AKP-MHP iktidarı, bir süre önce Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sürecini fiilen başlattı. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu, 7 Haziran 2015’de AKP’nin ilk defa kazanamadığı seçimin sonuçlarının uygulanmamasının ardından, 1 Kasım 2015 tarihinde yeniden yapılana kadar “yaşam hakkı ihlalleri” de dâhil olmak üzere, şiddet ortamının kurgusal bir süreç olduğunun günümüzde farkında. Geç de olsa bu farkında oluş, 2023 seçimlerinde benzer kurgunun hiç de kolay olmadığını, 13 Kasım’da Beyoğlu, İstiklal Caddesi’ndeki patlamadan sonra ve onu takiben Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerine yapılan hava harekâtı sonrasında gösterdi. İktidar güdümündeki merkez medyaya rağmen, başta sosyal medya olmak üzere, patlamayı engelleme sorumluluğunda olanların “bomba taşıyıcısının geldiği yer ve örgüt aidiyeti” ile ilgili çelişkili açıklamalarını deşifre etti ve sordu! “Kasım 2015 öncesi senaryolar mı devreye konmak isteniyor?” Sorunun muhatapları işin ciddiyetinin hızla farkına vardılar ki kısa bir süre sonra da konuyla ilgili haberler merkez medya sayfa ve ekranlarından kalktı.
Bugünlerde TBMM Genel Kurulu’nda devam etmekte olan bütçe görüşmelerinde iktidar partisi milletvekilleri “Meclis TV kameralarına yakalanmamak için” olsa gerek önceki yıllara göre oldukça hareketsiz ve sessizler. Kendilerine yöneltilen, “hiçbir içerik değerlendirmesi yapmaksızın yalnızca onlardan beklendiği şekilde el kaldırıp, indirmekle” görevli olmak haliyle ilgili, içeriği oldukça ağır olan eleştiriye karşı dahi birkaç cılız ses dışında hiçbir tepki olmadı, olamadı. Anlaşılan “sıkı tembihlenmişler.” Buna karşın, İYİ Parti milletvekilini kürsüdeyken yumruklayıp kalbinin durmasına kadar varan sağlık sorunu yaratan AKP’li milletvekilinin tutumunu; engel olunamayan eski alışkanlık, hedeflenmiş olandan istenmeyen bir sapma olarak değerlendirebiliriz.
Sözleşmeli çalışanlarla ilgili kadroya alınma kararı, EYT’lilerle ilgili açıklamalar, asgari ücretle ilgili yılbaşında yapılacağı iddia edilen büyük artışla ilgili söylentilerin yaygınlaştırılması, faizlerin resmi olarak tek haneye indirilmesi, Cumhurbaşkanı’nın toplantı ve miting takvimi vb. pek çok bulgu bize iktidarın seçim sürecini fiilen başlattığını, hatta tarihini öne çekebileceğine işaret ediyor.
Diğer yandan, iktidarın elinde rıza aracı olarak yalnızca “şiddet” kaldı. “Açıklamalarının ve/veya yaptıklarının yanlış, hatta yalan olduğunu” deşifre edenlere, eğer doğru adımlar atılırsa AKP’nin 20 yıllık hükümet olma sürecinin sandıkta sonlandırılabileceğini söyleyenlere karşı bağırmaktan kötü sözler söylemeye ve tehditlere, gözaltı ve tutuklamalardan birer gazı ve kaba dayak uygulamalarına kadar şiddetin her türlüsünün kullanılması sıradanlaştı.
Tam da böylesi bir dönemde barolara karşı başarısız olan, nerdeyse hiçbir işe yaramayan yasal düzenlemeden kendisine dersler de çıkartarak, TTB ve TMMOB’ye karşı benzer adımları atmak hazırlığında. Her iki demokratik kitle örgütünü (DKÖ) itibarsızlaştırma ve hedef gösterme faaliyetleri bizzat iki iktidar partisi yöneticileri ve bakanlar tarafından yapılıyor. Hükümet, kendi yayın organları aracılıyla, yasal düzenlemeyle ilgili hazırlıklarını kamuoyuna gayri resmi olarak duyurup konuyu gündemde tutarak tehdidinin hissedilir olmasından taviz vermemeye çalışıyor. Adalet Bakanı’nın defalarca yasa hazırlıklarını tamamladıklarıyla ilgili açıklamasına karşın, muhataplar Yasa Tasarı Taslağını dahi görebilmiş, okuyabilmiş değil. Bir şehir efsanesidir devam ediyor. İktidar, muhatabının efsanenin bitişine odaklandığı bir çeşit paralizi/felç hali yaratabilme çabasında.
DTÖ’ler üye bileşeni yaşayabilmek-ekmek için doğrudan çalışarak, çoğunlukla da emek gücünü satarak para kazanmak zorunda olanlara dayanan, dolayısıyla üst kimliğin (sınıfsal konumun) daha belirgin olduğu, öne çıktığı yapılardır. Bu yapıların büyük çoğunluğu neoliberal kapitalist politikalar kapsamında kendi meslek alanlarında sunulan hizmetlerin toplumsal bölüşümün yeniden düzenlendiği alanlar olmaktan çıkartılmasına-her türden özelleştirmeye karşı direndiler. Hükümetlerin her dediğine ‘evet’ diyen, uzlaşmacı odalar yaratma çabalarını yıllardır boşa çıkarttılar. Bir yandan alanlarıyla ilgili bilgi üretimine katkı sunup üyelerini ve kamuoyunu bilgilendirdiler. Diğer yandan bu bilgiyi toplumsal mücadeleye de taşıyıp siyasallaştırabildiler. Mesleki alanlarına, emeğe, demokrasiye, özgürlüklere, barışa, doğaya vb. sahip çıkabildiler. Türkiye’de DKÖ’lerin doğrudan ve dolaylı olarak sağladığı yüzlerce kazanım var. O nedenle topluma gözdağı verebilmek için yeniden hükümetin hedefinde.
İktidarın her geçen gün dozunu artırdığı bu “saldırı” karşısında her iki anayasal örgüt de kendi organlarında tartışma ve hazırlıklar yürütüyor. Muhalefet partilerinin ise konuya farklı mesafelerdeki yaklaşımları dikkat çekiyor. Örneğin, millet ittifakı hedeflediği “güçlendirilmiş parlamenter sistem”de DKÖ’lerin yerini ve rolünü bu sıcak gündeme rağmen açıklamış, paylaşmış değil. Söz konusu durum maalesef diğer ittifak ve sol, sosyalist partiler için de geçerli. Yalnızca saldırının kınanmasıyla sınırlı açıklamalarla yetindiler. Yetiniyorlar.
Bugüne kadar muhalefet partileri konuyu henüz gerektiği gibi gündemine alamadı. Oysa, muhalefet partileri ve ittifakları, seçimlerde AKP-MHP iktidarını gönderdikten sonra pek çok alanda neler yapacağını açıkladı/açıklıyor. Herhalde yaptıkları çalışma programında sıra DKÖ başlığına henüz gelmedi. Konunun yakıcı bir biçimde ülke gündemine gelmiş olmasının da pek önemi yok anlaşılan. İktidarın barolardan başlayarak tek tek hedef tahtasına koyup tehdit ettiği, bir yandan da ülke gündemini değiştirmek için kullanmaya çalıştığı bu konuyu tek bir başlıkta ele alıp, “kurmayı hedeflediğimiz demokratik ve özgür bir Türkiye’de DKÖ’lerin de daha etkin, daha demokratik vb. olması için şöyle düzenlemeler yapmayı planlıyoruz” demesinin ve bu önerilerini DTÖ’lerle tartışıp geliştirmesinin önünde kendilerinden başka bir engel var mı? Bizce yok. Sanki AKP-MHP iktidarının barolara yaptığını mühendis ve tabip odaları için de yapmasını bekleyen bir tutumları var.
Peki, hem AKP-MHP iktidarını hem de iktidarın yarattığı insanı insan, hayvanı hayvan yerine koymayan yaşamı değiştireceğini iddia eden muhalefet nerede? Neyi bekliyor?
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. 2001-2003 yıllarında soL Meclis, 2011-2016 yıllarında HDK yürütme kurulu üyeliği ile 2016-2019 yıllarında da HDK eş sözcülüğü yaptı. Toplum ve Hekim Dergisi’nde yayın kurulu, araştırma danışma kurulu üyesi olarak çalıştı ve bir süredir editör olarak görev yapıyor. Sağlık hizmetlerinin politik iktisadı kapsamındaki konularda yazıyor ve sağlık hakkı mücadelesi yürütüyor. Sosyalist Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sosyalist Türkiye’de Sağlık, Sosyal Güvenliğin Gaspı, Neoliberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, Bologna Süreci Sorgulanıyor, Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite ile 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem başlıklı kitapların yazarlarından ve Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü’nün editörlerindendir. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.