Âheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın
Bir âlem-i hayâle dalan âb uyanmasın
Âğuş-ı nev-bahârda hâbîdedir cihân
Sürsün sabâh-ı haşre kadar hâb uyanmasın
Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz
Leyl-i tarâbda bir dahî mızrâb uyanmasın
Ey gül sükûta varmayı emreyle bülbüle
Gülşende mest ü zevk olan ahbâb uyanmasın
Değmez Kemâl uyanmaya ikmâl-i ömr için
Varsın bu uykudan dil-i bîtâb uyanmasın*
Bugünlerde İstanbul Kanlıca’daki Sipahiler Ağası Mehmet Emin Ağa Yalısı’nda gerçekleşen bir sergi adını işte Yahya Kemal Beyatlı’nın bu gazelinden alıyor: Âheste Çek Kürekleri Mehtâp Uyanmasın.
Sergi kendisini “duygusal gerçekçi” olarak tanımlayan Taner Ceylan’ın 15 yıl aradan sonra Türkiye’de gerçekleştirdiği ilk sergi olması nedeniyle hayli ilgi görüyor.
Ceylan’ın sergisine bir İstanbul aşığı olan Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinden bir dizeyi ad olarak kullanması ise oldukça bilinçli.
Sanatçı 2019 yılından beri İstanbul’u farklı perspektiflerden gözlemleyerek İstanbul’u anlatan bir sergi gerçekleştirmek istiyor. Peki hangi İstanbul? Gittikçe kalabalıklaşan nüfusu, trafiği, hayat pahalılığı ve kentsel dönüşüm adı altında tarihi dokusu ve doğası talan edilen İstanbul’u mu yoksa yükselen binaların ardından hala ayakta durmaya çalışan tarihi yapıların yapıldığı dönemdeki İstanbul’u mu?
Yaşamanın gittikçe zorlaştığı ve herkesin kafasında hep bırakıp gitme düşüncesi olsa da bir türlü kopamadığı, tutkunu olduğumuz bir şehir İstanbul. Tüm kaosuna rağmen güzelliklerini yakalamayı bilene ise her zaman güzel. Ceylan ise İstanbul’un güzelliklerini iki isimle keşfediyor Alaturca House’u işleten antikacı Erkal Aksoy ve yine bir antikacı aynı zamanda da sanat tarihçisi olan Hikmet Mizanoğlu. Bu iki isim Ceylan’ın İstanbul’a bakışını değiştiriyor. Erkal’ın antikacı dükkanında yerleşik bir İstanbullu olmanın ya da kök salmanın ne demek olabileceğini görüyor. Hikmet Mizanoğlu ile ise İstanbul’un tarihi, gizli kalmış yerlerini, hanlarını geziyor ve buralara dair yeni bilgiler ediniyor. Böylece sanatçının gözlerinin önünde yepyeni bir İstanbul, tüllerinin altında kendini saklayan ama aynı zamanda görmek isteyene de kendini hissettiren bir İstanbul çıkıyor. Sanatçı kendi İstanbul’unu yaratmak için bu sergi fikrini geliştiriyor ve İstanbul’u peyzajlarla değil bedenlerle anlatıyor.
Gelelim sergideki işlere. Sergiye yalının bahçesindeki 2 metrelik mermer heykelle başlanıyor. Üstü bir tülle kaplı ama tülün altında bedenini hissettiğimiz bir erkek heykeli bu. Heykelin adı “İstanbul.” Ceylan bu heykeli heykeltıraş Hakan Çınar ile birlikte gerçekleştirmiş. Eli belinde, kendinden emin, burnu havada, küstah duruşuyla yalının bahçesinde, Boğaz’a doğru bakar konumda yerleştirilmiş olan “İstanbul” heykeli, belki de kendi güzelliğini seyreden bir Narkissos gibi Boğaz’ın sularında kendi güzelliğini seyre dalıyor.
Birinci kattaki odalarda Halil Paşa ve Rüstem Paşa adlı tabloları yer alıyor. Halil Şerif Paşa portresi sanatçının bir modelden yola çıkarak yaptığı hayali bir portre. Osmanlı’nın Tanzimat döneminde devlet adamlığı yapmış ama sanat tarihçileri için daha çok sanatseverliği ve dönemin önemli ressamlarına yaptırdığı resim siparişleriyle bilinen Halil Şerif Paşa büyük bir servet sahip ve Avrupa resminin çok önemli yapıtlarının yer aldığı erotik tablolardan oluşan özel bir koleksiyona sahip.
Courbet’nin oldukça tartışmalı “Uyku”, “Dünyanın Kökeni” adlı tabloları, Ingres’in “Türk Hamamı” tablosunu sipariş eden Halil Şerif Paşa, Paris sosyetesinde ise “Süslü Şerif” olarak tanınıyor. Ceylan da Halil Paşa’nın bu hayali bir portresinde onu kendini beğenmiş, karşısındakini küçümseyen bir “dandy” ** olarak resmediyor.
Şık giysileri ve aksesuarlarıyla nargilesini üflerken izleyicinin gözlerinin içine bakıyor. Siyah beyaz bir fotoğrafta an dondurulmuş gibi. Arkadaki mekân ve figürler flu. Dikkat Halil Paşa’nın bakışlarına ve küstah gülümseyişinden süzülen dumana odaklanıyor.
Diğer odada ise sergideki nonfigüratif tablolardan biri olan Rüstem Paşa yer alıyor. Mimar Sinan’ın Eminönü’ndeki hanların arasına gizlenmiş Rüstem Paşa Camii’nin çinilerini, çinilerin deforme olmuş hallerini tuvale yansıtıyor Ceylan. Camiinin avlusundaki çinilerden ilhamla yapıyor resmi. Zamanla dökülen çinilerin yerine depolarda bulunan başka çinilerin eklenmesiyle kırık dökük olduğu kadar da güzel bir kompozisyon ortaya çıkıyor. Ceylan çinilerdeki deformasyonu, çokluğu, karmaşayı ve güzelliği İstanbul’a benzetiyor. Çok mozaikli, kırık dökük ama her şeye rağmen güzel bir şehrin kompozisyonu bu.
Serginin bodrum katında ise İstanbul heykelinin video filmi var. Burada İstanbul’u şarkıcı Cem Adrian canlandırıyor. Suların içinde bir kayanın üzerinde mehtabı izleyen üzeri beyaz kumaşla kaplı olan erkeğin vücudundaki kumaş rüzgarla beraber yavaş yavaş düşerken beden açıkta kalıyor. Müziklerini de Cem Adrian’ın yaptığı videoda Türk sanat müziğinin tınıları hissediliyor ve adını bu müziğinin makamlarından biri olan “hicaz” makamından alıyor.
Sergide yer alan diğer tablolar ise şöyle:
Beril; mekân olarak Topkapı Sarayı Haremi’nin kullanıldığı bu tabloda Ceylan, sanat tarihinin oldukça bilinen bir temasını “uzanan kadın”ı tekrar ediyor. Ancak bu tablodaki uzanan kadın sanat tarihinde olduğu gibi kendini erkeğin bakışına sunan, edilgen bir beden değil. Beril tam aksine yüzünü örten siyah tüllerin ardından direk izleyiciye bakıyor. Davet eden bakışlarla değil daha tekinsiz bir duruşla kendisini izleyenleri izliyor.
Müzik Dersi; Topkapı Sarayı İtfaiye Köşkü’nü mekân olarak kullanıyor. Özellikle oryantalist ressamların tablolarında sıkılıkla kullandıkları İtfaiye Köşkü’nde bu kez zaman gece, dolunay ışığında beyaz bir at ve merdivenlerde uyuya kalmış elinde tamburu uzanan bir erkek bedeni yer alıyor. Erken 19. Yüzyıl Neo-klasisizminin oldukça sıklıkla ele aldıkları kaslı, güzel, çıplak erkek bedeninin bir benzerini görüyoruz burada. Bu dönem bu tarz resimler, üst sınıf eşcinsel hayat biçimlerini üstü kapalı bir şekilde yansıtmak amacıyla yapılırdı. Ceylan kendi eşcinselliğini hiçbir zaman üstü kapalı yansıtmayıp kimi zaman kendi bedeni üzerinden kimi zaman başka erkek bedenleri üzerinden bunu açıkça ortaya koymuş bir sanatçı. Osmanlı Dönemi’nde sarayda eşcinselliğin Avrupa’dakinin aksine daha serbestçe yaşandığı biliniyor. Böylelikle Ceylan hem 19. yüzyılda gerçekleşen oryantalist tablolara hem de Avrupa’da üstü kapalı yaşanan, eşcinselliği gizliden yansıtan çıplak erkek tablolarına gönderme yapıyor.
Yine sergide yer alan Lucas, Şahmeran, Yaralı Asker, Çinili Oda tabloları sanatçının özellikle Osmanlı Dönemi İstanbul’unu peyzajlar değil bedenler üzerinden ele aldığı diğer tabloları.
Sanatçı Oryantalist ressamların İstanbul imgelerinden daha farklı bir şekilde ele alıyor mekanları ve bedenleri. Ceylan’ın bedenleri Avrupa’nın cinsel arzularına göre kurgulanmış uzak egzotik bir diyarın edilgen kösnül bedenler değil, konuşan, bakan, arzulayan bedenler oluyor böylelikle. Sanatçı resimlerinde model olarak yakın çevresindeki güzel insanları kullanıyor. Güzellikleri bir şekilde ölümsüzleştirme tutkusuyla da bedenlere yaklaşıyor.
Sergi ve mekân tasarımını dünyaca ünlü tasarım ofisi Autoban gerçekleştiriyor. Hikmet Mizanoğlu ise eski İstanbul’un ruhunu yansıtmak için koltuk, avize, ayna gibi kimi nesneleri sergi mekanına yerleştiriyor.
Hala göremeyenler ve İstanbul’un tarihi yalılarından birinde bir sergi deneyimi yaşayıp aynı zamanda İstanbul’a başka bir perspektiften bakmak isteyenler için “Âheste Çek Kürekleri Mehtâb Uyanmasın” sergisi 16 Ekim’e kadar her gün 12.00-19.00 saatleri arası görülmeye devam edecek.
* Çubuklu Gazeli-Yahya Kemal Beyatlı
Kürekleri ağır ağır çek, mehtap uyanmasın.
Bir hayal âlemine dalan su uyanmasın.
Dünyanın, ilkbaharın kucağında daldığı uyku,
Mahşer sabahına kadar sürsün; uyku bile uyanmasın.
Saz, bu göklere ait musikinin içinde dursun;
Sevinç gecesinde coşan mızrap dahi uyanmasın.
Ey gül, bülbüle emret ki sessizliğe bürünsün
Gül bahçesinde zevkten sarhoş olan dostlar uyanmasın.
Kemal, ömrün kalanını tamamlamak üzere uyanmaya değmez;
Dermansız kalan gönül, varsın bu uykudan uyanmasın.