, Kürt, Alevi
Akademisyen Ayhan Yalçınkaya, Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılanları hatırlatarak “Hatun Ana, Ermeni dölüydü, Aleviydi, Kürtü; Ermeni’nin, Alevi’nin, Kürt’ün beden bulmuş haliydi. Dolayısıyla o mezar yeri ona çok görüldü” dedi. Ölülerimize saygı istiyoruz diye devam eden Yalçınkaya, “Devlet kendi varlığı için kendi dışında herkesi öldürebilir. Kendi koruyucu ölülerinin ölmediğini bildiği için onları sürekli anar. Devlet bunu bilir. Düşmanları için de bunun böyle olduğunu bilir. Ölüler geri döner. Devlet bunu bilir. Bu öldürme döngüsünün varacağı yer soykırımdır. Düşmanlarının ölülerini de sürekli öldürmek ister” dedi.
Penguen habercilik
Artı Gerçek Genel Yayın Yönetmeni Duran Ali Topuz, medyanın bedenlere uygulanan şiddetti yansıtmamasına dair 1915’te de günümüzde için aynı rolü oynadığını vurgulayarak ilgisizliğin medyanın beceriksizliği ya da cehaleti olmadığını vurgulayarak şöyle devam etti:
Medyanın ilgisizliği çok açık ve kasıtlı bir tasarım. Medyanın egemen güçlerin lehine kullanılabilmesi. Kürtlerle egemenliğin paylaşılmaması, Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerinin reddedilmesi için kullanılan bir alan medya. 12 Eylül’le den sonra gazeteci olan medya patronlarının gazeteciliklerinin bitirilip TÜSİAD’ın sermayesini sağladığı yeni nesil neo-liberal, küresel ilişki ağlarına uygun gazetecilik başladığında Türkiye’nin eski kodları medya arasında özel bir işbirliği kuruldu. Bu işbirliğinin kodları; Türk, Sunni, Erkek ve tercihen belirli bir gelir ve eğitim düzeyinde olanlardan oluşan bir topluluğu gerçek bir toplum olarak aldılar.
Birinci oturumun ardından Gazete Karınca’ya Kürt kadın bedeni üzerinde uygulanan şiddete dair değerlendirmelerde bulunan TJA Aktivisti Mekiye Ormancı şunları dile getirdi:
Kadın bedeni tüm savaşlarda bir kod etrafında dönüyor. Hem uluslararası savaşlarda hem etnik savaşlarda hem de iç savaşlarda. Kadının bedeni birinin mülkü üzerinden kurgulanıyor. Hem çatışmalı süreçlerde hem savaşlarda ilk fethedilmesi gereken beden kadın bedeni, toprak olarak karşımıza çıkıyor. 90’lı yıllar benim için karanlık dönemdi. Bugün sosyal medya üzerinden yapılan saldırılar deşifre ediliyor ama o dönem devlet bunu açıkça yapıyordu, gizleme gereği görmüyordu. Ölü bedenlere yönelik şiddet bütün basın tarafından açık bir şekilde sergileniyordu, özellikle Kürt toplumuna karşı yapılan şiddet sergileniyordu. Kadın, ölürken de yaşarken de şiddeti yaşıyordu. Toplumsal cinsiyet kodlarında bir kadının ailesine, topluma ve devlete, devletin mekanizmalarına ya da koyduğu kuralların dışına çıkması durumunda bir cezalandırma var. Bu cezalandırma yöntemi öldürmektir. Öldürdükten sonra da o bedeni ortada bırakma var, teşhir etme var, şiddet var. Birilerine ölü beden üzerinden mesaj verme var bu daha çok kadınlar üzerinden oluyor. Kadını hiçleştirerek mesaj veriliyor. Günümüzde de özel savaş politikalarla devletin memurlarıyla yapılıyor, İpek Er örneği gibi bilinmeyen birçok örnek var.
Nagihan Akarsel’in Süleymaniye’de katledilmesine değinen Ormancı şunları dile getirdi:
Kürt kadın hareketi, Kürdistan’da bir devrimi de beraberinde getirdi. Nagihan Akarsel arkadaşımız mücadeleci bir kadın arkadaşımızdı. Örnek mücadelesiyle kendini var etmiş bir arkadaştı. Cins mücadelesine kendini adamış, akademik çalışmalar yapan bir arkadaşımızdı. Devletin korktuğu noktadaydı, kadının zihinsel mücadelesinin kodlarını jineoloji üzerinden bertaraf etme mücadelesi vardı ve bir yönelimde bundan kaynaklıydı. Bizlerde onun kalemini ve mücadelesini yerde bırakmayacağız.
Ölüye Saygı ve Adalet Konferansı, 9 Ekim Pazar günü (yarın) devam edecek.
HABER MERKEZİ