Theodoros Angelopoulos’un “Zaman nedir ki?” diye sorup “Zaman deniz kenarında çakıl taşları ile oynayan bir çocuktur” yanıtını verdiği ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ filminde hayat ile ölüm arasındaki sınırda dolaşan Alexandros, bir çetenin elinden ve polisten kurtardığı mülteci Arnavut çocuğa, Yunanlıların büyük şairi Dionysios Solomos’un hikayesini anlatır.
Solomos, Yunanistan’da doğmuş, küçük yaşta da eğitimi için İtalya’ya gidip orada yaşamıştır. İtalyancayı öğrenen Solomos, bu dilde önemli şiirler yazar.
İtalyanca şiirler yazmaya başladığı bu dönemde Yunanistan Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmak için savaşa girer. O vakit Solomos’un zihninde unutulmuş anavatanının anıları canlanmaya başlar; adadaki çocukluğu, renkler, kokular ve hala orada yaşayan annesinin yüzü.
Bir gece rüyasında gördüğü annesi, onu ülkesine geri çağırır.
“Bir şair ne yapabilir? Devrimi şarkıyla kutlar. Ölüler için yas tutar. Özgürlüğün kayıp yüzünü çağırır.”
Rüyasında annesinden aldığı bu çağrı ile ülkesine dönen Solomos, anavatanındaki yüzlere, renklere, kokulara kavuşur sonunda. Bağımsızlık savaşı veren ülkesinde herkesin elinden geldiğince katkıda bulunduğuna tanık olan Solomos da ‘bir şairin elinden gelen, özgürlük şiiri yazmaktır‘ der ve yazacağı kahramanlık şiirleriyle direnişe destek vermek ister. Ancak yıllar sonra ülkesine dönen Solomos acı bir gerçekle karşılaşır: Anadilini unutmuştur. Kendi ülkesinde, kendi insanlarının arasında olmasına rağmen anadilini bilmediğinden onlarla konuşamaz ve onları anlayamaz.
Annesinin dilinden konuşamayan Solomos köylerde, tarlalarda, meydanlarda dolaşmaya başlar. Duyduğu kelimeleri yazmaya, bilmediği kelimeleri de satın almaya başlar. Haber yayılır, ‘şair kelimeler alıyor‘ diye. Nereye gitse adanın dört bir yanından genç-yaşlı kim varsa etrafını sarıp ona kelimeler satar. Böylece anadilinde ‘Özgürlük İlahisi’ni yazar. Bir de bitmemiş upuzun bir şiir yazmaya çalışır; adını da ‘Özgür Tutsak’ adını bırakır. Ömrünün kalanını onu bitirmeye çalışarak geçirir. Ancak zamanı daralıyordur, kelimelere ihtiyacı vardır.
Mülteci çocuğa anlattığı bu hikayeden sonra Alexandros, çocuk ile kelime satın alma oyunu oynamaya başlar. Solomos’un ‘Özgür Tutsak’ adlı bitmemiş şiirini tamamlamaya çalışan Alexandros, oynadıkları oyunda çocuktan üç kelime alacaktır, tıpkı şiirini tamamlamak isteyen Solomos gibi.
Çocuktan aldığı ilk kelime ‘Korfulamu‘dur. ‘Bir çiçeğin kalbi’ anlamına gelen bu kelime annesinin kolları arasında uyuyan çocuğu ifade etmek için kullanılır.
İkinci kelime ‘Xenitis‘tir. Yunancanın unutulmuş bir kelimesidir. ‘Yaban’ anlamına gelen ‘xenos’dan türetilmiş bir kelime olup sürgün olma halini anlatır.
Küçük çocuktan aldığı üçüncü ve son kelime ise ‘Argathini‘dir. ‘Gece geç vakit’ anlamına gelen bu kelime, her şey için çok geç kalınmış olmasını anlatmak için kullanılır.
Alexandros çocuktan aldığı anadilindeki bu üç kelime ile yolculuğunu tamamlar, varlığını anlamlandırır, kendini evinde hisseder.
Çünkü insan kendi anadiline ait kelimelerle karşılaşınca, onlarla konuşunca kendini evinde hisseder.
Kimbilir yazar Şermin Yaşar’ın aklına da, yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgide, her şey için çok geç kalınmadan, çocukların gezerken kendilerini evlerinde hissedebilsin diye anadilinde kelimelerin anlamlarının olduğu bir müze açma fikri gelmiştir.
Şermin Yaşar bir gün Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesinde otururken, karşısında satılık ve kiralık ilanı olan tarihi eski bir bina görür.
Bina geçmiş yıllarda zahire ve tiftik ambarı olarak kullanılan dört katlı bir yapıdır. Bina yaklaşık bir yıllık bir çalışma ile restore edilir ve Şermin Yaşar’ın ‘hep hayalimdi’ dediği ‘Kelime Müzesi‘ açılır.
Söz konusu Türkiye’de bir ilk olma özelliğine sahip olan dört katlı müzede köklerden cümlelere kadar birçok kelimenin anlam geçmişi vardır.
Müze özellikle çocuklara unutulmuş ya da dilde sıkça kullanılan ancak anlamı konusunda pek bir şey bilinmeyen kelimeleri çeşitli oyunlarla, görsellerle, enstalasyonlarla; dokunabilecekleri, koklayabilecekleri, izleyebilecekleri şekillerle onlara tanıtmayı amaçlayan bir mekan olmayı amaçlıyor.
Dil gibi yaşayan ve konuşan bir yapıya sahip olan müzeye girişte gelen misafirleri kelimeler karşılıyor:
‘Hoş geldiniz’, ‘Sefalar getirdiniz’, ‘Aman efendim gözümüz yollarda kaldı’, ‘Ne iyi ettiniz de geldiniz’, ‘Hangi rüzgar attı sizi buraya?’, ‘Nerelerdeydiniz?’
Müzenin en alt katı kök katı olarak sergilenir. Burada daha çok geçmişte kullanılan ama bugün kullanılmayan, kelime olarak dilde, deyimlerde, atasözlerinde yaşayan kelimeler yer alır.
İkinci kat daha çok Türkçeye ve Türkçenin söz varlığına ayrılır. Duvara yerleştirilen paneldeki harf şeritleri çekildiğinde her bir harfte sahip olunan söz varlığı görülürken, paneldeki kelime çekmeceleri çekildiğinde ise şarkılarda geçen ve anlamları da çoğu zaman bilinmeyen kelimelerin anlamları görülür.
Üçüncü kat ise kelimelerin sanatla bir araya geldiği bir alandır. Burada kelimenin anlamları, etimolojisi, dilbilgisi sanatla ve oyunlarla aktarma yoluna gidilmiştir.
Katları birbirine bağlayan merdivenler arasında ise Türkçe, Uygurca, Göktürk alfabesi ve Arapça harflerin olduğu cam ve pirinç avizeler yer alır.
Birçok sanatçının resim, enstalasyon, seramik gibi eserlerinin sergilendiği müzede ‘Zamansız Saat’ adı verilen bir de saat vardır. Bu saatte akıp giden zaman rakamlar yerine kelimelerle anlatılır:
‘Şafak sökmeden’, ‘gün dikimi’, ‘ay karanlığı’, ‘kaba kuşluk’, ‘gurup’, ‘kızıl ikinci’, ‘ilk horoz’, ‘yarı gece’, ‘dün buçuğu’.
Dedik ya insan kendi anadiline ait kelimelerle karşılaşınca, onlarla konuşunca kendini evinde hisseder diye, misafirlerini girişte karşılayan kelimeler yine çıkışta da uğurluyor.
‘Hoşça kalın’, ‘Allah’a ısmarladık’, ‘Yine bekleriz’, ‘Yolunuz açık olsun’, ‘Arayı açmayalım’, ‘Özletmeyin kendinizi.’
İnsan varolduğundan bu yana kelimeleri de vardır. Gözünün gördüğü, kokusunu aldığı, sesini duyduğu, hissettiği her ne var ise kelimesini de o anda onunla birlikte var etmiştir.
Dil yaşayan bir organizmadır. Kelimeler de biz yaşayanlar gibi doğuyorlar, büyüyorlar, unutuluyorlar, baskı altına alınıyorlar, tutanaklara ‘bilinmeyen dil’ yani ‘X’ olarak geçiyorlar. Sonra bir gün konuşan çocuklar olmayınca da ölüyorlar.
UNESCO’nun ‘Dünyada Tehlikedeki Diller Atlası‘na göre dünyada 2 bin 500, 15 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu Türkiye’de ise Kapadokya Yunancası, Mlahso, Ubıhça yakın geçmişte ölen diller arasına girdi. UNESCO’ya göre yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak durumda ise o dil ‘tehlikede’, bir dili konuşan hiç çocuk kalmamışsa o dil ‘ölü’ olarak kabul edilmekte.
‘Kelimeler… Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor‘ diye yazmıştı Oğuz Atay ‘Tehlikeli Oyunlar’ adlı kitabının bir yerinde.
Yolunuz Ankara’ya düşerse, yüzlerce kelimenin boyut kazanarak gözler önüne serildiği mekanın kapısında sizleri kelimeler, Pazartesi günleri hariç saat 10.00 ile 17.00 arasında karşılıyor olacak.
Şermin Yaşar hakkında
1982’de Almanya’nın başkenti Berlin’de doğar. Ailesinin Türkiye’ye dönme kararı üzerine çocukluk yıllarını Bilecik’in Kınık köyünde geçirir. Isparta’da Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okur. Ardından yüksek lisans öğrenimi için Ankara’ya yerleşir. Bir süre reklam sektöründe metin yazarı olarak çalışır. İlk kitabı olan ‘Başlarım Şimdi Anneliğe’ 2015’te çıkar. Aynı yıl yayımladığı ‘Oyuncu Anne’ adlı kitabıyla tanınmaya başlanır. 2021’de ‘Deli Tarla’ kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görülür. Yaşar’ın hem çocuklar hem de yetişkinler için yazdığı pek çok eseri bulunuyor.