Ana SayfaGüncelTutuklu gazeteci Ömer Çelik’ten mektup var

Tutuklu gazeteci Ömer Çelik’ten mektup var

HABER MERKEZİ – 25 Aralık’ta gözaltına alınan ve 24 gün gözaltında kaldıktan sonra tutuklanarak cezaevine gönderilen DİHA Haber Müdürü Ömer Çelik, gözaltında maruz kaldığı baskıyı ve cezaevindeki hak ihlallerini mektupla anlattı. Çelik, evini basan polisin kendisine yönelttiği “sen hiçbir imanlı haber yapmadın” sözünü hatırlatarak, “Meselenin özü evime baskın yapan Esadullahçı polis amirinin söyleminde saklı. O da gazeteciliğin tarafsızlık, objektiflik, doğruluk gibi kimi evrensel kriterlerine, giderek diktatörlüğe gidilen Türkiye koşullarında ek olarak “imanlı haber” yapmamaktı!” dedi.

Redhack’in yayınladığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın maillerine ilişkin haberler nedeniyle İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’da 25 Aralık 2016 tarihinde evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınan ve 24 günlük gözaltının ardından mahkemeye sev edilen 6 gazeteciden KHK ile kapatılan DİHA’nın Haber Müdürü Ömer Çelik, 18 Ocak’ta “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanmıştı.

Çelik tutulduğu Silivri 5 Nolu Cezaevi’nden yaşadıkları hak ihlallerini Özgürlükçü Demokrasi gazetesine gönderdiği mektupta anlattı.

Çelik’in mektubu şöyle:

Merhaba; Tüm arkadaşlara selamlar, sevgiler. Hakikatin her geçen gün biraz daha karartılmak istendiği bu zaman diliminde sizlerle birlikte Özgür Basın’ın bir ferdi olarak üstlenilen görev ve sorumluluğun ne kadar kıymetli olduğunu, bir nefes borusu olduğunuz zindandaki siyasi tutsaklar arasında bir kez daha anladım. Bu nedenle aracısı olduğum selamlar, o özgür tutsaklarındır.

Öncelikle meslek büyüklerimizden öğrenip bir amentü gibi bellediğimiz şey, iyi gazetecinin “haber olan değil, haber yapan” olduğuydu. Bu açıdan fazlasıyla mahcup durumda olsam da bu durumu tersine çevirmek için gözaltı ve tutuklama sonrası karşılaştığım bazı muamele, durum ve olayları aktarmak istedim. Sahip olduğu içerikle kamuoyunu yakından ilgilendirmesine rağmen herhangi bir soruşturma konusu dahi yapılmayan “Damat Bakan Berat Albayrak”ın e-maillerini haberleştirmiş olmaktan dolayı iki gazeteci arkadaşımla birlikte tutuklansak da meselenin özü evime baskın yapan Esadullahçı polis amirinin söyleminde saklı. O da gazeteciliğin tarafsızlık, objektiflik, doğruluk gibi kimi evrensel kriterlerine, giderek diktatörlüğe gidilen Türkiye koşullarında ek olarak “imanlı haber” yapmamaktı!

İnternet ortamında yer alan çalışmalarıma bakarak ya da hakkımdaki fişleme listesine bakarak “imanlı tek bir haber yapmadığım” söylemiyle bana iki saat boyunca fiziksel-psikolojik işkence uygulayan polisler bu anları cep telefonları ile kaydetmekten de geri kalmadı. İnfaz etmek için kendi aralarında “fırsat bu fırsat” diyerek tartıştıkları o anlarda, kitaplığımı karıştırdığını anladığım yüzünde iskelet baskılı bere bulunan bir polisin yönelttiği “Odysseus’un karısını tanıyor musun?” sorusuna gayri ihtiyari gülünce, işkence balkondan banyoya taşındı bu kez.

Gözaltına alınma biçimine dair paylaşmak istediğim bu tablo ile birlikte İstanbul’a getirilmeden önce Diyarbakır Emniyeti’nde, tutuklandıktan sonra ise ilk olarak götürüldüğümüz Metris Cezaevi’nde öğrendiğim kimi bilgiler ve karşılaştığım kimi olaylar, traji-komik olmanın yanı sıra skandal nitelikte. Birkaç saat tutulduğum Diyarbakır Tem Şube’de, 30 günlük gözaltı süresinin nasıl bir cezalandırmaya dönüştürüldüğünün örneğine şahit oldum. Sokakta gözaltına alınıp, 27 gün sonra serbest bırakılan bir genç sadece iki gün sonra bir arkadaşının duruşmasına gittiği adliye binasının önünde şüphe üzerine yeniden gözaltına alınıp, 14’üncü günü geride bırakmıştı misal. Yine kayyum atanan büyükşehir belediyesine bağlı DİSKİ’nin resmi adıyla “Kırsal Birim Şefliği”ne atanan bir yakınını tebrik mesajı atan bir başka kişi “kırsal birim” ifadesi yüzünden günlerdir gözaltındaydı.

Buradan götürüldüğüm Kaçakçılık ve Organize Şube Müdürlüğü’nde (KOM) ise, daha çarpıcı bir gerçekle karşılaştım. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçtiğimiz günlerde TV ekranlarından dinlediğim açıklamalarında, onlara karşı açık bir biçimde hukuk dışına çıkmaları konusunda kolluk birimlerine talimat verdiği uyuşturucu kaçakçıları vardı. Yalnız bu uyuşturucu kaçakçıları, medyadaki yaygın söylemin aksine polis ve askerlerdi. Her biri kilolarca uyuşturucu ile yakalanmıştı. Meraklısı 25 Aralık günü gözaltında bulunanların isimlerine ve görevlerine bakabilir. “Getirildiğim İstanbul’da günler süren gözaltı sonrası, bir bakıma “imanlı haber yapmamak” nedeniyle tutuklanıp, götürüldüğümüz Metris Cezaevi’nde öğrendiğimiz olay ise kelimenin tam anlamıyla bir skandal!

İHD’nin verilerine göre cezaevlerindeki 926 hasta tutsak ölümle yüz yüze. Bu hasta tutsaklardan biri de Cengiz Sinan Halis Çelik. 24 yıl önce tutuklandığında maruz kaldığı işkenceler ve geride bıraktığı tutsaklık yıllarında çok sayıda ölümcül hastalığa yakalanıp, tekerlekli sandalyede yaşamını idame ettirmeye çalışan Çelik’in sohbetimiz sırasında 15 Temmuz darbe girişimi sabahında yaşadıklarına dair anlatımları son derece önemli. Darbe girişiminin ertesi sabahı, kaldığı tek kişilik hücrenin kapılarının aniden açılması sonrası içeriye elinde Türk bayrağı ve şiş olan bir kişi girer. Çelik’in cezaevindeki adli mahkumlardan biri olabileceğini düşündüğü bu kişi, elindeki şiş tehdidi ile Türk bayrağını Çelik’e zorla öptürmeye çalışır. O esnada yaşadığı durumun şokunu yaşayan Çelik’e söz konusu saldırgan 13 şiş darbesi saplar. O tekerlekli sandalyesinde kanlar içerisinde kalırken, saldırgan ise geldiği gibi elini kolunu sallayarak odasından ayrılır. Olaydan dakikalar sonra gelen gardiyanlar tarafından ambulansla hastaneye kaldırılan Çelik, yapılan müdaheleler sonrası ölümden kurtulur. Maruz kaldığı bu saldırıyla ilgili avukatı aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulunmasına rağmen, aradan geçen 6 ayda saldırgan ve sorumlularla ilgili tek bir gelişme dahi yaşanmaz.

Hukukçuların, insan hakları savunucuları ve kamuoyunun ısrarla üzerine gitmesi gereken bu saldırının cezaevlerinden doğru Çelik şahsında açık bir tehlike ve provakasyon olduğu son derece açık.

Uğradığı bu saldırı ve tüm vücudunu saran hastalıklarına rağmen, kendisini tanıma fırsatı bulduğumuz ve o sıcak içten gülüşüyle içimizi ıstan Çelik ile geçirdiğimiz anlar, benim için oldukça anlamlı ve değerli oldu. Vicdan sahibi herkesin hemen her an ve dakika üzerinde durmaları, durumlarını gündemleştirmesi gereken birileri, Çelik ve diğer tüm hasta tutsaklardır. Bu hepimiz için en insani görev ve sorumluluk arz ediyor, duyurmak istediğim bu “imansız haberlerle” tüm arkadaşlara ve dostlara yeniden selamlar, sevgiler.