Onur Hamzaoğlu
Pandemi uzadıkça uzuyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandeminin ilan edilişinin üzerinden 19 aydan daha uzun bir süre geçti. Aynı gün Sağlık Bakanı Koca da Türkiye’de tanısı konan ilk COVID-19 hastasının varlığını açıklamıştı. Şimdiye kadar, dünyada 233 milyondan fazla insanın hastalandığı, bu hastalardan 4 milyon 772 binden fazlasının da yaşamını kaybettiği resmi olarak açıklandı. Her türlü saklama ve gerçek dışı açıklamalara karşın, Türkiye’de de COVID-19 hasta sayısının 7 milyonu, yaşamını kaybedenlerin de 63 bini geçtiği resmi olarak paylaşıldı.
Pandemi, hız kesmesi bir yana, yeniden alevlendi. 2020’nin yaz aylarında yavaşlayan pandemi, 2021 yılında yaz aylarına rağmen, yükselişe geçmiş durumda. Dünya genelinde, Eylül 2021’in üçüncü haftası itibarıyla, günlük ortalama tanısı konmuş yeni hasta sayısı 2020 yılının aynı dönemine göre %70, hayatını kaybedenler de %50 arttı. Bu süre zarfında salgının etkeni ile ilgili pek çok bilinmeyenin ortadan kaldırılmış olmasına, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede en önemli araçlardan birisi olan aşının 10 ay önce uygulaması ve kitlesel üretimi başlamış olmasına karşın, pandemi uzuyor. Önlenebilir acılar devam ediyor. Çünkü, COVID-19 aşısı yalnızca zengin ülkeleri, zenginleri koruyor!
Dünyadaki 7,2 milyar insanın ancak %32’si henüz aşılanabildi. Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerinin çoğunda bu oran bile henüz yalnızca bir hayal. Zengin ülkelerde yaşayanların %68’i aşılanmışken, yoksul ülke halklarının %2’si aşılanabilmiş durumda. Fark 34 kat! Bu farklılık aşı üretim kapasitesinin eksikliğinden-yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Farklılık, aşının özel mülkiyetini sağlayan patent ve fikri mülkiyet korumasından ve bunu işlevsel kılan serbest piyasa uygulamasından kaynaklanıyor. Aşı, yalnızca zengin ülkeler için koruyucu olmamalı.
Eylül 2021 tarihi itibarıyla, aylık aşı üretim kapasitesi dünya genelinde 1,5 milyar doza ulaşmış durumda. Ancak, dağılım eşit olarak gerçekleşmiyor. Bugüne kadar üretilmiş olan aşıların %75’inin, dünya nüfusunun yalnızca %15’inin yaşamakta olduğu, 10 ülkede kullanıldığı ve stoklandığı ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Eş zamanlı olarak bu ülkelerin stoklarındaki en az 250 milyon doz aşının kullanım süresinin de dolmak üzere olduğu, çöpe atılmasına çok kısa bir süre kaldığı da. Zengin ülkelerde milyonlarca doz aşı stoklanmışken yoksul ülkelerin SARS-CoV-2’nin ve varyantlarının insafına terk edilmesi kapitalizmin insana karşıtlığının somut bir örneği.
Pandemi devam ettikçe aşıya dirençli varyantların ortaya çıkma riskinin her geçen gün arttığı bilinmesine karşın, aşı sahibi şirketler bu riski dünya halklarına dayatmaya devam ediyor. Çünkü her bir doz aşıdan para kazanıyorlar. Milyarlarca dolar kamu desteği ile tamamlanan COVID-19 aşı araştırmaları sonucunda bulunan ve üretilen aşılar, şirketlerin mülkiyetinde işlem görüyor.
Üretim maliyeti başlangıçta 1.2 dolar olan ve üretim arttıkça maliyetin daha da azaldığı bilinen her bir doz aşıyı, maliyetinin 5-24 katı fiyatla satıyorlar. Talep yüksek, arz sınırlı. Kapitalizmin kurallarını işletiyorlar. Gerisi umurlarında değil. Ancak bu işleyiş insanlığı tüketiyor. Beraberinde önlenebilir hastalanma, önlenebilir ölüm ve önlenebilir acılar devam ediyor. Oysa, bu aşıların her biri insanlığın binlerce yıllık ortak birikimi ile ve kamusal kaynaklar kullanılarak bulundu ve üretiliyor. Daha da gecikmeden acıları önleyebilmemiz mümkün.
COVID-19 aşılarında özel mülkiyeti kaldırmak, aşı üretiminin dünya genelinde gerçekleşmesi, gerekli teknolojinin paylaşılarak üretim bölgeleri kurulması bunun temel çözümü olacaktır. Bunun için de aşı üreticileri ve zengin ülkelere karşı politik irade eksikliğini daha fazla zaman kaybetmeden gidermek gerekiyor. Bakalım siyaset kurumu ne zaman gündemine alacak? Ya da alabilecek mi?