Open Democracy*
Çeviri-Derleme: Evren Toprak
Mevcut gezegensel kriz uygarlıksal bir boyut kazandı. Yaşamın bu kadar çok sayıda can alıcı yönü daha önce hiçbir dönem eşzamanlı olarak çöküş yaşamamış ve gelecek hakkındaki beklentiler hiçbir zaman bu kadar belirsiz olmamıştı. İnkar edenler ne kadar güçlü olursa olsun çevresel sorunlar artık gizlenemez. Ayrıca “kalkınma”, mutasyona uğramış bir virüs gibi dünyayı baştan sona süpürürken devasa boyutlardaki küresel sosyo-ekonomik eşitsizlikleri saklamak imkansız. Bu kriz her düzlemde görülebilir ve hissedilebilir: Çevresel, ekonomik, sosyal, politik, etik, kültürel ve spiritüel… İronik olarak, bu krizler marjinalleştirilenlerden destek almak amacıyla sağcı güçler tarafından besleniyor; bu da ‘diğer’in ‘bizim’ işlerimizi, kaynaklarımızı ve mutluluğumuzu nasıl çaldığıyla ilgili düzmece fakat cezbedici görüntülerle yapılıyor. Sonuç olarak, şiddet ve baskı demokratik süreci girdaba sürüklüyor.
“Kalkınma” arayışını sonlandırmak kolay değil; baştan çıkarıcı mantığı geniş bir biçimde içselleştirildi. Bugün endüstriyel büyümenin ızdırabını çeken Küresel Kuzey toplumları, ilerlemeye giden tek bir yol olduğu müjdesini ilk kabul edenlerdi. Güney ise, göz kamaştırıcı hayat tarzlarıyla büyülenerek, daha fazla sosyal ve çevresel soruna yola açan bir doğrultuda durdurulamaz gibi görünen bir seyirde Kuzey’i taklit ederek ona benzemeye çalışıyor. Kalkınma kavramının sahneye çıkışından 70 yıl sonra, tüm dünya “gelişim bozukluğu”nda saplanmış halde.
Peki, yaşamın kendisine ne oluyor? Kulağa ne kadar paradoksal gelse de, “kalkınma” söylemi yalnızca küresel krizi pekiştiriyor. Bu kriz ne konjonktürel ne de hali hazırda var olan kurumlarla idare edilebilir; kriz daha ziyade yapısal ve tarihsel. Bu nedenle, toplumlar arasındaki ve içindeki ilişkiler ile parçası olduğumuz İnsanlık ve Doğa ilişkisinin temelden yeniden düzenlenmesini talep ediyor.
Küresel, ulusal ve yerel seviyelerde kurumların yeniden inşa edilmesi gerekli, fakat bu hedef hem gezegen yöneticisi olma heveslilerinin hem de ulus-devlet politikacılarının kapasitesinin ötesinde. Bunun yerine, yeniden inşa, çeşitli taban topluluklarının komüniter mekanlarından gelmeli ve öyle de oluyor. Alternatiflerin bu çoğulluğu hem sömürge hem de metropolitan çevrelerdeki son derece maskülinist ve kapitalist modernitenin sınırlarından yükseliyor.
(…) Aynı siyasi vaatler artık geçerli değil. “Kurumsal sosyal sorumluluğa”, “etkin bürokrasiye” ve her özneye tanınan çoğulcu liberal hak uzantılarına güvenmeye devam edemeyiz; sonuncusu gerekli olmasına rağmen bir hayli yetersiz, aynı zamanda kanunen ve sosyal olarak dönüştürücü değil. Benzer şekilde, birkaç “bozulmamış” doğa parçasını korumanın ötesine geçmeliyiz; çünkü bunun küresel biyoçeşitlilik çöküşüne hiçbir etkisi yok. Eylem bugünün sistemik krizinin merkezini, yani heteropatriyarkal kapitalizm ve ırkçılık ile dünyadaki yaşamın tamamı uğruna sonsuz güç tutkusu ve yırtıcı birikimini belirten tek yönlü modernitenin toksik karışımını hedef almalıdır.
Bugüne hakim sistemi sorgulamakta başarısız olan akademisyenler, aktivistler, siyasetçiler, gazeteciler, gençler ve diğer herkes “kalkınma” hayaletinin reenkarnasyonlarına kapıyı aralıyor. İktidar salonlarında tasarlanan kısa dönemli önlemler Kuzey-Güney statükosunu, patriarkiyi, sömürgeciliği ve yıkıcılığa aracılık eden İnsanlık ile Doğa ayrışmasını sağlamlaştırır. İyi niyetli ancak yüzeysel çözümler, post-kapitalist ve post-kalkınmacı anlayış ile güçlü kültürel refleks algısıyla donatılmadığı sürece küresel krize çözüm olmayacaktır.
Yeterli bir politik strateji sorunun kaynağına uzanarak, büyüme gibi “kalkınma” söylemlerinin, ilerleme retoriğinin, araçsal rasyonalitenin, sözde serbest piyasaların, evrenselciliğin, insanmerkezciliğin, cinsiyetçiliğin ve daha fazlasının temel varsayımlarını sorgulamalıdır.
Yeterli strateji, var olan her şeyin ilişkisel karşılıklı bağımlılığına dayanan bir etik hayata geçirecektir. Çeşitliliği ve çok yönlülüğü, özerklik ve yeterliliği, dayanışma ve karşılıklığı, müşterekler ve bakımı, Doğa ile Doğa haklarının entegrasyonunu, sadelik ve yeterliliği, haklar ve sorumlulukları, ekolojik sürdürülebilirliği ve son olarak şiddetsizlik ile barışı benimseyecektir. Yeterli strateji marjinale, sömürülene ve ezilmişlere doğru kayacaktır. Dönüşümler ve geçişler düzlemlerin (politik, ekonomik, sosyal, kültürel, etiksel ve spiritüel) çokluğunu entegre edecek zamanı temin edecektir.
Biyomedeniyete çıkan yollar çok; ve çoklu evren (pluriverse) daha şimdiden dünya genelindeki birçok grubun dünya görüşleri ve radikal uygulamalarında görünür halde. Çoklu evren kavramı Avrupa-Amerika merkezli modernitenin sözde evrenselliğini sorguluyor. Meksika, Chiapas’taki Zapatistaların bilgece dile getirdiği üzere, çoklu evren “birçok dünyanın sığabildiği dünyayı” teşkil ediyor. Gezegende yaşayan tüm dünyaların (insan ve insan olmayan) günümüzde acımasızca yaşandığı üzere bir diğerinin pahasına yaşayan tek bir “kalkınmış” dünya olmadan birlikte var olabilecekleri ve karşılıklı saygınlık ve saygı içinde serpilebilecekleri bir geleceğe doğru keşifler yapıyoruz ve yeniliklerde bulunuyoruz.
Bu bütünleyiciliğe giden yol uzun, fakat sosyal adalet ve ekoloji için bir araya gelen enternasyonal hareketler ittifakının önerdiği üzere yola koyulduk. Birçok kadın, etnik, yerli, işçi ve köylü hareketi ile bunların kendi aralarındaki yakınsamadan bunu öğrenmek mümkündür.
(…)Arundhati Roy’un öngörülü bir şekilde on yıldan uzun bir süre önce duyurduğu üzere, “Başka bir dünya sadece mümkün değil, yola koyuldu bile ve sessiz bir günde dikkatle dinlerseniz nefes alıp verdiğini duyabilirsiniz.”