Kadınlar barış istiyor, Türkiye barışını arıyor. Kırk yılı aşkındır sürekli şekil, mekan, boyut değiştirerek devam eden bir savaş var yaşadığımız ülkede, hatta coğrafyada. Bu savaşın bitmesi için çeşitli çabalar, girişimler dönem dönem artarak, güçlenerek görülse de dönem dönem de yaşadığımız ülke ve coğrafyadaki bitmek tükenmek bilmeyen onlarca toplumsal sorun arasında öncelik sırasını kaybettiği oluyor ama hiç bitmiyor, barışa olan talep her dönem kendini gösteriyor.
Özellikle 2000’lerin başından itibaren daha çok kadınların öncülük ettiği, barış talebine dair çok çeşitli eylemler, etkinlikler, girişimler hayat buldu. Barış nöbetleri de bu eylemlerin en sembolik olanlarındandı diyebiliriz.
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, çok çeşitli gruplardan kadınlar bir araya gelerek barış nöbetleri tuttular, barış çadırları kurdular bir dönem. O dönem de barış talebini dile getirmek kolay değildi. Barış talebinde bulunduğu için belki de yüzlerce, binlerce insana davalar açıldı, tutuklamalara gerekçeler yapıldı yüzbinlerin barış talepleri. Fakat baskılar ve yıldırma politikaları karşılık bulmadığı gibi, ekmek gibi su gibi yaşamsal ihtiyacımız olan barışı talep etmekten de geri durulmadı hiçbir dönem. Sanıyorum ki, o eylemlerin ve taleplerin sembolik değeri yüksek olanlarından biri de 2009 yılında eş zamanlı olarak Taksim Meydanı’nda ve Berçelan yaylasında kadınlar tarafından tutulan barış nöbetiydi.
Ağustos 2009’da “Söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var” sloganıyla kadınlar Hakkari’de bulunan Berçelan yaylasında ve İstanbul Taksim Meydanı’nda eş zamanlı olarak, bir araya gelerek barış çadırları kurup, barış için nöbet tuttular. Ben de Berçelan yaylasındaki barış nöbetine katılma ve o tarihi ana tanıklık etme şansını yakalamıştım. Kadın siyasetçiler, aktivistler, oyuncular, sanatçılar, emekçiler, anneler, kardeşler, arkadaşlar… Çok çeşitli arka planlara sahip kadınlar bir aradaydı. İnanılmaz bir coşku, umut ve heyecan vardı. Barış nöbetine sadece kadınlar katılacaktı ama uzun yıllardan sonra, savaş sebebiyle yasaklı olan Berçelan yaylasına gidebilmek, belki de ilk defa mümkün olduğu için bütün bir halk, şehirden ve çevre köylerden akın akın gelmişti barış nöbetine. Davullar, zurnalar eşliğinde, bir bayram yeri gibi halaylar çekildi saatlerce. Kürtçe, Türkçe türküler, şarkılar söylendi hep beraber. Şiirler okundu. Umutlar, hayaller paylaşıldı. Gece heyecanını yenip dinlenmek, uyumak, ısınmak isteyenler için çadırlar kuruldu. Ağustos ayıydı ama karanlık çökünce, rüzgar ve soğuk bastırmıştı. Hazırlıklı gelenler battaniyelerine sarılıp yan yana çadırlara sığışıp ısınmaya çalışıyordu. Benim gibi ayazda kalanlar da yerleri sıcacık olmuş anaların arasına girip ısınmaya çalışıyordu. Hiç tanımadığım annelere sarıldım o gün. Birbirini tanımayan ama ortak umudu ve talebi barış olan onlarca kadın birbirine sarılmıştı o gün. Herkes yorgun düşmüştü ama sanki barış o an gelecek bir şeymiş gibi, barışın geliş anını gören ilk kişi olmak ister gibi, neredeyse kimse gözünü kırpıp uyuyamıyordu. Zamanlar, mekanlar, insanlar yok olmuştu bu uğurda. Şimdi sıfır noktasında onca kadın dört bir yandan buluşmuşken artık gelmeliydi barış. Biraz safça biraz da inat ve kararlılıkla o anı bekledik hep beraber.
Nihayet gün ağardı. Berçelan yaylası, dört tarafındaki kar kaplı zirvelerle bütün ihtişamıyla kendini gösteriyordu yine. Yanı başımızda akan tertemiz su, uçsuz bucaksız rengarenk çiçekler, bitkiler, gök hiç olmadığı kadar açık… Yani barışın o hiç bilmediğimiz uzak diyarlardan gelmesi için eşsiz bir mekan ve andaydık. Kadınlar günün ilk ışıklarıyla; “Barış herkese, en çok da bize, biz kadınlara gerekiyor.” diye başlayan bir açıklama yaptı Berçelan yaylasındaki barış noktasında. Barışı talep ediyor, barışta ısrarcı olmanın gerekliliğini vurguluyorlardı.
Aradan yıllar geçti. O geçen yıllarda, savaş dönem dönem devam etti, yeni savaşlar başladı, barış nöbetleri sınırlara taşındı, ateşkesler, çatışma çözümleri, barış girişimleri, çözüm süreçleri denendi.
Toplumun her kesiminin bir nefes alıp, umudunun yükseldiği bir barış süreci, çözüm süreci bile denendi o geçen yıllarda. Barışa giden yol hiç kolay olmamıştı ama artık konuşulamaz değildi. Barışın ihtimali için dahi bedeller ödenmişti, mücadeleler verilmişti. Ve o ihtimal nihayet somutlaşmıştı. Artık barış tek taraftan ilerleyen bir talep değildi. Karşılıklı iletişimle tarafların muhataplığının somutlaştığı bir dönemece girilmişti. Mesela, Akil İnsanlar Heyeti kurulmuştu , TBMM’de Toplumsal Barışın Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi amacıyla meclis araştırma komisyonu bile kurulmuştu.
Bu ve benzeri heyetler çeşitli görüşmeler, geziler, araştırmalar sonucunda raporlar hazırladılar, olası çözümün yollarına dair. Ama eksik ama fazla… Peki ne oldu bütün o çabalara, hazırlanan raporlara? Üzerine çok fazla felaket yaşandı, yaşatıldı. Fakat, o dönem barışa dair ortaya konan çabalar, somut çalışmalar var ve daha ne kadar hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi devam edilebilir? Hoş o sürece dair konuşulduğunda da çoğunlukla sürecin kriminalize edilmesi üzerine bir çaba gösteriliyor.
Son günlerde Kobani davasının duruşmalarında barış süreci detaylıca konuşuluyor. Yakın dönem Türkiye siyasi tarihi dersleri gibi geçen duruşma günleri oluyor. Kürt sorunun kritik dönemeçleri ele alınıyor. Her şeye rağmen barış ve çözüm çağrıları yapılıyor. “Şimdi barışı yeniden konuşacağız dense, bize yapılanları bir kenara koyup, yine barışı konuşuruz, çünkü siyasi partimizin amacı bu ülkeye barışı getirmek” deniyor. Fakat günün sonunda bu davanın aslında “barışın ihtimalini yargılamanın” davası olduğunun da altı çiziliyor. Keşke her şeye rağmen yapılan barış çağrıları duyulsa da “HDP’nin oyları seçimlerde belirleyici olacak” tespitinin ötesine geçilebilse. HDP’nin oylarına talip olanlar, kalıcı bir çözüme ve barışa dair neler yapabileceklerini konuşabilseler.
Bugün yine bir savaşın içindeyiz, bir savaşın eşiğindeyiz. Bugün yine kadınlar barış talebini yükseltiyor. “Savaşa hayır” diyor. Kadınlar Birlikte Güçlü, şu cümlelerle biten savaş karşıtı bir çağrı yayınladı; “Her gün daha büyük bir umutsuzluğa uyanmayalım. Hep birlikte söylememiz yükseltmemiz gereken ses çok basit: Bizim de barış içinde yaşama hakkımız var. İnsan hayatlarını bir seçim ve iktidar hesabı haline getiren savaşa hayır.”
Evet, biz kadınlar barış talebinde ısrarcıyız. Söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var.
Evin Jiyan Kışanak kimdir?
Uluslararası ilişkiler lisans eğitimi aldıktan sonra, insan hakları hukuku yüksek lisans programına devam etmekte. Geçmişle yüzleşme ve adalet alanında çalışmalar yürüten çeşitli sivil toplum kurumlarında projelerde yer aldı. Barış aktivisti ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde barış atölyeleri organize edip yürütücülüğünü yaptı. Mahpus yakını ve hak savunucusu.