Ana SayfaGüncelKar taneleri, baş dönmeleri – Mizgin Aydın

Kar taneleri, baş dönmeleri – Mizgin Aydın


MİZGİN AYDIN


Çocukken, başımız dönsün diye kendi etrafımızda ve halka olarak elele nasıl da döner sonra gülerdik esrik, telaşlı ve mutlu kahkahalarla. Ama “büyüme/büyümüş olma” denen fasıl gelince baş dönmeleri nasıl da korkutur; hayra alamet olmayan ve “uzmanları” iş başına çağıran marazi durumlar olarak bilinir ya da sanılır. Oysa bir teoriye göre mikro evreni makro evrenle bütünleştiren olaylardan biridir baş dönmeleri.

Kar taneleri de yaman baş döndürücülerdir bana göre. Bazen paraşütle atlayan beyaz masallarmış gibi bir his yaratsalar da başta o çılgın dansları; intiharvari inişleri, aşağıdan bakıyor olmanın Gregor Samsavari (Kafka, Kaf Dağı’ndaki kartalların karlarını da anlatmış mıdır Gregor Samsa’ya?) gerçeğinde baş döndürücü gelir bana. Baktıkça ancak aşağıdan görebildiğim o kıpır kıpır, beyaz ve sonsuz uçuruma, binbir yerden çırpınır kalbim; ve o da o başdöndürücü beyaz şarkıya eşlik ederken, zor kurtarırım kendimi azıcık çocukluğu andıran o başdöndürücü oyundan, kulağımda, Nieztzsche’nin “Uçurum, uçurumu çağırır” diyen kahkahası ile…

Başarabilirse yanlış makinistten dolayı bizi bir an önce Nazi fırınlarına atmak isteyen Kara Trenimiz, Duce raprapları eşliğindeki bu beyaz kışta yeni yıla da girdi. Artık 7’dir (yedi) son harfimiz, umalım ki din ve mitolojilerin uğurlu yedisinden olsun bu “7”; yedi renkli çiçekler açılsın ülkemizde ve dünyada. Lakin çiçekler de çiçektirler işte; özgür sular, mevsimler, kırlar ve bahçıvanlar isterler. Tıpkı fikir çiçekleri gibi el vermeni ama bebeklerinde yıldızlara vatan yaratmanı isterler. Yani çiçeklerimiz gibi, fikirlerimiz de solmamak için bakılmak isterler, Cemal Süreya’nın “Hatıralar da kuşlar gibidir/konacak dal ararlar” mısralarına mülhem olarak.

Ama ortalık bilgisiz; anlam, izan, edebiyat ve felsefe yoksunu fikirsiz fikirlerden geçilmiyor, hatta “beyin fırtınası” diye de adlandırılıyor bu marazi fikir halleri. Oysa bir dönüp bakılsa bu fikirsizlik illetinin boyunlara, alın ve hayatlara bıraktığı hastalık dikenleri görülür. İşte bakın, herkesin bir yerinde bir diş izi; Londan’ın Beyaz Diş’inin işi değildir bu; 24 saat buyuran, kükreyen, “suçlu” diye biz itaatsiz ve biatsizleri işaret eden Hitler’indir. Keza bu dikenler, tenimizde, kafamızın içinde ya da kalbimizde açan bu dikenler de gülün romantik dikenleri, hatta devedikenleri bile değil; zalimleştikçe kararan, karardıkça faşistleşen ağızların durmadan püskürttüğü sözlerin açtırdığı dikenlerdir. Oysa çiçekler artık açamıyor. Çiçeklerimiz uzun süredir ahşap bir saatin ebedi hüznündeki açamama vaktinde çakılıp kalmış.

Kar yine başladı. Baş döndüren kar taneleri, “suçlu” başlarımızı döndürmek için, başları döne döne inmeye başladılar bulunduğumuz ve bulunmadığımız mekanlara! Bu beyaz delilik, kardelen-berfin mutlusu bir bahar getirecek mi? Dünyanın tüm balkonlarından kitaplar, Homerosvari “kanatlı sözlerimiz” ve ışıklı fikirlerimizle atlasak, atlarken de “Hasta Siempre Commandante” desek Küba’da devrim çocuğu, her yerde Che ve Virginia Woolf Seine’in sularında yol alırken, cebindeki taşlar olur muyuz?

Baş döndüren kar tanelerinin acelesi var; aydınlık, mutlu yazlar, romantik baharlar kaçırmış bulunan Kara-Ak trenimizin de… Fırsat bulsa Dante’nin en çetin “cehennemi”ne de Auschwitz’e de hemen atar bizi. Ama kalbimizin, “suçlu” ve “günahkar” kalbimizin dikenleri zırhlarından ve dikenli tellerinden daha güçlü olduğu için hızı kesiliyor; “suçlu” kafamızın içindeki nice yıldızlar sönmek nedir bilmiyor ve kar taneleriyle sarhoş olup gerçekçi düşlerle kanatlanıyor.

“Kelimelerin ruhunun aracılığıyla dünyanın her şeyinden haz duyma ansızın” diyor Zweig, “dünyanın her şeyini” kapsayan o büyük arzumuz da treni yavaşlatıyor ve ellerimiz; bazen martılara, bazen cadıların ağaçtan ellerine, bazen adressiz öykülere dönüşen ellerimiz de hiç rahat durmuyor. Şurada taşlar, dalgalar, otlar içindeyken; orada sarı yapraklar, hazani mektuplar, gümüşi kelimelerin içindedirler; Kobanê’de Suphi Nejat ve Arin’in devrim dolu çantalarını sırtımıza yerleştirenler de onlardır, küskün manolyaları yollarından döndüren de uslanmaz bir usumuz, Van Gogh sarısında dans eden günebatan çocukluğumuz var; karlar altında, karlara karşı, kar taneleriyle göz göze.

“İyi insan lafın üstüne gelir” derler ya, yukarıdaki paragraf, hakiki gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklanma haberine denk geldi. Lakin önemli olan bu haber değil, O’ydu; yüzündeki anlam, gözlerindeki şiirdi. Bir kez rüzgarlara yoldaş sözlerle “Her devrin kötü adamı olmayı başardım” dedi.

Kar taneleri çıldırıp geceyi beyaz masallara doğru götürdü. Kırmızı Başlıklı Kız, “Cesur Yürek ve adı bizde saklı olan tüm gerçek ve filmlerdeki iyiler hep kazanacak” dedi, içlerinden birinin kristalleri anında su birikintisinde yok olurken. Serçeler hepimiz adına bu mağrur “başarısını” selamladı Ahmet Şık’ın.

Kristal demişken… Belki de dünyayı, hayatı, hepimizi kristal bir küreye yerleştirip çocuk gözleriyle bakmak lazım, kalbin kristal kıyılarına da. Çünkü gözler “göz” olmaktan, bakışlar “bakış” olmaktan çıkarılmak isteniyor; kör kütük, amaçsız, ütopyasız ve kölece olsun diye hikâyelerimiz. Ya da Yunan mitolojisinin “tepegözler”i olmamız isteniyor, her şeyi gördüğünü hem de “tepeden” gördüğünü sanırken hiçbir zaman gönül indirmemişlerdeniz. Çakıl taşlarıyla görmek isteriz çünkü suların altında, derin derin… Kar tanelerinin sarhoş savruluşu ve serçe kanatlarının altına saklanmış kelimeciklerin ışıltılı sessizliğiyle. Sessizlik; ki Zweig, “Durak, o dahi müziğin bir parçasıdır” der.

Bizler; notagiller familyasından olanlar olarak bilmez miyiz melodilerin nasıl da devrim sessizliğinden, alevlerin de ağacın tenha ve dingin suskunluğundan geldiğini. Yani serçe kanatlarında illegal olmuş kelimecikler şahittir ki; bu sessizlik, hayatı taçtan ve tahttan ibaret sanıp Helep’teki katil çete sürülerini İdlib’e yerleştirerek geleceğimize yeni kan gölleri sığdırmak isteyenler için hayra alamet olmayacak. Bu sessizlik, notaların fırtınasına dönüşecek.

Trifonov’un “Sabırsızlık Zamanı”ndaki serçe telaşıyla Notagiller familyasından biri olarak “nice es’lere!” derken arasıra yüzünüze yağan kar tanelerinin mesajını da es geçmeyerek upuzun bir şarkıya başlamanızı dilerim. Bırakın şarkı yükselsin, çocukluğun baş dönmeleri gelsin, kar tanesi erisin dudaklarınızda.

 

Previous post
OHAL'in uzatılmasıyla dolar/TL güne nasıl başladı?
Next post
ODTÜ öğrencileri: Cinsiyetçi zamirler kullanılmasın