Kürtleri asimile etmek için kurulan yatılı bölge okullarının birinde okudum. Okula başladığım zaman bir tek kelime Türkçe bilmiyordum. Annemden öğrendiğim bütün masallar, yatılı okulun kapısında beni terk etmek zorunda kalmıştı. Türk uluslaşması, Türk olmayan bir çocuğun çocukluğuna taammüden kurşun sıkıyordu. Tıpkı binlerce Kürt çocuğuna yaptıkları gibi. Onun için bir söyleşide bu durumu izah etmek için “Kürtçe geçen bir çocukluk, okul kapısında infaz ediliyordu” demiştim. Yatılı bölge okulları projesi 1960’ların dünyasında belki kısmen başarılı olmuştu. Ama sonrasında Kürt mücadelesinin toplumu dinamikleştirip, politikleştirmesi bu projeyi yenilgiye uğrattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli ‘Kürt asimilasyonunu bitirdik’ demesi şekilden öteye bir anlam ifade etmiyor. Devlette devamlılık esastır düsturundan taviz vermeyen iktidar, asimilasyonda da devamlılığın esas olduğunu MHP ile ittifaka girdikten sonra sesli söylemeye başladı. Devletin zamanında yatılı okullarda, Türkçü eğitimle tedip (terbiye etme) edemediği Kürt çocuklarına, bu topraklarda ana dilde eğitim bile çok görülüyor.
Şehir merkezleri Arapça, Afganca, Rusça, Ukraynaca, Farsça, İngilizce, Fransızca tabelalardan, işyeri isimlerinden geçilmiyor. Tabelası Kürtçe olan bir işyeri açsan misal Kayseri’de, birkaç gün içinde o lokantanın hali ne olur aşağı yukarı biliyoruz. Somut örneğe gelelim, her 21 Mart Newroz Bayramı için valiliklere yapılan kutlama başvurularına olumsuz yanıt verilir. Efendim Newroz’daki –w- Türkçe alfabede yok, onu düzeltin ki izin verelim. Ne var ki Antalya’da Kiril alfabesinden tabelalar, yol levhaları, uyarı işaretleri, duyurulardan geçilmez. İstanbul Fatih’te Arapça her yerde egemen. Sonra: Milli hükümetiyle, milli muhalefetiyle Kürt ile kardeşiz, bizi kimse ayıramaz nidaları. Yersen! Rojava’ya hava saldırıları yapılıyor. Kara saldırısı için zemin kollanıyor. Milli Hükümet-Milli Muhalefet teröre geçit yok diyor. Birkaç yıl önce Irak Kürdistan’ı bağımsızlık referandumu düzenledi. Milli Hükümet-Milli Muhalefet onda da yeri göğü inletti. Referandumu düzenleyen Öcalan değil, Barzani’ydi. Türkiye’nin bölgedeki en sadık partneri. Neden? Kürt’ü, yönettiğin yerde parya olarak görürsen, dışarıda da en küçük kazanımına karşı olursun. Bunun dışındaki her şey sadece bir tartışmanın konusudur.
Dağları bekleyen kız
Bütün bu ırkçı, asimilasyoncu, üstten bakışçı zihin dünyasının arka planı yakın tarihli bir histeriye ait değil. Türk uluslaşmasının temel arızaları, Cumhuriyetten bu yana, o gün bu gündür çeşitlenip, boyutlanarak devam ediyor. Türk’ü yücelten, medeniyetin kurucusu sayan, Ermenileri, Kürtleri, Alevileri ve Rumları aşağılayan, kendilerini çoban, diğerlerini sürü olarak niteleyen bir heyulanın, günümüzde nasıl fikirler yarattığını görmek açısından ibretlik bir durum yaratıyor. Biraz deşelim isterseniz. Cumhuriyetin ırkçı romancılarından Esat Mahmut Karakurt’un Dağları Bekleyen Kız romanına bir bakalım. Ağrı İsyanı sonrası kaleme alınan kitap, 1937 yılında ilk kez yayınlanır. Zamanlama çok önemlidir. Çünkü Dersim’de tedip ve tenkil harekâtı, yani Dersim katliamının uygulanmaya başladığı yıldır 1937. Kitabın kabaca özeti şöyledir: Ağrı bölgesinde şakiler (Kürtleri betimleyen tanımlar ne kadar tanıdık değil mi?) isyana kalkışmışlardır. On uçaklık filo, bölgeyi bombalamaya gider. Mülazım (Teğmen) Celal bu bombardıman sırasında açılan ateş sonucu ölür. İkinci bombardıman dokuz uçakla yapılır. Bu sefer de, Mülazım Servet’in uçağı düşer ve yaralanır. Yerli halktan (Kürt demek istiyor), devletini seven bir adamın evinde tedavi görür. Evin kızı, bu medeni Türk’e âşık olur. Daha sonra iyileşen Servet, bir başka Kürt öldürme operasyonunda hakkın rahmetine kavuşur. Kitap ilerledikçe, asıl oğlan Mülazım Adnan ortaya çıkar (hepsi de nedense teğmen). Yeni bir bombardıman için istihbarat toplamakla görevlendirilir. Ağrı bölgesine uçar, düz bir yere iniş yapar. Mübarek Yüzbaşı Volkan sanki. Ağrı dağı eteklerine, savaş uçağını nasıl indiriyorsa artık. İstihbarat yapmak için yürüyüşe çıkar Mülazım Adnan. Yolda bir şakiye(!) rastlar. Ona, şeyhi(!) ile görüşmek istediğini, bir derdini anlatacağını söyler. Yazar, kafasında Kürtleri o kadar cahil ve salak olarak tasarlamış ki, bir savaş pilotundan şüphe etmez Kürt isyancı. Kürtler, istihbarat toplayan Adnan’ı zamanla isyancı sanır. Muhabbete bakar mısınız? Bu arada Şeyhin kızı Zeynep’i unutmayalım. Adnan’ın casus olduğu anlaşılınca elleri bağlanır. Bu arada uçaklar yeni bir bombardımana başlar. Zeynep, bu arada esir edilmiş Adnan’a âşık olmuştur. Onun ellerini gizlice çözer. Kendisine bütün bildiklerini anlatır. Bu bilgiler ışığında, yeni bir hareket planlanır. Böylece şakilerin bir kısmı öldürülür, bir kısmı da esir alınır. Zeynep de esir alınmıştır. İdamı istenir Zeynep’in ama yargıç, verdiği bilgiler ve Adnan’ı kurtarması karşılığında serbest bırakır. Babasını, annesini, kardeşlerini öldürmeleri için Adnan’a yardımcı olan Zeynep, tedip edilmiş bir vatandaş olur.
HDP’ye düşen tarihi misyon
Romanın saçmalığı bir yana, bütün iktidarların Kürtlerden bekledikleri, bir Zeynep olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hükümetinden son hükümetine kadar, hepsinin arka planını Dağları Bekleyen Kız romanındaki kurgu beslemektedir. Bu kurgu bir romandan ibaret olmayıp, kuruluş felsefesinin de özetidir. Bu kuruluş felsefesi, seçime doğru giderken kendisini yine faş etmiş durumda. Kürtleri cahil gören, ideolojik olarak tanımayan anlayış, Öcalan-Demirtaş çelişkisi yaratarak (eskiden şahin-güvercin ile bu işi kotarmaya çalışırlardı), Kürtlerin kafasını karıştıracaklarını düşünüyorlar. Kürt’e Türk’ün propagandasını yaparak oy istiyorlar. Kürtlerin temsilcisi HDP ile eşitler olarak oturup, konuşup bir sonuca varmayı kendilerine yedirmiyorlar. Türk uluslaşmasının yükselişindeki en büyük kaldıraç Kürt karşıtlığıydı. Bu denklem, Türk milliyetçiliğini besleyen en büyük dinamik Kürtlerin varlık mücadelesidir şekline büründü. O yüzden HDP ile oturmak, bunlar için zehir içmek gibidir. Elbette çok sevdikleri Kürtler vardır. Ruhunu kendilerine teslim eden Kürtleri en yüksek yere kadar taşımaktan zevk alırlar. Bakın kardeşiz aha bunlar da örnektir demek için.
Önümüzde hayati bir seçim var. Ya Erdoğan seçimi kazanır, bu şekilde bilinmeze doğru gideriz. Ya da Millet İttifakı kazanır, Meral Akşener Başbakan, Davutoğlu Dışişleri Bakanı olur. HDP ve ittifak yaptığı yapılar bu pencereden bakarak, strateji belirlemeli. HDP’nin seçim sonucunu belirleyecek yegâne güç olduğunu inkâr eden sadece Perinçek-Özdağ ikilisi kaldı. Ama bu denklem her şeye rağmen Kürtlere, gökkuşağının açtığı bir gökyüzü vaat etmiyor. Meclis oylamalarında, hükümet kurmalarda HDP kilit parti olacak olmasına da.
Öngörü
Yazımı geleceğe dair bir öngörü ile bitireyim. Hem Millet İttifakı hem Cumhur İttifakı, kim kazanırsa kazansın, HDP hangisinin adayını desteklerse desteklesin, seçimden sonra HDP’nin kilit rolünü oynamasına müsaade etmezler. Gerekirse, iki ittifak birbirini destekler, HDP’yi devre dışı bırakırlar. Türklük Sözleşmesi bunu gerektirir. Belki de HDP için en hayırlısı bu olur. Çünkü bu durumda, ülkenin Meclis’te grubu bulunan tek muhalefet partisi HDP olacaktır. Şimdiden bu fikir üzerinde çalışıp, buna uygun çıkarsamalar yapmak gerekir. Bazı HDP’li siyasetçilerde hükümet ortağı olma gibi çocukça, ham hülyalar sezinliyorum. Aman dikkat!
Doğan Durgun kimdir?
1968 Adıyaman doğumlu. 1992 yılında İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Şiir ve denemeleri çeşitli dergilerde yayınlanan Durgun, uzun yıllar Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ayrıca Sanat ve Hayat Dergisi, Esmer gibi edebiyat-sanat dergilerinin yazar kadrosunda yer aldı. Bu dergilerde edebiyat ve sinema üzerine yazılar yazdı. Kolektif hazırlanan kitaplara yazıları ile katkıda bulundu. İHD’de (İnsan Hakları Derneği) yöneticilik yaptı. Mali Müşavir/Bağımsız Denetçi olarak çalıştı.