Macaristan’da bu hafta hükümet tarafından başlatılan bir kampanya ilginç bir afişle, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşı ters yüz ederek Avrupa Birliği içinde yeni bir gerilim noktası yarattı.
Bu afişte gökyüzünden düşen bir bomba görünüyor. Bombanın üzerinde “yaptırımlar” yazılı. Afiş tek cümlelik kısa mesajında da insanlara şu düşünceyi telkin ediyor: “Brüksel’in yaptırımları hepimizi mahvediyor.”
“Brüksel’in yaptırımları” tanımlamasıyla kastedilen, Ukrayna’ya savaş açan ve bu ülkenin topraklarının bir kısmını istila eden Rusya’nın saldırganlığına tepki olarak Avrupa Birliği tarafından gündeme getirilen ekonomik ve mali nitelikli ambargo ve uygulamalar.
Peki, bu yaptırımlar neden “herkesi mahvediyor”?
Çünkü Rusya Avrupa Birliği’nin ekonomik ve mali yaptırımlarına ve ambargolarına, Avrupa’ya yönelik doğal gaz ihracatını kısmen kapatarak, kısmen zorlaştırarak ve fiyatlarda artışa neden olan düzenlemelerle yanıt verdi.
Savaşın başlamasından bu yana sadece Avrupa’da değil, dünyanın her yöresinde petrol ve doğal gaz fiyatları birkaç kat olmak üzere arttı ve enerji fiyatlarındaki bu artışa paralel olarak ekonomide daralma ve enflasyon oranlarında ciddi bir yükselme ortaya çıktı.
Enflasyonda AB ortalaması Avrupa Birliği İstatistik Kurumunun (Eurostat) verilerine göre ekim ayı sonu itibariyle bir önceki yılın Ekim ayına göre % 9,9’a ulaştı, ve bu da Avrupa’da İkinci Dünya savaşından bu yana en yüksek enflasyon oranı.
Avrupa Birliği yetkilileri ekonominin zorluklar yaşadığını elbette kabul ediyor, ancak Brüksel bunun nedeninin tek başına savaş ve yaptırımlar olmadığını, Covid önlemleri nedeniyle birkaç yıldır ekonomide yaşanan daralmanın da burada önemli bir etken olduğunu vurguluyorlar.
Kaldı ki, başka ne yapılabilirdi? Rusya’nın bağımsız bir ülke olan Ukrayna’ya karşı hem kuzeyden Belarus üzerinden ve hem de doğudan kendi toprakları üzerinden başlattığı istila girişimi karşısında başka nasıl bir tepki verilebilirdi?
Avrupa Birliği vatandaşlarını zor durumda bırakan, ordularını pervasızca bağımsız bir ülkenin üzerine salan Moskova mı? Yoksa buna yaptırımlarla ve ambargolarla tepki veren Brüksel mi?
İşte Avrupa’da yaşamın zorlaşmasıyla birlikte bu soruya verilen yanıtlar radikal sağ ve radikal sol arasında şimdiye dek çok belirgin olan farklılıkları silikleştiriyor.
Yola çıktıkları temel farklı olsa da hem radikal sağ, ve hem de radikal sol Ukrayna Rusya savaşında eleştiri oklarını öncelikle Batı dünyasına çeviriyor.
Ekonomi ve siyaset dünyasına istikamet veren, hukuk devletinin, kurumsal yapıların içeriğini belirleyen liberalizme karşı beslenen nefret, sonuçta radikal sağ ve radikal solu, isteseler de istemeseler de ortak zeminde buluşturuyor.
Hükümet düzeyinde gündeme gelen söylem dikkate alındığında denilebilir ki, yaptırımlarla ilgili olarak Brüksel’e karşı açık ve sert eleştiri getiren iki AB ülkesi var: Macaristan ve Bulgaristan.
Ekim sonlarında İtalya’da kurulması beklenen yeni hükümetin ortaklarından radikal sağ Lig partisi lideri Matteo Salvini de daha temkinli olmakla birlikte yaptırımlar konusunda Brüksel karşıtları arasında sıralanabilir.
Yine AB’nin temel üyeleri arasındaki Fransa’nın güçlü siyasetçisi Le Pen de bu bağlamda anılacak isimler arasında.
Avrupa’da Brüksel karşıtı, ve utangaç bir şekilde de olsa Moskova yanlısı gösteriler de yapılıyor. Birkaç hafta önce Çek Cumhuriyeti’nde on binlerce insanın katıldığı ve radikal sağ partiler tarafından organize edilen yürüyüşler giderek AB karşıtı bir içerik de kazanmıştı.
Yine Radikal sağın benzer aktivitesi Almanya’da da gözlemlenmişti. Almanya’ya Alternatif (Afd) adını taşıyan yabancı düşmanı ırkçı parti açıkça Rusya’ya karşı uygulanan AB yaptırımlarının sona erdirilmesi talebiyle taraftarlarını meydanlara taşıdı.
Ancak Almanya’da yaptırımlara karşı çıkanlar sadece radikal sağcılar değil. Eski Demokratik Almanya bölgelerindeki geleneklere dayanan Sol Partinin (Die Linke) yöneticilerinden Sahra Wagenknecht de Almanya hükümetini yaptırımlar nedeniyle sert bir biçimde eleştirdi.
Fransa’da da gösteriler yapıldı. Her ne kadar Fransa’da gösterilerin hedefinde Brüksel değil Macron olsa da, AB’nin güçlü ismi Macron’un hedef alınması hayat pahalılığının ve zorlukların protesto edilmesi bir şekilde Brüksel’in ekonomi politikasının eleştirisi olarak değerlendirildi. Ve Fransa’daki gösteriler de sol ve radikal siyasetler tarafından organize edildi.
Radikal sağ ve radikal solun bu beklenmeyen buluşması Avrupa Parlamentosunda da kendini gösterdi. AP içindeki yaptırımlarla ilgili oylamalarda, sonuca çok etkisi olmamakla birlikte radikal sağ ve radikal sol parlamenterler genellikle Putin rejimini kayıracak şekilde birlikte oy kullandılar.
Elbette radikal sağ ve radikal sol siyasetlerin hareket noktaları farklı. Radikal sağ, ulusal çıkarların ve hristyan değerlerin korunması adına “liberal” Brüksel’in merkezi politikasına muhalefet edip “otoriter” Rusya rejimine arka çıkıyor.
Radikal sol ise emperyalizm ile özdeşleştirdiği egemen Batı zihniyetine karşı geleneksel karşıtlığını savaş tartışmalarında da sürdürüyor. Siyasetinin temel ekseni olarak gördüğü “NATO’ya ve emperyalizme karşı olma” tavrından geri adım atmamak adına Rusya’daki sıfır demokrasi rejimine destek veriyor.