İP’in altılı masaya koltuğunun altında demokrasinin değil derin devletin klasörleriyle oturması, dahası hem masaya hem topluma şimdiden derin devletin sopasıyla ayar vermeye çalışması önemli bir kesimi hayal kırıklığına uğratmış olsa da Kürtleri şaşırtmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazanılması için İP’in dahil olduğu bloğun mutlak anlamda ihtiyaç duyduğu HDP ve Kürtlerin desteğini riske atabilecek, muhalefetin içinde kendisine yer arayan bu radikal sağ stratejinin mevcut gidişatı nasıl etkileyeceği kamuoyunda tartışılmaya devam ediliyor. HDP’nin İP’e cevap mahiyetinde yaptığı kimi açıklamalar yerinde olsa da bundan sonrası için polemiğin canlı tutulması daha çok iktidar bloğunun beslendiği kutuplaşma zeminine hizmet edebilir. Bu nedenle ittifak içindeki dağınıklığı ortadan kaldırma sorumluluğu HDP’den daha çok altılıya ait bir sorumluluk. Bu yazı altılının mevcut dağınıklığını (gevşekliğini) besleyen arka planı görme ve anlama üzerine olacak.
Altılı masanın başından beri genel olarak ırkçı ve milliyetçi politikalara yönelik gevşek tutumu ayaklarına dolanmaya başladı. Bu gevşeklik İP’i cesaretlendirdiği gibi, hem muhalefeti bazı durumlarda MHP ırkçılığının gerisine düşürebiliyor hem de iktidara yeni bir umut kapısı aralıyor. İP’nin genel başkanı ve yöneticilerinin son söylemleri ile iktidar bloğunun temel kurtuluş yolu olarak gördüğü Kürt ve HDP düşmanlığı üzerinden masayı dağıtma tuzağının içine sürüklenmesi, otoriter rejimden kurtulmanın temel yapı taşlarından birisi olarak görülen Kürt oyları değil, Kürt düşmanlığı üzerinden bir bağlamın esas alınarak Kürtlerin hafızasında pek iç açıcı yeri olmayan bazı şahsiyetler üzerinden kurulmak istenen yeni kurgu, daha açık bir söylemle, direk iktidara seçimleri kazandırabilecek İP’in son marjinal sağ çıkışı, belki de en çok, 7 yıldır HDP’yi AKP ile yan yana görmeyi uman kesimlerin konuşması gereken bir durum. İP’in Kürtlerle ilişkilenme biçimi (Meral Akşener’in mafya-devlet ilişkisinin sembolik isimlerinden biri olan Sedat Bucak ile görüşmesi) ve Kürtlerin büyük oranda temsil edildiği HDP’ye yönelik atarı, altılının basite alarak aşılacağını sandığı, iktidarın kurduğu tuzağın ittifakın içine sızarak kritik bir çatlak yaratmasından başka bir anlam taşımıyor.
Bloğun içinde Kürt meselesi odaklı bir çatlağın seçim sonuçlarını doğrudan etkileyeceği bilinmesine rağmen, dahası iktidarın HDP üzerinden altılı masaya yönelik tuzağı göstere göstere seçimleri almaya yönelik stratejisi ortada dururken, altılı masanın çatlağı hafife alan ve hala buraya yönelik çalışan sağlam bir stratejiye sahip olmamasını nasıl okumak gerekiyor? Seçimlere az bir süre kala bu çatlağı kapatmaya yönelik tedbirlerinin ne kadar eksik olduğu en ufak sarsıntıda anlaşılabiliyor. İktidarın tüm umutlarını bu çatlaktan sızarak politik bir yatırıma dönüştürme arzusu altılı tarafından kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bilinmesine rağmen çatlağın kapatılmasına yönelik gevşeklik eksene alınarak Kürt meselesine yönelik yeni stratejinin emareleri buradan okunabilir mi? Çatlağın seçimlere doğru derinleşme ihtimaline karşı altılı masa ne gibi tedbirler almayı düşünüyor?
Altılı masanın kurmak istediği ittifakın temel harcı eğer değişim ise bütün başlıklarda anlaşmak zorunda değiller. Fakat anlaşmaya varılamayan konularda bileşenlerin en azından sessiz kalmayı tercih etmeleri gereken bir yerde ve de seçimleri kazanmanın riski sürmesine rağmen radikal bir dilin tercih edilmesi ittifaka önemli bir müdahalenin yapıldığına dair şüpheleri arttırıyor. İP’in HDP ile görüşmeyeceğini söylemesi siyaseten anlaşılır bir durum; bununla sınırlı kalmayıp haddini-hududunu aşan, dahası iktidarın kurduğu nefret ve ötekileştirme diline rahmet okutan bir söylemsel cüret ile hareket etmesi hangi akla hizmet ettiğini sorgular hale getiriyor. Bu nedenle uzun süredir Kürt meselesi üzerinde AKP ile CHP arasında dönen kayıkçı kavgası, AKP’nin açıktan Kürt düşmanlığı ve CHP’nin Kürt meselesini çözmeye dönük kimi açıklamalarıyla gerçek bir kavgaya dönüşünce, bunun üzerine İP’in yeni çıkışları da eklenince bu sefer “acaba kayıkçı kavgası seçimlere kadar CHP ile İyi Parti arasında mı geçecek” diye bir olasılığı akla gelmiyor değil. En azından Kürt meselesinde ana muhalefet bloğunun ne söyleyeceğine odaklanan seçmen ve analistler için bu olasılığın önemli bir karşılığı var. CHP yıllarca iktidara karşı ideolojik bir siyaset yürüttü, toplumsal sorunları ihmal etti; onlar biraz düzelince bu sefer de İP’in bazı kurmayları, kendi seçmeninin beklentilerinden bile farklı olan bir ideolojik siyaset izlemeye başladı. Deyim yerindeyse CHP AKP’den, İP ise MHP’den farklı olduğunu kanıtlamakta zorlanıyor. Peki altılı masanın diğer bileşenleri, Kürtlerin her halükarda Erdoğan’a oy vermeyeceklerini düşünüp, İP’in de (daha iktidar olmadan başlayan) Kürt düşmanlığını bahane ederek, Kürt meselesinde adım atmayı zorlaştıran bu oyunu Kürtlere pazarlayabilir mi? Bunu yaparsa buradan bir çıkış mümkün mü, bu durumda Kürtler nasıl bir tutum alır? Bu soruları şimdilik soru olarak bırakmanın cevaplanmasından daha önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Ana muhalefet bloğunun demokrasi ve barış toplumuna mesafeli, sadece iktidarın koltuğuna oturmaya motive olmuş, amaca giden her yolun mübah görüldüğü bir strateji ile hareket etmesi aklı başında olan her seçmeni ürküttüğünü bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Altılının demokratik bir hamle içinde siyaset yapmayı başaramayınca dönüp dönüp AKP’nin kurduğu İslamcı-Türkçü oyunun içinde kalarak siyasetini sürdürmeye çalışması muhalefeti toplumun gerçek gündeminden uzaklaştırıyor. Şayet toplumun beklentilerinden uzak elit, milliyetçi ve devletçi siyasetin izini sürdürerek bir yere varılabilseydi öncelikle iktidar bloğu eriyebilir miydi; seçmenin yeni bir elitizme, yeni sağa, yeni bir milliyetçiliğe ihtiyacı olsaydı iktidar bloğundan kopabilir miydi? Ancak matematik diye bir realite var; iktidar bu siyasetinde ısrar ettiği ve bu siyasetini değiştirmediğinden dolayı eridiğini gösteren matematik… Bu realite bilinmesine rağmen İP’in aşırı sağı ana muhalefet bloğun içine taşımasının ne gibi bir amacı olabilir?
Seçmenin iktidardan kopuşu can sıkıntısı değil politik bir tutum; çok basit bir dille söylersek, seçmen iktidardan koptuysa demek ki başka bir siyaset arayışında. Saf halimizle meseleye bakınca bile burada anlaşılmayacak bir vaka olmadığını görebiliyoruz. Ancak durum hiç de bu kadar masumane değil. Muhalefet açısından dağınık görünmek, iktidardan bezmiş seçmen üzerinde masanın her an dağılabileceği korkusu yaratarak kendisini vazgeçilmez kılmak, tüm alt üst oluşlara, ödenen ve yeniden ödenebilecek büyük bedellere rağmen siyasetsiz görünmek aslında çözümsüzlüğün yeni stratejisi. Fazla risk almadan tüm yükü vatandaşın ve radikal muhaliflerin omuzlarına yükleyerek seçimleri kazanmak. Eh! kazanmasalar da ne de olsa yine Devlet-i Aliye ayakta, toplumun da canı cehenneme…
Evet maalesef görünen tablo tam da bu. Bu tablo muhalefette bir rahatsızlık yaratmıyor. Çünkü rahatsızlık yaratan bir durum kişiyi veya yapıyı o durumdan kurtarmak için eyleme zorlar. Ana muhalefet bloğunun içinde süren parçalı duruş, demokratik çoğulculuk değil, başarı değil, sistemik bir sonuç; parçalı duruş, resmi ideolojinin muhalefetin içine montelemek istediği tercih, bu tercihten dolayı oluşan çelişkiler ise baş edilemeyen hakikatin dışa vurumu. Zira devlet siyasetinin iyiye, doğruya ve güzele mesafeli durma üzerine kurulu bir tedrisattan kaynağını aldığı iyi biliniyor. Devletçi siyasetin yarattığı konfor, muhalefet bloğunun, seçmenin iktidardan kopuşunu ve yeni siyaset arayışını doğru okumasını engelleyen bir olgu. Ancak böyle bir görünürlük zorunluluktan daha çok bir tercih gibi görünüyor; ana muhalefet bloğu, zorlanıyormuş gibi yaparak gürültü siyaseti ile toplumu istismar edip buradan mağduriyet ve merhamet devşirmeyi ve bunu oya tahvil etmeyi planlıyor. İktidardan kopan seçmenin kendisine mecbur olduğunu düşünüyor ve sorumluluk almaya mesafeli durarak “önümüze fazla risk çıkarmayın altından kalkamayız” imajı çizerek daha iktidar olmadan toplumla demokrasinin ve barışın kapasite pazarlığını, limit cimriliğinin hesabını yapıyor. Özellikle muhalefetin kimi bileşenleri fırsatları görmezden gelip sadece risklere gönderme yaparak toplumu bezdirmeyi ve seçmen üzerinde kendi risklerine bağımlı bir ilişkiyi canlı tutarak yeni bir geleneksel denetim ve kontrol mekanizması kurmak istiyor. Buna siyasetsizliğin stratejisi diyebiliriz.
Ana muhalefet bloğu siyasetin olmazsa olmazlarının başında gelen “risk alma” olgusuna mesafeli durarak seçmende heyecan, umut, neşe gibi geleceği kazanmak için motive edici pratiklerden de uzak kalıyor. Neşeden ürken geleneksel asık suratlı soğuk devlet siyaseti ana muhalefet siyasetinin içine daha şimdiden temelini atmış gibi görünüyor. Mutlu olup neşelendiği zamanları siyasallaştırmaktan korkan ana muhalefet gerçekliği şimdiden halkı ve seçmenleri çarmıhta yaşamaya zorluyor. Faşizm ile çarmıha gerilen topluma demokrasiyi, savaş ve yoksulluk ile terbiye edilerek umutsuz bırakılan halka barışı, müreffeh bir yaşamı ve umudu vaat etmekten korkan bir siyaset ile altılı masa geleceği nasıl kazanabilir?
Masanın çıkardığı gürültünün yükselmesinden masaya dahil olan bileşenlerin ne kadar rahatsız olduğunu bilemiyoruz; ancak değişimden yana olan herkesin bu gürültüden rahatsız olduğu çok açık. Seçimlere kısa bir süre kalmasına rağmen gürültünün giderek kulak tırmalayıcı bir tonda yükselmeye başlaması, altılı masanın uzun süreden beri sürdürdüğü yuvarlak siyasetle daha fazla mesafe alınamayacağına dair algıyı besliyor. Ana muhalefet bloğunun bir damarı yeni milliyetçilikten, yeni sağdan, yeni bir kayıkçı kavgasından kaynağını alan gürültüyü siyaset olarak topluma pazarlıyor. Milliyetçiliğin her zaman bir alıcısı var, ancak çok alıcısı olduğu zaman -siyasetin ekonomiden farklarından biri bu olsa gerek- değerlenmez, sıradanlaşır. Bloğun sağa yatırım yapan politikasında çakılı kalıp demokrasiye, çağdaş dünyaya, topluma ve sokağa yüzünü çevirmez ise nereye savrulacağı belli olmayan bu strateji ile seçimleri riske atması kaçınılmaz olur.
Altılı için en tehlikeli durum, gürültü uzadıkça aynı masada oturmalarına rağmen birbiriyle konuşmakta zorlanan bileşen yapısı ile bu bileşenin ülkeyi yönetme talebi arasındaki mesafenin açılmasıdır. Basit bir soruyla; topluma umut vermeyen, dağınık bir görüntü sergileyen, ülkenin temel konuları konusunda çok farklı düşüncelere sahip olan bir ittifaka seçmen neden oy versin? Yirmi milyon Kürt’ün siyaset, ekonomi ve kültür sorununu yeniden Kürtlerin hafızasında yeri net olan Sedat Bucak gibi derin devlet aktörleri ile çözmeyi düşünen İP ile altılı masa, Kürtlerin desteğini nasıl almayı düşünüyor? İP açısından bakarsak, Kürt meselesi ve demokrasiyle doğru temelde bir ilişki geliştirmeyi önleyebilecek bir merkez sağ siyaseti, marjinal sağ siyasete tercih etmesi seçmen davranışına ve memnuniyetine mutlaka yansıyacaktır. İP’in demokrasiye ve barışa mesafeli durarak gelecek siyasetinde yeni bir kutuplaşmanın taşıyıcısı olma tercihi, daha açık bir söylemle iktidar bloğuna yanaşan siyasi tercihi, İP’in erimesine, oyların bir kısmının Deva ve CHP’ye, diğer kısmının iktidara dönmesine neden olabilir. Ne “Ömer’in yolu” ne de “Devletin yolu” İP’i kurtarmaya yetmeyebilir. Bu tip stratejilerin demokrasinin kıyısından bile geçmeyip iktidara yanaşan bir imaj çizmesinden dolayı İP’e yönelik beklentilerin de suya düşmesine neden olabilir.
Belli ki altılı masa bundan sonra toplum tarafından daha fazla ciddiyet, samimiyet, kararlılık ve tutarlılık ile sınanacak. Şayet seçimlere kadar gürültü siyasetini anlamlı ve bütünlüklü bir iddiaya dönüştürmeyi beceremezlerse toplum ödülü askıya alıp cezayı basacak. Bu nedenle altılı masa, hem cumhurbaşkanlığı hem parlamento seçimlerini kazanmak istiyorsa seçmenin beklentilerini ve masanın dışında kalan diğer parti ve ittifakların siyasetini yapay gündemlerle manipüle etmekten vazgeçmeli. Mesela HDP’ye bakanlık meselesi nereden çıktı, HDP’ nin bundan haberi var mıydı, HDP ile ilgili bir ajandanız varsa bunu neden HDP ile konuşmaktan çekiniyorsunuz da neden siz buna karar veriyorsunuz? HDP ile konuşmanın riski ile AKP’nin seçimleri kazanma riski arasında nasıl bir önceliğiniz var? Son kertede sırf HDP’nin işine yarayacak diye AKP’nin seçimleri kazanmasına göz mü yumacaksınız?
Eğer böyleyse yirmi yıldır AKP ve CHP arasında dönen kayıkçı kavgasının altılı masada dönmesini kimse ne yutar ne de katlanır. Altılı masa topluma blöf yapmaktan vazgeçmeli. Topluma umut bile vermekte zorlanıyorlarsa masaya dönüp açık açık ülkenin, toplumun ve siyasetin temel sorunlarını konuşup gerçekçi çözümleri cesaretle dile getirebilmeli. Ya demokrasiye, çağdaş dünyaya, topluma, sokağa ve halkın gerçek gündemine dönüp sağlıklı bir duruş sergilerler ya da kaybederler, bunun ortası yok.
Sonuç olarak kimsenin kafasının daha fazla karışmasına gerek yok. Ana muhalefet bloğu da siyasetsizliğin stratejisiyle hareket ederek yurttaşın kafasını karıştırmaktan bir an önce vazgeçmeli. Neyi savunduğunu neyi savunmadığını, ne istediğini ne istemediğini daha net bir dil ile ifade ederek ikilemlerini, dağınıklığını çözebilmeli, gelecek projeksiyonunu daha anlaşılır kılmalı. Herkesin ihtiyacı olan şey daha fazla ırkçılık, daha fazla milliyetçilik, daha fazla savaş ve gerilim değil; daha fazla demokrasi. Önümüzdeki hafta yazımızın konusu “demokrasinin kaçınılmazlığı” üzerine olsun.
Mehmet Nuri Özdemir kimdir?
MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.