Diyarbakır’ın Sur ilçesi, 2015 yılında yaşanan çatışmaların ardından ciddi anlamda hasar gördü, büyük kısmı yıkıldı ve birçok değerli kültür mirası tahrip oldu, yok oldu. Bununla birlikte bir hafıza da yok edildi. Yeni bir Sur inşa edildi, mahalle dokusu yok oldu. İşte kadınlar Sur’daki o yeni binaların dikildiği bölgedeki hafızayı diri tutmak ve bu hafıza kırımına karşı bir direniş alanı açmak için harekete geçti. Bir grup kadın kendi hikayeleri ile Suriçi’ni anlattı. Orada Ermeni olmayı, orada çocuk olmayı, oradaki bir mahalleli olmayı anlattılar. Projenin yürütücülerinden şehir plancısı Dilan Kaya, yürüttükleri çalışmayı Gazete Karınca’ya anlattı. Kaya, “Bizim yaptığımız oradaki unutturulmak istenen hafızaya bir çentik atmak, leke sürmek” diyor.
![](https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2022/12/IMG_6729-1024x775.jpg)
Böyle bir harita yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Ben şehir plancısıyım. Diyarbakırlıyım ve burada yaşıyorum. Üniversiteyi İstanbul’da okudum ama 2016’dan beri tekrar Diyarbakır’da yaşamaya başladım. Döndüğüm zaman sivil toplum alanında çalışıyordum. Barış süreçlerinde sivil toplum örgütlerinin rolü üzerine çalışmalar yürüttüm. Ama son 3-4 senedir bu alanı kendi disiplinime de çektim. Yakın bir zamanda da Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Derneği’nin (DKVD) yürüttüğü projede Suriçi hafızası üzerine çalıştım. Orada hafıza mekanları üzerine harita, kitap ve sözlü tarih çalışmalarından oluşan video klipler üretim süreçlerinde yer aldım.
Orada hazırladığımız ‘Diyarbakır/Sur: Bir Bellek Yolculuğu Haritası’nı bu projedeki ortağım Gizem Kıygı ile birlikte hazırladık. Diyarbakır Suriçi’ndeki hafıza mekanlarının yer aldığı bir harita çalışmasıydı bu. 2015-2016 yılında yaşanan çatışmalı süreç sonrası Sur, çatışmalarla hasar aldı ama sonrasında yapılan kentsel dönüşümle de artık geri döndürülemeyecek şekilde tahrip oldu. Hafızaya alan açan mekanın yok olması bizde o anlatıları toparlama, derleme ihtiyacını, isteğini uyandırdı. Diyarbakır Kültür Emeğinde Kadın Haritası da şiddet ve baskı mekanizmalarıyla sürekli yıkılan, yok olan bu kent hafızasını kadınların nasıl ördüğü sorusu üzerinden şekillendi. Kültür emeğini de üreten sinemacı, ressam, müzisyen, yazar kadınlar kendi eserleriyle kent imgesini nasıl örüyorlardı?
![](https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2022/12/15DSC_0715_small-1024x684.jpg)
Peki neden kadınlarla yaptınız bu çalışmayı?
Bu çalışmada 2015 bizim için milat oldu ama Diyarbakır’ın tarihine baktığımızda aslında bu şiddet ve yıkım mekanizmalarının tek bir dönemde olmadığını görüyoruz, biliyoruz. Bir de tabii ki toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle de kadınların üretimi zaten alanda kendine çok zor yer buluyor ya da bulamıyor. Yaşanan yıkımlar o yapılan kazanımları da yok ediyor. Dolayısıyla bütün bunlar karşısında kadınlar nasıl direniş alanları oluşturuyorlar gibi bir meraktan yola çıkmıştık. Çünkü Gizem de kadındı ben de ve dolayısıyla aslında kendimize dair de bir derdimiz vardı.
Uzun yıllardır Diyarbakır’da yaşıyorsun. Sur’un önceki halini de biliyorsun. Bu çalışmaya başlarken kafanda canlanan manzara ile karşılaştığın manzarayı karşılaştırabilir misin?
Suriçi zaten çok önceden deneyimlediğim, yaşadığım bir kentin parçasıydı. Ben üniversiteden sonra döndüğüm Diyarbakır’da mekansal hafıza üzerine çalışıyordum. Diyarbakır Şehir Plancıları Odası’ndaydım ve yıkım sürecinin her aşamasını takip eden biriydim. Bu nedenle biz bu projeyi Aralık 2021’de başlattığımızda Suriçi’ndeki yıkıma dair duygum şekillenmişti ve tam da bu motivasyonla insanıyla, kültürüyle, mekanıyla yok olan ve her geçen gün alınan yeni politikalarla da o dokunun yok edildiği bir yerde yeni umut alanları yaratma arayışına girdik.
![](https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2022/12/2_1DSC_0754_small-2247x1500.jpg)
Sen Diyarbakır’da değildin o süreçte. Geldiğinde ne hissettin?
Benim için çok yıkıcı bir süreçti. Çünkü kendi kentine yabancılaşmak ve referans alabileceğin, duygu dünyana oturan mekanların bugün var olmaması ve maalesef o yıkımın boyutunun hiçbir zaman da geri döndürülemeyecek düzeyde olması çok yıkıcıydı. Diyarbakır Kültür Emeği’nde Kadın Haritası da “Bu yıkıcılık içinde umut ve direnişi nasıl görünür kılabiliriz?” arayışından çıktı. Projeyi yazdığımızda halihazırda Sur yıkılmış, yeni yerler yapılmış hatta belli alanlarıyla erişime açılmış bir durumdaydı.
![](https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2022/12/diyarbakiryuruyus4-1024x768.jpeg)
Peki nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Proje ilk başladığında Suriçi’ne dair genel bir araştırma yani bir literatür okuması yapmıştık. Suriçi’nin nasıl bir kültürlenme süreci olduğuna, nasıl bir dokusu olduğuna, nasıl bir insani yapısı olduğuna dair. Sonra Diyarbakır’da kültür alanında üreten kurumları listeledik Gizem’le ve oradan kültür alanında üreten kadın arkadaşlara ulaşmaya başladık. Amed Şehir Tiyatrosu, Diyarbakır Sanat Merkezi, Ma Müzik, Dicle Fırat Kültür Merkezi, Edebiyat Evi gibi. Hem kurumlarda üreten kadınlarla hem de bireysel kadın sanatçılarla bir kamusal söyleşi serisi yaptık. Bunları da belli temalara bölerek YouTube’da yayınladık. 13 kadının 13 anlatısı üzerinden, bütün bu yıkımın, hafızanın nasıl yeniden çeşitlendiğini biraz sohbetlerle açmaya çalıştık. Bu sohbetlerde yazar olarak Birsen İnal ve Silva Özyerli de vardı. Yönetmen olarak Lisa Çalan da vardı. Onlardan bize üç rota seçmelerini istedik. Suriçi’nde onların çocukluğu, gençliği ve üretim süreçlerinde kendilerine ilham veren o üretimsel yolculuklarını mekanlar üzerinden anlatmalarını istedik.
Hala varlığını sürdüren mekanlar üzerinden mi gelişti bu anlatılar yoksa artık olmayan, yıkımla birlikte tarihe karışan mekanlar da var mı?
Hepsi halen var olan mekanlar değil. Mesela Fatma Çelik çocukluğunun mahallesi Mahle Kore’yi anlattı. Bu mahalle yıkım alanı içerisindeydi ve artık Mahle Kore diye bir yer yok. Ya da Fatma’nın anlattığı, Fatma’nın hikayesini kurduğu ve belgeselini çektiği Mahle Kore yok. Ama öte yandan Silva Özyerli Ermeni Katolik kilisesini anlattı. Oranın fiziki dokusu değişti, dönüştü fakat fiziki varlığını koruyor. Biz Suriçi’ni anlattırırken çatışma alanıyla sınırlı tutmamıştık. Suriçi’nin onlar için ne ifade ettiğini, onları nasıl beslediğini, üretimlerine nasıl yansıdığını sorduk. Bu anlatılarda “Bu Haritanın Hikâyesi: Koordinatlara Sığmayanlar”, “Kentin Başka Sakinleri”, “Suriçi’nin Ötesinde Diyarbakır”, “Sesler”, “Rüyalar” gibi belli başlıklar üzerinden bir hikaye kurup dillendirdik. Tasarımını da E.S. Kibele Yarman üstlendi. Amacımız bitmiş bir harita hazırlamak değil, bu kente dair farklı bir deneyimi, farklı bir anlatıyı kurmaktı. Çünkü bu harita ve anlatılar şimdiye kadar hep daha egemen, daha hakim hikaye ve kadınların hikayesini neredeyse hiç görmediğimiz bir pratikten geçiyordu. Bu yönüyle de bizim hazırladığımız alternatif bir harita.
Bu haritayı nasıl edinebilir isteyenler?
Bunun için bir form oluşturup sosyal medya hesaplarımızda paylaşacağız. Diyarbakır’da ve başka bazı illerde kültür-sanat alanında üreten mekanlara göndereceğiz. Ama satışı yok. Şu an için ancak bize ulaşarak edinebilir isteyenler. Bu arada üç dilde hazırladık, bütün metinlerimiz Kürtçe, Türkçe ve İngilizce.
![](https://gazetekarinca.com/wp-content/uploads/2022/12/diyarbakiryuruyus2-225x300.jpeg)
Hikayelerini anlatmalarını istediğiniz 13 kadına baktığımda hep güçlü kadınlar görüyorum. Hikayesini mağduriyet üzerinden kuran değil de direniş üzerinden kuran kadınlar bunlar. Bütün bu çalışma ile nasıl bir bellek ortaya çıktı?
Bütün bu kadınlar, şiddet mekanizmalarıyla tarihin birçok döneminde kesintiye uğrayan Diyarbakır hafızasını güçlü aktaran, kendi kalemiyle, resmiyle, gözüyle aktaran kadınlardı. O yüzden tabii ki çok katmanlı bir hafıza vardı. Biz her ne kadar 2015’i dönüm noktası olarak ele alsak da bu anlatılar o tarihle sınırlı kalmadı. Herkesin kendi çocukluğundan başlayan ama bir yandan da annesinden, anneannesinden miras kalan o bütün kırılmaları, müdahaleleri, hafızadaki kırımları gördüğümüz bir yerden anlattılar. Ancak günün sonunda tabii ki hepsinin sanatsal üretimi bir noktada kendi direniş alanları. İlk söyleşimiz Nevin Soyukaya ve Burçak Madran’laydı. Onlarla kentin çok dilli Cemil Paşa Konağı Kent Müzesi, İçkale Müzesi gibi aslında kurum içerisinde kadın olarak bu kentin hikayesini bir kurum kültüründe kurmaya çalışırkenki mücadelesini okuyorduk. Silva Özyerli’nin anlatma motivasyonu ise, 2015’te yıkılan, yok olan “Gavur Mahallesi”ni, Ermeni kültürünü ya da artık burada topluluğu yaşayamayan insanların hikayesini anlatıyor olmasıydı. Keza Fatma Mahle Kore’yi ilk çekmeye başladığında annesinin ve babaannesinin anlatısı üzerinden bir arayışı varken 2015’te çatışmalar yaşanıyor ve kayda aldığı çocukluk mekanları artık yok oluyor. Bununla birlikte onun da hikayesi dönüşüyor. O yüzden aslında dinlediğimiz bütün hikayeler bir bireysel hikayeydi, bir kadın hikayesiydi ama günün sonunda bir kentin hafızasını katman katman örme hikayesiydi. Bu harita hiç duyulmayan, görülmeyen ya da görülmek istenmeyen ve sadece insanı değil hayvanını, bahçesini, bostanını da içine katan, sesini, kokusunu da içine katan bir hafızayı aktarmaya çalışan bir dil kuruyor. O anlamda da çok biricik, çok özel bence.
Harita çalışmaları sırasında Sur’da kadınlarla yürüyüşler yaptınız. Bu tanıklığınızdan bahseden misin bize?
Bu yürüyüşleri önemli buluyoruz ve arttırmak istiyoruz. Çünkü Suriçi’nde 2016’da çatışmalar bitse de 4 yıl boyunca kapalı kalan, içeride ne olduğunu bilmediğimiz, temas edemediğimiz bir yerdi ve bir anda bambaşka bir form ve yapıyla karşımıza çıktı. Bir yandan kentin imgesini, hafızasını hatırlatma, yaşananları göstermeyle direniş alanları oluştursak da aslında yasımızı da çok konuşamadığımız bir yerdeyiz. Bu yürüyüş ve haritanın öyle bir konuşmaya alan açması da hoşumuza gitti atölyelerde. O yüzden bizim harita bitmiş bir harita değil, sadece bir başlangıç. Bu hafızayı unutmamak, hatırlamak için bir doküman. Bizim yaptığımız da oradaki unutturulmak istenen hafızaya bir çentik atmak, leke sürmek.