Hayal dünyasında mıyız? Gerçek yerini hayale, birey de hayalete mi bıraktı? Doğa, fantastik ve trajik bir oyunun sahnelendiği yer, seyircilerde aç-kapa moduna alınmış birer otamat mı? Perde açılıyor, gelin biz de sahnelenen oyunu birlikte izleyelim.
Kapitalizm, doğayı bir şirket gibi görür ve şirket kurallarını uygular. Doğal varlığın doğal kaynağa dönüştürüldüğü bu durum şirketin tabelasına da yazılmış durumda. Hal böyle olunca fiyatlandırma mekanizması otomatikman devreye girmekte. Ekleyelim; eğer bir şeyi fiyatlandırıyorsanız o vakit onu satmak, satın almak, kullanmak ve atmak üzerine kurulu işlemleri de devreye sokuyorsunuz demektir.
Doğanın şirkete dönüşümü demek, üretim-dolaşım-tüketim ve atık dörtlüsünün döngüsü demektir. Şimdi bu dörtlünün en sonuna yoğunlaşalım. Kapitalizm bir atık sistemidir. Bu atığın birçok çeşidi var. Ama benim için önemli olanı bu atığın zehirli bir pislik oluşudur. Sadece doğayı değil insanı ve toplumu da zehirler, pisliğini her yere bulaştırır!
Şimdi bir noktaya daha odaklanalım. Şöyle ki, kapitalizm ekolojik ve çevresel sorunları en baştan önlemek, olmasına izin vermemek yerine ekolojik yıkımlar ve çevre tahribatları olduktan yani pislik dışkılandıktan sonra çözümler arar ve sunar. Bu onun temel mantığıdır. Sorunu önce bizzat kendisi yaratır ve sonra da yarattığı sorunu çözmeye çalışır. Bu tamda akıllı aptallık denilen şeydir! Sistem sahte inandırıcılığını sürekli sahneler. Her yer sahte sahnelerle doludur. Ayaklarını kullanıp yürüyen ağaçların, her gece şehrin merkezine gelip dolaşan timsahların, oturup bizle okey oynayan uzaylıların varlığına inanıyorsanız o vakit diyecek bir şey kalmaz. İyi seyirler denir! Ama inanmıyorsanız sahte sahneyi yıkmaya gücünüz var demektir. Sayın seyirci olma vakti sona ermiştir.
İzmir‘in Aliağa ilçesindeki gemi söküm tesislerine getirilmek üzere Brezilya‘dan Sao Paulo isimli gemi yola çıkarılıyor. Gemi her şeyi ile tam bir felaket gemisi. Bildirilenlere göre en az altı yüz ton asbest barındırıyor. Yani korku filimlerinin meşhur “Hayalet Gemisi“ bu geminin yanında solda sıfır kalır. Aliağa halkı başta olmak üzere ekoloji örgütleri haklı bir isyanın örgütlenmesini üstlenmiş durumdalar. Kazanmak için, haklı olduklarını ispatlamak için büyük bir özveri ile çalışıyor, adeta denizden siper örüyorlar. Hepsine bin selam olsun. Şimdi gelin olayın sahne arkasına bakalım.
Neo liberal sermayenin önemli özelliklerinden bir tanesi de, kârların çevre (az gelişmiş ülkeler ve güney) ülkelerden merkez ülkelere doğru akışı ile birlikte bu kârların yarattığı her türlü zehrin ve pisliğin tam tersi bir yol izleyerek merkezden çevreye doğru akmasıdır. Kâr çevreden merkeze, zehir ve pislik merkezden çevreye…
Bu gelip geçici bir durum değildir. Bizzat kapitalizmin kodlarına işlenmiş temel gerçeklik ve sürekliliktir. Sermaye birikip kârlar arttıkça bununla doğru orantılı olarak zehir ve pislikte artar. Daha fazla kâr her zaman daha fazla zehir daha daha fazla pisliktir. (Burada pislik tanımını sosyal boyutu ile birlikte kullanmaktayım) Önemli bir noktanın altını çizelim. Kapitalist yeniden üretim zehir ve pisliğinde yeniden üretimidir. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Sermaye hareket edip kendine uygun durakları nasıl seçiyorsa, zehir ve pislikte aynı yolu izler. Çevre tedbirleri almayan, doğanın katledilmesini doğal karşılayan, ucuz ve güvencesiz işçi çalıştıran, vergi için cennet imkanlarını sunan, işçi ölümlerini sıradan, iş kazalarını olağan karşılayan, kısacası parti=hükümet=devlet=şirket mantığının egemen olduğu yerler bulurlar. Bu yerler zehir ve pisliğin kalıcı son duraklarıdır.
Merkezdeki sermaye kendi ürünü olan, kendi gelişim ve birikimine zarar veren zehir ve pisliği ihraç etmek zorundadır. Bu ihraç sadece merkezden çevreye, kuzeyden güneye doğru olmaz. Çevre ülkelerin ve güney ülkelerinin kendi sınırları içinde de olur. Bu ihraç ister ülkeler arası, ister ülke içinde olsun bunun adı sömürgeciliktir!
1980‘lerle birlikte yürürlüğe giren (sahnelenen) neo liberal şirket oyunlarında merkez ülkeler ve kuzey çevre ülkeleri ve güneyi hem borç hem de zehirli pislik deposuna dönüştürdüler. Böylece hem çevre de hem de güney de iki şey el ele ve süratle büyümeye başladı: Ekonomik artık (artı değer ve kârlar) ile sosyo ekonomik atık (zehir ve pislik). Bunlar eğer büyümenin kaynağı olarak görülüyorsa o zaman şunu rahatça söyleyebiliriz; büyümek demek artık ve atığın büyümesidir. Yani anlayacağınız büyüme kirli bir şeydir!
Merkezden çevreye gönderilen bu atıklar, hem ekonomik başarı (büyüme) olarak sunuluyor hem de hiç bir bilimsel ön araştırma ve soruşturmaya tabi tutulmuyor. Üstelik bu atığın ticaretinin yapılması üstün bir hizmetmiş gibi anlatılıyor.
Kapitalist üretim süreci zehirli dışkısı ile her yeri pisleten bir süreçtir. Sao Paulo gemisi de bu denkleme dahildir. O nedenle yazının başlığı “Dışkının Ekonomi Politiği“ şeklinde de okunabilir. Nasıl okunursa okunsun vardığımız sonuç değişmeyecektir. Üretim-dolaşım-tüketim ve dışkı, kapitalizmin işleyiş mantığıdır.
Eğer gerçek yerini hayale, birey yerini hayalete bırakmadı diyorsak, eğer Sao Paulo gemisi hayalet gemiden çok daha korku verici ve tehlikeli diyorsak, eğer oynanan oyunların sadece sayın seyircisi değilsek, o zaman sahneye çıkma sırası bizdedir.