Hasan Kılıç / Emrullah Yalçın
Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel kapitalist modernitenin merkeziyetçilikle kurduğu simbiyotik ilişkidir. Bu simbiyotik ilişkinin ağları, otoriterlik ve tekçilikle varlığa gelir. Kapitalist modernite ile merkeziyetçilik arasındaki bu bağ, demokrasinin yerelleşmesi ve yerelin demokratikleşmesinin önündeki temel yönetim mantığıdır. Bu yönetim mantığı bilginin üretimi, deneyimin birikimi, demokrasi ile özne arasında belirlenen mesafe üzerinden belirlene gelir.
Yönetim kelimesi ile demokrasi arasındaki gerilimi demosun-halkın lehinde çözmek için yerel demokrasiyi ve yerelin de demokratikleşmesini esas alan demokratik yerel yönetimler sadece Türkiye’ye değil, küresel sisteme alternatif bir perspektif yakalamamızı sağlayabilir. Demokratik yerel yönetimler, halkın katılımının esas alındığı, temsil nosyonunun anti-demokratik nüveleri ve handikaplarının çözüldüğü bir çerçeve yaratıyor. Yanı sıra yönetme fiilindeki hiyerarşik ağları, yataylaştırma fırsatını ortaya çıkarıyor. Böylece halk demokrasisini hem temsil hem de hiyerarşi tehditlerine karşı koruyor. İktidarın ilişkisel anlarda ortaya çıkmasına karşı an’a müdahale imkânını var ediyor.
Demokratik yerel yönetimler, uzunca bir süredir edinilen deneyim, güçlü tartışmalar ekseninde üretilen bilgi ve öznenin demokrasi ile mesafesini sıfırlamasının ürünü olarak öne çıkıyor ve başka bir dünya mümkün diyor!
Başka bir dünyayı mümkün kılarken Karl Marx’tan ilhamla beyinlere çöken kâbusları ret ediyor, geçmişten ruhları çağırmıyor, geçmişi kâbus hale getiren güçlerin adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılmıyor.
Bilakis geçmişle ciddi şekilde yüzleşiyor, deneyimi siyasal hedefle bir araya getiriyor ve yeninin sözcüsü oluyor!
Bilgi, deneyim ve demokrasi
Tarihte deneyim ve bilginin birikimli ilerleyişi, demokratikleşme serüveninin alternatif okumasını sağlıyor. Antik Yunan’dan 21. yüzyıl Kürt halk mücadelesine kadar her zaman ve mekânda, bu alternatif okumayı görmek mümkün. Kürt halk mücadelesinin bilgi üretme potansiyeli ile deneyimin birleşmesi bugün küresel sisteme yerel demokrasiyi armağan etme düzeyi yarattı.
Bu düzey ne masa başında ne de halktan kopuk entelektüel faaliyette yaratıldı. Tam aksine reel olanın içerisinde hakikatle temas ederek ama geleceğe dönük özgüvenli ve iyimser bakışı örgütleyerek ortaya çıktı.
Kimliksizleştirilmeye, kültürsüzleştirilmeye ve iradesizleştirilmeye çalışılan Kürt halkının kendini yönetme arayışı birikerek ilerledi. Kürt halk mücadelesi her baskılandığında deneyim ve bilgi ile kuşanıp demokrasi yürüyüşünü güçlendirdi. Belli bir birikim düzeyi ve yüz kişi ile başlayan demokrasi mücadelesi önce binlere ulaştı; binler milyonlara dönüştü. Tarih boyunca sadece nicel olarak değil, nitel olarak da kendini büyüten bir mücadele geleneği ortaya çıktı.
Türkiye’de merkezi otoriter rejimin yerel yönetimler üzerinde kurmak istediği bir baskı düzeni hepimizin malumu. Bunun son ayağını da kayyım rejimi oluşturmuş durumdadır. Bu baskı rejiminden en çok mustarip olanın da HDP olduğu su götürmez bir gerçek. HDP’nin seçimde kazandığı 65 belediyesine yönelik ilk saldırı ve gasp girişimi henüz seçimlerin üzerinden 10 gün dahi geçmemiş iken KHK ihraçları gerekçe gösterilerek 6 belediyenin gasp edilmesi ile gerçekleşti. 31 Mart’tan 3,5 ay sonra başlayan kayyım uygulaması ile bugüne kadar 3’ü büyükşehir, 5’i il, 31’i ilçe ve 9’u belde belediyesi olmak üzere 48 HDP belediyesine kayyım atandı.
İktidar, devletin klasik stratejik düzeyini korumakla kazanacağını sandı ama Abdullah Öcalan’ın “Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” çözümlemesini unuttu. Klasik reflekslerle oluşturulan algı, Öcalan’ın olgusal analizine tercih edilerek kayyım atamalarında ısrar edildi. Çünkü iktidar için çanlar çalıyor, yaratılan alarmist ruh hali en çok da sahibini vurarak aciliyete sevk ediyordu. Böylece giderek daha fazla yalnızlaşan ve yalnızlaştıkça daha fazla saldırganlaşan bir anlayış gelişiyordu. Saldırmak dışında başkaca bir seçeneğinin kalmadığını düşündüren ruh hali esas hale geliyordu. Klasik devlet refleksleri şunu örgütlüyordu: “Seni, var kılacak tek konu Kürtlerle ilgili gelişmeleri bozmaktır.”
Bu ruh hali ve iktidarın devamı için teslimiyet çerçeveyi belirlemiş, çatıyı çatmıştı. HDP’li belediyelerin neden hedef olduklarına ve neler ile suçlandıklarına baktığımızda söz konusu ruh halinin ve teslimiyetin her yere sindiğini açıkça görürüz.
A Haber’e veya diğer yandaş basına bakacak olursanız ‘HDP’li belediyeler üzerinden Kandil’e para gidiyordu’ veya ‘Kandil’in belirlediği eşbaşkanlar belediyeleri yönetiyordu’ gibi kara propaganda devreye konuyor, böylece hakikate karşı kara propaganda örüntülerine yaslanılıyordu. Belediye eşbaşkanlarının mahkemelerdeki davalarının içeriğine bakınca[1] fazla yalanla bezenmiş ciddiyetin, ortaya trajediler çıkardığını görüyoruz. Belediyenin maddi durumu kötü olan yurttaşın mutfağını onarması, HDP Eş Genel Başkanlarının belediye programlarına katılması, kayyım yolsuzluklarının kamuoyu ile paylaşılması, Ramazan ayında ihtiyaç sahiplerine koli yardımı yapılması suç kapsamına alındı.
Kimi örneklerde karikatür haline gelse de bu müdahaleler, siyasal mesajda bir şaşmazlık yaratmıyor. Uygulamadan olan “Kürt hukuku” hiç şaşmıyor. Eğer Kürt isen Türkiye Cumhuriyetinin Anayasası’ndan ya da diğer kanunlarından yazdığı hali ile faydalanamazsın. Çünkü Kürt için yazılmayan ama kendisini hâkim ırk olarak görenler tarafından kabul edilmiş bir hukuk(suzluk) tanımı vardır. En basitinden İYİ Parti’nin Genel Sekreteri’nin “HDP’nin kapatılması konusunda yargıya güveniyoruz” ifadesi bu tanımın kabul görmesinin dışavurumudur. Bir yandan yargının iktidarın sopası haline dönüştüğünü ifade edeceksiniz diğer yandan söz konusu HDP veya Kürtler olunca yargıya güveneceksiniz. İşte bu durum Kürde uygulanan ayrıksı hukukun en bariz göstergelerinden biridir. Türklük Sözleşmesinin güncel örneğidir.
Bu manzara karşısında hakikat akıp gidiyor ve iktidarda kalma ihtirası hakikate müdahale etme alanını genişletiyor. Nitekim HDP’li 6 belediyeye yönelik müdahaleler hakikate müdahaleye dönüşüyordu. “Kardeşim hep mağdur durumda olduğunuzdan bahsediyorsunuz. Bakın koskoca 6 belediyeniz var, hele onlarda neler yaptınız bugüne kadar, biraz da iktidarın size yaptıklarından değil de sizin halk için neler yaptığınızdan bahsedin” diyenler için bu 6 belediyenin önce neler ile karşılaştığına, daha sonra da neler yaptığına bakalım.
6 belediyenin bazıları hatta belki de hepsi demek yanlış olmaz kayyım atanmadan kayyımlaştırılmaya çalışılan belediyeler. Neden böyleler? Çünkü merkezi idarenin yerel yönetimlere sağladığı imkân ve olanakların hepsinden mahrum bırakılmaya çalışılır vaziyetteler. Örneğin: İller Bankası tarafından aylık olarak verilmesi gereken ödenekler, önceki kayyımların ya da AKP’li yönetimlerin borçlarından kaynaklı kesintiye uğratılıyor. Ya da projeler veya hizmet için başvurulan kredi başvuruları yine sırf HDP belediyeleri oldukları gerekçesiyle reddediliyor. Tüm bunlar yapılırken elbette ‘cezalandırılan’ sadece HDP’li belediyeler olmuyor. Bir bütünen bu yerellerde yaşayan tüm halklar cezalandırılıyor. İktidar hırsı sadece hukuku değil, vicdanı da iptal ediyor.
Hakikat yürür, olayı budur!
Oysa hakikatin sihri, tüm müdahalelere rağmen gürül gürül akmasında yatıyor. İmkânların kısıtlılığına ve azlığına rağmen hakikat yürümekle maluldür. Türkiye’de en ucuz suyun ve ulaşım ücretinin Silopi Belediyesi tarafından sağlandığını biliyor muydunuz? Muhtemelen çoğumuz bilmiyoruzdur. Silopi Belediyesi kullanım miktarına bakılmaksızın her haneden 8 TL su ödemesi alıyor, şehir içi ulaşım ücreti ise tam 50 kuruş, indirimli 25 kuruş. Yine Silopi Belediyesi ile Genel-İş Sendikası arasından imzalanan toplu iş sözleşmesi ile asgari ücret 6020 TL olarak belirlenirken; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kadın personeller idari izinli sayılıyor. Kadın işçilere yönelik cinsel taciz ve cinsel saldırı vakalarında kadın işçinin beyanı esas kabul ediliyor. İstanbul Sözleşmesi ve ILO 190 sayılı sözleşme başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve diğer mevzuat hükümlerinin ön gördüğü toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik düzenlemelere uygun tedbirler alınıyor. Yine Balveren belde belediyesinde en düşük işçi maaşı 6000 TL olarak belirlendi. Patnos Belediyesi suyun metreküpünü 2 yıldır herhangi bir zam yapmadan 1,5 TL olarak veriyor. Daha iyi anlaşılması açısından diğer belediyelerde uygulanan suyun metreküp fiyatlarına baktığımızda; kayyım atanan Van Büyükşehir Belediyesi 4,37 TL’den, yine kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi 3,80 TL’den, AKP’li Erzurum Büyükşehir Belediyesi 6,42 TL’den, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi 5,76 TL’den sağlıyor ve bu fiyatlar 10 veya 15 metreküp kullanım için belirlenmiştir. Bu miktarları aşınca fiyatlar 2-3 katına çıkabiliyor. Temel ihtiyaçlara biçilen maliyetler sadece bir fiyat politikasına değil, halkla ve sınıfla kurulan bağlantıları anlamlı kılıyor.
‘Anlatılan senin hikayendir!’
Bugün Türkiye’de antidemokratik uygulamalar olarak kabul edilen ve yaşanmaz olarak tariflenen iktidar pratiklerini ilk deneyimleyen halklardan biri Kürtler oldular. Şu an tüm Türkiye’de vücut bulan kayyım rejiminin ilk prototipi de 6 yıl önce Kürt illerinde belediyelere kayyım atanması ile gerçekleşti. Dün kayyımlar atanırken iktidarı ve muhalefeti ile büyük bir kesimin kayyımların ‘gerekliliğine’ ikna olduğu bir geçmiş gerçeği, Türklük Sözleşmesine ikinci örnek olarak verilebilir.
Haksızlığın bize uğramasını beklemeden haksızlığa uğrayanın yanında olmaya ve bu haksızlığı yüksek sesle ifade etmeye cesaret edebilmeliyiz. Sıkça anlatılan ve bilinen bir hikâyenin sonunda “biz en başta Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” denir. Dolayısıyla bugün Türkiye’de yaşayan tüm halkların, dünün dövülen Ermenisinin bugünün yok sayılan Kürdü olduğunun farkına varması gerekiyor. Bu farkındalık ve takınılacak dayanışmacı tutum yarının Türkiye’si için umut olacaktır.
Karl Marx, Kapital eserinin önsözünde, Alman işçi sınıfına, İngiltere’deki sanayi ve tarım işçilerinin durumuna işaret ederek, Almanya’da kapitalizm geliştikçe İngiltere’deki işçilerin yaşadığı kötülükleri kendilerinin de yaşayacağını göstermek için şu cümleyi ifade ediyor: “De te fabulanarratur!” Yani “Anlatılan senin hikâyendir!”
Bugün Türkiye’de Ortadoğu’ya da doğrudan etki edecek iki hikâye yazılıyor. Biri kayyım, merkezilik, tekçilik kavram setini kıble belirlemiş; diğer yerel demokrasi, barış, çokluk kavram setlerinden bir rota çizmiş…
Bizler ya “anlatılan senin hikâyendir” diyen Marx’ın iki yüz yıl önceki uyarısına kulak asmayanlar olarak yaşamaya devam edeceğiz ya da “başka bir dünya mümkün” deyip birlikte inşa edeceğiz.
Tarihten süzülüp gelen bilgi, deneyim ve demokrasi üçgenimiz en zor şartlarda bile “başka bir dünya mümkün” demek için alet çantasını hizmetimize sunuyor. Yapılması gereken ise yerel demokrasiyi, yerelin de demokratikleşmesini dolayımlayan bir öz güç ile Demokratik Yerel Yönetimler anlayışını yaymak ve toplumun her alanına taşımaktır.
Küreselde köktencilik, ırkçılık, gelir eşitsizliği, demokrasiden uzaklaşma; Türkiye ve Ortadoğu’da benzer gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, demokrasi ile mesafeyi kısaltmak, toplulukların güven içinde yaşaması, otoriterlik ve ayrımcılığa cevap vermek için var olma direnci olarak Yerel Demokrasiyi bir kez daha tartışma ve inşa etme zamanıdır!