2023 seçimlerine az bir süre kaldı. Siyasi blokların seçim stratejisini neyin üzerine kuracakları veya topluma neyi vaat edeceklerinden öte, cumhurbaşkanı adaylığı meselesine sıkıştırılan bir seçim atmosferi söz konusu; bu da seçimleri asıl bağlamından koparıyor. Bu sıkıştırma stratejisi kaynağını toplumu kabak gibi ortadan ikiye bölme amacı güden popülist siyasetten alıyor. Birkaç yıldır sürekli konuşulmasına rağmen bir türlü yapılmayan “erken seçim” tartışmaları da bu aklın bir parçası. Toplumu olabildiğince iki kutba ayırarak seçimlere götürme hedefi, emek ve özgürlük ittifakı dışında hem iktidar bloğunun hem de ana muhalefet bloğunun uzun süreden beri örgütlediği bir hedefti.
Seçimler toplumsal ve siyasal sorun tespitinin yapıldığı ve siyasal dinamiklerin yüzünü topluma çevirip tespit edilen sorunlara yönelik çözüm önerilerini sıraladıkları bir rekabet süreci olarak bilinir. Ancak görünür bir rekabetin yaşandığı doğru olsa da rekabetin odağı henüz toplumsal ve siyasal sorunların çözümü değil. Mesela önümüzdeki seçimlerden sonra nasıl bir siyasal sistemle yönetileceğimize dair temel hadiseye kimse pek yanaşmıyor. Normalde seçimlerde siyasal rekabetin odağında kimin topluma ve seçmene ne vaat ettiği vardır. Ancak siyasi blokların yanında seçmenin bile önemli bir kesimi kendi taleplerinden daha çok arkasına yığıldığı mahallenin belirlediği içerikleri esas alıyor. Ülkenin en “kritik” seçimlerine doğru gidilirken şu ana kadar içi boş polemikler dışında topluma vaat edilen sahici bir “hikaye” yok.
Seçimler popülist siyaset kıskacında yapılacağından toplum, demokrasi ile faşizm arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak. İki tercih için üç siyasi blok yarışıyor. İktidar bloğu “faşizmi” temsil eden taraf. Emek ve Özgürlük ittifakı ise “demokrasi” hattının en güçlü ve kararlı taşıyıcısı. Altılı masa demokrasi ile faşizm arasında kalan bir ara bölge temsilcisi konumunda. Ara bölge konumundan dolayı altılı masa ikiye bölünmüş bir görüntü veriyor. Bu atmosferde seçimlere gidiliyor.
Cumhur İttifakı’nın Türkçülüğü yeniden keşfi
Mevzuyu biraz daha açarsak; faşizm ile anılan Cumhur ittifakı başkanlık rejimi etrafında Türkçülüğü ve İslamcılığı esas alan bir seçim stratejisiyle hareket edecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın son konuşmalarının ipuçlarından da anlaşılacağı üzere Cumhur İttifakı bu seçimlerde Siyasal İslam’ın bir adım geride kalacağı, Türkçülüğün merkeze alınacağı bir kampanya ile sahaya inecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın Miçotakis’i tehdit ederken “Çılgın Türkler” söylemine başvurması ve son mitinglerde ortaya çıkan tablodan da anlaşılacağı gibi hem ülke geneline dizilen bayrak ve diğer semboller hem de Suriye’nin belli bölgelerinde yürütülen yönetim stratejisi bu stratejinin dışarıya yansıyan kısımları olabilir.
Bu seçimlerde sistem dışı dinciliğe hiçbir şekilde müsamaha göstermeden kontrol edilebilir bir dincilik propagandası esas alınacak. Türkçülüğe dönüş ise Rabia’nın çöktüğünün ilanıdır.
İktidar bloğu açısından Türkçülüğü merkezine alan ve bu ideolojiden hareketle yerel ve bölgesel ölçekte genişlemeyi sadece güç üzerinden tasarlayan, bu gücün ancak başkanlık sistemi ile gerçekleşmesi mümkün olabileceği iddiasına dayanan ve Türk yurttaşlarının yerli ve milli duygularını okşayan bir “pazarlama stratejisi” ile hareket edilecek. Bu strateji ile hem altılı masaya göz kırpan milliyetçi ve seküler Türklerin oyu hedeflenecek hem de emek ve özgürlük ittifakına karşı sert bir seçim retoriğine başvurulabilecek.
Böylece demokratik ve barışçıl değil, güçlü ve agresif görünen bir Türkiye modeli ön plana çıkarılacak. Erkek, muhafazakar, milliyetçi, güçlü aile ilişkileri olan, devlete sadık bir yönetim profili pazarlanacak. Demokrasi, güçlü yerel yönetimler, bağımsız yargı gibi ilerici demokrasi kurumsallaşmaları yerine Türklük sosuyla renklendirilmiş otoriterliğe doğru hızla sürüklenen (Rusya – İran ve Çin modeli gibi) bir ürünü seçmene sunacaklar. Zira otoriter başkanlık sistemi yukarıda tarif edilen denklemin taşıyıcısı olabilecek bir sistem. Teknik olarak demokrasinin olanaklarından faydalanan fakat yönetimsel olarak tamamen otoriteryan pratiklerle siyasallaşan başkanlık sistemi ile esasında siyasal sistemde murat edilen paradigmal değişimin kurumsallaşması hedeflenecek. Onun için aslında 2023 seçimleri 2017 referandumundan çok daha güçlü bir referandum olacak. Bu süreç elbette ikinci dalga sağ popülizmin yeniden hortlayabileceği bir süreci tetikleyecektir.
İktidar bloğu açısından demokrasiden otoriter sisteme geçişin birçok hedefi var. Bir kere bölgesel ve küresel konjonktürün otoriter rejimlere uygun olduğunu akılda tutmakta fayda var. Yurttaşın toplumdan uzaklaşması, bireyselleşmeye eğilimin artması, popülist siyasetin kristalleşen kazanımları ve daha birçok neden otoriterliğe alan açan gerçekler olarak önümüzde duruyor. Demokrasiye ilginin azalması, demokratik uygulamaların demokratlar tarafından bile hantallık ve yük olarak görülmesi siyasal dinamiklerin otoriterliğe göz kırpmasına neden oluyor. Otoriterleşme ile iktidar bloğu, ekonomik ve siyasi kazanımlarını daha rahat koruyabilecek. Yargılanma konusu olabilecek birçok mesele, başarı hikayesi olarak anlatılacak. Savaş ve şiddet rejimi daha rahat savunulabilecek.
Dolayısıyla yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı iktidar bloğu Türkçülük üzerine bina edilen bir seçim stratejisi ile hareket etmeyi planlıyor. Ülkenin her tarafının bayraklarla donatıldığı ve seçmenin kafasında, uykusunda, rüyasında; ekmek, demokrasi, barış ve daha birçok ihtiyaçtan daha üst bir ihtiyaç olarak hafızasında kalabilecek sembollerle bir seçim kampanyası düşünülüyor. Beka siyaseti yerini “bekayı sağladık, büyüyoruz” öyküsüne geçilerek büyüme imajı ön plana çıkarılacak.
Bu süreçte savaşın şiddetlenmesi iktidar bloğunun işine pek yaramayabilir; haliyle savaş odaklı sembolik güç gösterileri ile süreç yönetilecek. Sıcak savaş yerine savaş sanayisinin yeni paradigması bu seçimlerde pazarlanacaktır. Buradan bir övgü devşirilecektir.
Altılı Masa yarım siyaset
Altılı Masa her şeyi yarım bırakan ve tamamlamayan bir siyaset aklıyla hareket etmeyi sürdürüyor. Mesela diyelim ki demokrasiden yana iseniz, özgürlükten-eşitlikten yana iseniz yarısını size sunabiliyor. Bir de çeyrekler var elbette. Mesela Kürt meselesinin çözümünü veya barışı istiyorsanız çeyreğini size sunar. Yani elinde yarım ve çeyrek ekmeklerle size geliyor. Bazen içinizden “elindeki de senin olsun, lazım değil” diyesiniz geliyor. Yarım veya çeyrek siyaset yapmaya devam ediyorlar.
Altılı masa Emek ve Özgürlük ittifakı ile Cumhur ittifakı arasında sıkışıp kalmış bir siyasetin izini sürüyor. Buradan çıkmakta zorlanıyor. Cumhur ittifakı 2023 seçimlerini alırsa mutlak anlamda mutlak bir rejim kuracak, anti demokratik bir sistem inşa edecek, bundan kimsenin şüphesi olmamalı. Emek ve Özgürlük İttifakı ise demokrasi dışı bir rejime asla geçit vermeyecek, bundan da kimsenin şüphesi olmamalı. Bu durumda kafası net olmayan altılı masa. Peki altılı masa tercihini neyden yana yapacak? Ya demokrasiden yana bir tutum alacak ya anti demokratik bir rejime göz yumacak; ya toplum yerine devlete, cumhuriyet yerine monarşiye, barış yerine savaşa, batı yerine doğuya onay verecek ya da demokratik bir toplumdan yana tercihini yapacak. Altılı masa hangi bloğa yanaşırsa o blok kazanacak!
Dediğimiz gibi Emek ve Özgürlük blokunun hikayesi çok net. Daha önceki süreçlerde belirttiler. Özetle İstanbul Sözleşmesi’ne, Kürt meselesinin demokratik çözümüne, yerel demokrasinin güçlendirilmesine, mülteci meselesine, gençliğe, işçiye, işsize, yoksula duyarlı barışçıl bir ülke ve toplum tahayyülü için mücadele etmeyi sürdürecekler. Bu sorunları çözmeyi hedefleyen çoğulcu bir parlamento ve güçlü yerel yönetimler onlar için kaçınılmaz bir hedeftir. Bu meselelere duyarlı kesimlerle ittifakı genişletmeye kararlılar.
Matematiğin temel esprisi kesin sonuçlardan hareket etmesidir. Altılı masa, emek ve özgürlük ittifakı ile kesişen başlıklar üzerinden açık müzakere etmezse seçimler ikinci tura kalacak. Makul ölçülerde taleplerle “kazan kazan” ilkesi ile tüm toplumun normalleşeceği bir hikaye ve aday etrafında hay hay bir uzlaşma olabilir.
Sonuç
Cumhur İttifakı 21. yüzyılın gidişatına yön verecek olan 2023 seçimlerine milliyetçiliği esas alan, Türkçülüğü bir yayılma aracı olarak kullanmak isteyen bir ideolojik hedef ile girmek istiyor. 21. yüzyılda ikinci bir Türkleştirme dalgası Kürtler başta olmak üzere (19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi) diğer etnik kimlikler için yeni bir inkar dalgasından başka bir anlam taşımıyor. Milliyetçilik, dincilik ve yayılmacılık 21. yüzyılın siyasetini biçimlendirmemelidir.
Emek ve Özgürlük İttifakı bu ideolojik hattın karşısında duracak olan en sağlam bariyerdir; haliyle demokratik bir toplumu inşa etmek için müzakereye de mücadeleye de hazırdır. Hazır olmayan ana muhalefet bloğudur. Ana muhalefet bloğu bir an önce Cumhuriyetin ikinci yüzyılını hangi hikaye üzerine kuracağını netleştirmelidir. Cumhur ittifakı gibi, mitolojik inşalarla toplumu uyutmayı mı hedefleyecek, yoksa toplumcu gerçeklere yüzünü dönen bir hikayenin taşıyıcısı mı olacak?
Sonuç olarak güce ve milliyetçiliğe odaklı, anti-demokrasi/anti toplum tezleri bir seçim kazandırır mı bilemeyiz; ancak Türkiye toplumunun sorunlarına cevap olamayacağı kesin. Siyaset toplumsal sorunları çözmeyi hedeflemeli. Dolayısıyla siyasetin rekabet edeceği başlıklar popülizm, milliyetçilik, dincilik ve yayılmacılık değil demokratik bir toplum tahayyülü olmalı.
Mehmet Nuri Özdemir kimdir?
MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.