Sistemin yeşil yüzlü kuruluşları, sömürünün sürdürülebilirliği için koruma adıyla birçok gün-hafta ilan etmiştir. Bunlar, hayvan hakları, çevre, orman, su, kültür, çocuk, kadın, sağlık ve daha onlarcasıdır. Neden onlarca başlık ve konuda koruma günü-haftası ilan etsin ki?
Türler evrimsel süreç içerisinde bir popülasyon dengesi kapsamında evrilerek oluşmuştur. Her biri bir bütünün parçası ve tamlayanıdır. Karşılıklılık ve dayanışma esasından kaynaklı yaşamak için farklı türlere evrilmiştir. Biri yoksa diğeri de yok olacaktır.
Şöyle bir bakalım; popülasyon dengesi bozulursa sömürü ağı kopar, kazanç azalır. Bu nedenle uzun vadede sürdürülebilir bir sömürü için bazı türleri koruma altına alması gerekir. İnsanlar da vicdani olarak açığa çıkan diğer türleri koruma ve bu korumadan kaynaklı problemleri görmelerinin önüne geçmek için kendileri öncülük eder ve kitleleri kontrol altında tutmayı amaçlar.
Yapılmış ve devam eden araştırmalara göre Dünyada yaklaşık 7,700 bin hayvan türü ve toplamda 8,700 bin türün varlığı söz konusu olup kesin ve net sonuçlar değildir. Bugüne ulaşamamış nesli tükenmiş milyonlarca türden de bahsedilir. Türkiye’deki hayvan türü sayıları Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) verilerine göre, omurgasız türlerinin 19 bine yakın olduğu, omurgalı türlerin 1.500 civarında olduğu belirtilmiş. Bunların arasında 70 balık türü ve 100 omurgalı türü endemik tür olarak kayıtlara geçmiştir. Bu verilere göre de 20,500’den fazla tür bulunmaktadır.
Bu kadar canlı tür varken sadece birilerini korumak nasıl açıklanabilir? Bazı hayvanları “Can Dost” olarak belirleyip ayırmak diğerlerini görmemek? Tüm türleri “Can Dost” olarak kabul etmeliyiz ve yaklaşımımız hepsi için aynı olmalıdır.
Ve nasıl ki insan hakları anayasa ile güvence altına alınmışsa hayvan ve bitki hakları da öyle olmalıdır. Yasalar; İnsan, köpek, sincap, dağ keçisi, ağaç, çalı ve ot dahi tüm türlerin hepsini kapsamalı ve eşit bir noktada düzenlenmelidir. Sadece bir, iki türü korumak diğerlerini görmemek türcülük olacaktır. Elbette korumak kelimesi de dahil dilin de değişimine ihtiyaç vardır. Korumak insan odaklı bir yaklaşım olup üstenci bir bakış açısının sonucudur. Oysa doğada yaşam süren canlıların bizim korumamıza ihtiyacı yoktur.
Hitler ve şürekâsının üstün ırk kavramı türcülüğün en bilinen özelliğidir. Ne insanlar ne de hayvanlar arasında üstün olan bir varlık yoktur, hepsi candır ve birlikte var olabilirler. Biri için duyarlı davranıp diğerlerini görmezden gelmek kabul edilemez bir yaklaşımdır. Kapitalist modernist sistemin insan dışı yaşama saldırılarına karşı dezavantajlı durumda olan canlıların yanında yer almak doğru olacaktır.
Ekolojik bakış açısı; doğal yaşamdaki her tür, ırk, dil ve cins ayırımı da dahil her türlü ayrımı reddeder. Ve hayvan haklarının sadece köpek ve kediye dair olması eksik olur. Bu tutum tüm türler için aynı ve eşit mesafede olmalıdır. Canlıların yaşam alanları; ormanlar yakılınca, kesilince, göller ve dereler kurutulunca da karşı çıkmayı gerektirir ki bunun da hayvan hakkı mücadelesi olduğu bilinmelidir.
Ne yapmalı, nasıl bir tutum almalıyız. Kutup ayısının yada balinanın, köpeğin, kedinin hakkı nasıl savunuluyorsa, orman yangınlarında yaşamını yitiren sincap, geyik, domuz, kaplumbağanın da aynı haklara sahip olduğu bilinmeli ve savunulmalıdır.
Barajlar yoluyla oluşan baraj göllerinde nesli tükenme riski taşıyan canlıların istilacı türlerle yok edilmesine karşı durulmalıdır. Bununla beraber bu temelde yapılan barajlara da karşı bir tutum alınmalıdır. İnsan ve insan dışı canlı yaşamın bir bütün olduğu bilinciyle hareket etmelidir.
Dünyanın en büyük ekosistemleri sayılan ormanların kesim ve yangınlarla yok edilmesi ile keçi, sincap, tavşan ve onlarca türün yok olacağı gerçekliğiyle hareket edilmelidir. Nedeni ve faili kim olursa olsun bu yangınlara karşı durmalıdır. Aynı şekilde anızların yakılması ile de birçok tür; kuşlar, sürüngenler, keklik ve bıldırcınların yok olma tehlikesi yaşadığı bilinmelidir.
Yanlış kentleşme politikalarıyla insan dışı canlı yaşam yok edilmekte; kurt, kuş tavşan, yılan göçertilmektedir. Bu temelde kapitalist kent politikalarını kabul etmemek ekolojik kent politikalarının yaşamsallaşması için mücadele yürütmek gerekir.
Avcılığın yasalı ya da kaçağı olmaz. Avcılık adı altında katliamlara tümden karşı durmak gerekir. Elektrikli yada başka canice bir yolla balık avlanmasına ses çıkarıp, barajlarla balıkların yaşamına müdahale edildiğini bilmek ve tür çeşitliliğini bitiren bu talan politikalara karşıda ses çıkarmak gerekir. Sucul yaşam canlılarının yok olmasına neden olan sazlık ve bataklıkların yok edilmesinin yanlışlığına karşı durmak gerekecektir.
Dere, nehir, göl, denizlerde kurulan endüstriyel balıkçılık ve hayvancılığa balıkların doğal yaşamına müdahale edildiği bilinciyle karşı durmak gerekir. Dünyada karbon salınımında öneme sahip olan büyükbaş hayvan üretimini görmezden gelip et tüketen ama karbon ayak izi kaygısı ile deri kullanmayan anlayışın çözümden uzak yaklaşım olduğunu bilmek gerekir.
Kedi ve köpeği metalaştıran bir sermaye ve onun destekçisi iktidarların, aktivistlerin iyi niyetlerini su istimal ettiğini unutmamak gerekir. Her köşe başına açılmış petshoplarda bu canlıların alınıp satıldığı ve meta haline dönüştürüldüğü bilinmelidir.
Bu politikalar ve daha birçok sömürü içeren kıyım politikalarına karşı mücadeleyi yükseltmek gerekir. Kapitalist sistemin metalaştırmak adına yaptığı bu saldırıları görmezden gelmek art niyetli bir tutum olup ve sistemin değirmenine su taşımaktır. Türler arasında ayrım yapmadan onlara dair sistem eliyle yapılan saldırılara karşı gelmek gerekir. Yaşamak gibi hayvan hakları mücadelesi ne siyaset üstü nede altıdır ve tam olarak politiktir.