Geçtiğimiz günlerde gazetelerde ilginç bir haber vardı: Danimarka futbol takımı bu yıl Katar’da düzenlenecek olan dünya futbol şampiyonasında sahaya tek renkli, üzerinde hiç bir motif taşımayan düz kırmızı, beyaz ve hatta siyah renkli formalarla çıkacakmış. Haber bu formaların tanıtımıyla ilgiliydi.
Danimarka futbol takımı sade ve tek renkli formalarla, yani sporseverlerin göz zevkine hitap etmeyerek Katar’da on yıllardır insan haklarının ihlal edilmesini protesto edecekmiş!
Bir zamanlar balıkçılık ve inci avcılığı ile yuvarlanıp giden insanların memleketi Katar bilindiği gibi 1940’larda keşfedilen petrol ve 1980’lerde bulunan doğalgaz sayesinde bugün kişi başına düşen milli gelirde dünyanın ilk üç ülkesi arasında.
Ancak maddi refah, toplumsal barışı, manevi huzuru, demokrasiyi ve insan haklarına saygıyı beraberinde getirmiyor. Katar yabancı işçilere karşı dünyada en fazla hak ihlalinin yapıldığı ülkeler listesinde de başa güreşiyor. Sadece 2021 yılında bu ülkede 6500 işçi muhtelif iş kazalarında yaşamını yitirmiş.
Peki, ama Katar’da 21. yüzyılda bile insanların birer köle gibi çalıştırıldıkları bir sır değilken, 2022 yılı dünya futbol şampiyonasının Katar’da düzenlenmesine neden karar verildi?
Yanıt yine kirli petrol dolarlarında aranmalı.
Katar dünya şampiyonasına ev sahipliği yapabilmek için her aracı kullandı. 2018’de, yani 2022’deki şampiyonasının kim tarafından düzenleneceği tespit edilirken, aday ülkelerden Katar’ın seçilebilmek için FIFA yöneticilerine oluk oluk para akıttığını, Güney Amerika’dan Rusya’ya spor diplomatlarına rüşvet verdiğini duymayan kalmamıştı.
Ama tüm bu suçlamalara rağmen seçilmeyi başaran ve insan hakları konusunda sicili son derece bozuk olan Katar şimdi dünya şampiyonası reklamıyla imajını biraz olsun düzeltmeye çalışacak.
Danimarka’nın insan haklarına saygılı futbolcuları da sahaya renksiz formalarla çıkıp bu durumu protesto edeceklermiş. Artık bunu kim anlarsa ve kimin umurundaysa?
Katar aday olduğunda FIFA bu adaylığı insan hakları ihlalleri nedeniyle reddetmedi!
Şampiyonanın Katar’da düzenlenmesi kararı alındığında, benzer ihlallerin onda biri kendi topraklarında olsa mahkemelerin ayağa kalkacağı hiçbir batılı ülke bu kararı protesto etmedi!
Hiçbir milli futbol federasyonu, “yok, biz böyle bir ülkede futbol oynamayız, saygıyı, dayanışmayı ve barışı temsil eden sporu küçük düşürmeyiz” demedi!
Ve hiçbir futbolcu bireysel inisiyatif kullanıp şampiyonayı boykot etmedi.
Yapılan işte Danimarka örneğinde olduğu gibi, en fazla siyah forma ile sahaya çıkıp, hoşnutsuzluğu dile getirmeye çalışmak olacak.
Katar örneği tek değil. Dünya ülkelerinin dörtte üçünde insan hakları gerçekten ayaklar altında. Ancak, insan hakları kurallarını geliştirip, standartlara bağlayıp temel birey hakkı olarak güvence altına alan batı uygarlığı ülkeleri, bunları kendi vatandaşları için dokunulmaz görüyor, fakat dünyanın geri kalan kısmında olup bitenleri pek umursamıyor.
Batı’nın dünyanın “geri kalmış” tabir ettiği ülkelerinde olup biteni dikkate almayan ve ilk bakışta sıradan bir umursamazlık gibi görünen davranışının gerisinde aslında çifte standarda dayalı bilinçli bir politik tavrın yattığını düşünüyorum.
Bu politik tavrın arkasında da çok ciddi asimetriler yaratan ve artık bu biçimiyle sürdürülemeyeceği çok açık olan dünyadaki çarpık küreselleşmenin korunması kaygıları var.
Küreselleşme aslında engellenmesi mümkün olmayan nesnel bir süreç. Bu yazının kapsamında sıralanamayacak birçok faktörün etkisiyle dünya giderek hızlanan bir entegrasyon yaşıyor.
Eskiden tek tek ve yerel düzeyde etki yapan süreçler tüm yerküremizi etkisine alacak şekilde bütünleşip güçleniyor.
Bunun önünde set çekmek mümkün değil. Tartışılması gereken bunun nasıl olması gerektiği.
Öyle ya, uluslararası sermayenin önünde bir engel yok. İstediği yere, istediği biçimde giriyor, istediği değişiklikleri, uygun gördüklerini kimsenin olurunu almadan gerçekleştiriyor.
Uluslararası finans devleri sermaye olarak serbestçe girdikleri ülkelerden, katlanan karlarla yine serbestçe çıkıyorlar.
Ticaret engel tanımıyor! Tüketim tek tipleşiyor. Batıdan doğuya dünyanın her ülkesinde aynı ürünlerin aynı haz alınarak tüketilebilmesi için reklam ve marketing sektörü milyarlar harcıyor.
Uluslararası sanayi, teknolojisiyle, fabrikalarıyla, üretim birimleriyle dünyanın yoksul bölgelerine serbestçe nüfus ediyor, gelir düzeyi düşük bu ülkelerdeki işgücünü yok pahasına çalıştırıyor, çıkarları doğrultusunda gerekirse yasaları dönüştürüyor. Bu dönüşüm her zaman yerel çıkarlarla örtüşmüyor.
Yaşam biçimleri, müzik, moda, hatta felsefi akımlar batıdan doğuya, “çok” gelişmişten “az” gelişmişe doğru engel tanımadan akıyor. Girdiği bakir toplumları keyfine göre değiştiriyor, tek tipleştiriyor.
Bütün bu faktörler küreselleşme çerçevesinde serbestçe bir yerden bir yere akarken, ayağına pranga vurulan, serbestçe dolaşması kesinlikle yasak olan tek unsur var: o da insanın kendisi.
Batıdan doğuya, kuzeyden güneye sermaye akarken, doğudan batıya, güzeyden kuzeye insanlar göç etmeye başladığında tel örgüler, mayınlar, sınır devriyeleri, göçmen kampları beliriyor.
Bu da özgür iradeyle gündeme geldiği iddia edilen küreselleşmenin gerçek yüzünü de ortaya çıkarıveriyor.
Söz konusu post modern kavimler göçünün haklı ve yararlı olduğunu savunduğum sanılmasın.
Böylesi göçlerle ortaya çıkan kitlesel katılımları ne batı toplumları kaldırabilir ve ne de bu göç dalgalarının harekete geçtiği doğu toplumları daha sonra ayağa kalkabilir.
Olması gereken küreselleşmenin var olan yapısıyla ne kadar çarpık ve tek yönlü bir süreç yarattığını anlamak, dengeli kalkınmanın, kontrollü küreselleşmenin önünü açmak.
Dünya nimetlerinin halklar arasında daha adaletli paylaşılmasının kanallarını yaratmak gerekiyor.
Ütopya mı? Evet! Ancak insanoğlunun tarihi asla olmaz denilen pek çok şeyin daha sonra yaşamda şekillendiğinin örnekleriyle de dolu.
Küreselleşmenin merkezine nerede olursa olsun insanı oturtmak ilk adım olmalı.
Bu anlaşılırsa çözümler de ardı arkasına gelir.
Çünkü Batı uygarlığının temel direklerinden biri olan hümanizm tüm yerkürede bütün insanların, nerede olursa olsun eşit olarak yararlanması gereken bir hak.
Bu anlaşılmadığı müddetçe de Batı’nın cenneti, “sahte cennet” olarak kalacaktır.