Yanan ağaçların çalıların otların çığlıkları onları yurt edinmiş canlıların feryatlarına karışarak kulaklarımızda çınlıyor. Her yıl olduğundan daha erken başlayan orman yangınları, bildik demeçler, yalanlar, tehditlerle ve seçim endeksli algı yönetimiyle savuşturulamayacak kadar can yakıcı. Ve yetersizliğine yönelik eleştirileri savuşturmak için “4 Temmuz’da Helikopter ihalesinin yapılacağını” “gururla” söylerken “sirkatin söyleyen” bir “Bakanımız” var!
Devletin resmi konseptinde 1 Haziran 31 Ekim arasındaki zaman dilimi “Yangın Sezonu” olarak tanımlanmış. Tek başına bu ihale tarihi bile geçen sezondan bu yana devlet katında hiçbir değişiklik olmadığını, yangınlar öngörülmesine rağmen zamanında hazırlıkların yapılmadığını, yani hiçbir ders alınmadığını ispatlıyor. Japonya’da olsa kulaklarında sincapların, kaplumbağaların, kuşların çığlıklarından uyuyamayıp intihar edeceği kesin olan bu bakanlar ve CB sözcüleri eleştirileri bastırmak için, her zaman yaptıkları gibi hamasete sığınıp sadece tehditler savuruyor.
Fahrettin Altun; “ Sahadaki kahramanlarımızın moral motivasyonunu olumsuz yönde etkileyenler hakkında hukuk çerçevesinde yapılması gereken ne varsa yapılacaktır” buyuruyor! Bu ülkenin insanları olarak o “hukuk çerçevesini” iyi tanıyoruz. Taş ocağı, kömür, çimento bahanesiyle evleri, yaşamları yok edilen insanlar, talancı şirketlere değil kendilerine kalkan jandarma coplarını, kelepçeleri iyi biliyor. Ormanları zeytinlikleri zorla yok pahasına gasp edilen ve buna karşı direndiklerinde haklarında açılan soruşturmaları, davaları iyi biliyor köylüler. Belki Kürt köylerindeki gibi göz altına alınırken çocukların kulaklarını sağır edercesine havaya sıkılan yüzlerce mermiyle karşılaşmadılar henüz ama taş ocaklarına karşı direndikleri için katledilen Büyüknohutçu ailesini, cezaevinde susturulan tetikçiyi azmettirenlerin serbestçe dolaştıklarını unutmuyor…
Evet gönüllü sivil toplum örgütleri, itfaiye erleri, limitlerin çok üstünde saatlerce uçan pilotlar, teknik ekipler kahramanca savaşıyor yangınlarla. Eleştirilenler bu insanlar değil kuşkusuz. Saray erbabı, her sıkıştıklarında sığındığı “kahramanlığı” bir de kendileri yapsa da görsek! Bir kez de yangın sezonu daha başlamadan sorumluluklarını yerine getirip hazırlıkları tamamlasalar ve yangınlara etkili müdahale etseler de görsek! Kuzey Irak’ta, Suriye’de, başkalarına ait topraklarda Yeni Osmanlı hayalleriyle giriştikleri saldırılara, iç kamuoyunda oy uğruna köpürttükleri milliyetçiliğe, özetle savaşa değil doğanının ve yaşamın savunuculuğuna kaynaklar harcansa da alkışlasak!
Yangınların asıl nedeninin küresel iklim krizi olduğu ve artarak süreceği biliniyor. O nedenle söndürme çabalarından önce yapılması gerekenlere odaklanmak gerekirken İktidar ülkenin tümünü bir eko kırım suç mahalline çevirmiş durumda. Marmara Denizi’ni sanayi atıkları ve biyolojik arıtmadan yoksun kanalizasyonlarla öldüren, Fırat Nehri’ne bile Erzincan’daki altın madeninden siyanür boca eden bir anlayıştan orman yangınlarıyla gerektiği gibi mücadele etmesini beklemiyoruz elbet. Şimdi yanan ormanlardan çıkacak kerestelerin, yapacakları otellerin, açacakları yeni maden sahalarının hesabını yapmakta olduklarını iyi biliyoruz. Güçlerimizi birleştirerek bu anlayışa karşı mücadele etmekten başka çaremizin olmadığını da…
İktidar, her şeyi rakamlara indirgeyerek sözde mücadele ettiği izlenimi vermeye çalışıyor. Bunun için küçük ilaçlama uçaklarını bile yangına müdahale eden hava aracı sayılarına ekliyorlar. Oysa suya inip kalkamayan bu uçakların havaalanında küçük haznelerine tankerle doldurulan suyun yangına ancak bir çay bardağı kadar etkisi olacağı açık. Aklımızla alay edercesine yangınla mücadele görünümlü bir şov izliyoruz aslında. Ne Hava Kuvvetleri’nin daha önce söndürmede kullanılacak değişiklikleri yapılan C-130 tipi büyük nakliye uçakları, ne ekipleri bölgeye ulaştıracak Kara Havacılığının helikopterleri ülkenin akciğerlerini yakan alevlerle mücadelede seferber edilmiyor. Onların “daha önemli işleri” var! Muhalefet ise gece görüşlü helikopterlere takılmış durumda. Oysa helikopterlerin asıl işlevi karadan ulaşılamayan bölgelere ekipleri nakletmek, bir yerden başka bir yere transferlerini sağlamaktır. Gündüz baş edilemeyen yangına karşı, gece uçabilen 4 tane helikopterin yapabileceği ortadadır. Her konu seçime ve algı yönetimine endeksli olduğundan iktidarın alelacele bu ihaleyi 23 Haziran’da gerçekleştirmesi de bunu ispatlıyor. Şimdi gece de bizlere helikopter sesi dinletip “başarıdan” söz edecekler!
Yangınların en fazla etkili olduğu Muğla Vilayeti, arazilerinin %59’unun madenlere tahsis edilmesiyle daha da katmerli bir şekilde sermayenin talanına açıldı. Çimento, taş ocağı, kömür, termik santrallerle tam bir eko kırıma uğratıldı. Bozulan ekolojik denge nedeniyle iklim krizinin en net hissedildiği bölgede bu yüzden her yıl daha erkenden yangınlar boy gösteriyor. Muğla köylüleri yıllardır hem yangınlarla hem de taş ocakları, termik santrallerin yıkımı ve zehirlemesi felaketiyle uğraşıyor. Şimdi de Bayır-Deştin bölgesinde 8 bin dönümlük arazinin çimento fabrikasına verilmesine karşı mücadele ediyorlar. Fabrikaya ruhsat veren ise CHP’li Menteşe Belediyesi! Yangının ulaşamadığı yerleri de böyle yok ediyorlar.
Akbelen Ormanı, ise bilirkişi raporlarında “Yatağandan Güllüğe kadar olan bölgede kalan tek doğal yaşam koridorudur.” O da kömür çıkarılma gerekçesiyle santralın tehdidi altında. Geçen seneki yangınları fırsat bilerek ağaç kesimine gelen ve daha sonra asırlık zeytin ağaçlarını sökmeye çalışan şirketi engellediği için soruşturma açılan köylülerin nöbeti ise bugün 343. gününde. İşte asıl “kahramanlar,” iklim krizine zerre kadar katkısı olmayan, ülkenin her köşesinde derelerine, ormanlarına, zeytinlerine doğal yaşam alanlarına sahip çıkan, devletin kelepçesine, copuna karşı direnen, haklarında davalar açılan bu güzel insanlardır. Bizlere düşen de bu mücadeleye omuz vermek…