İktidara kim gelirse ona kapı kulluğu yapmak “iktidar olmaksa” eğer, onlar hep iktidardaydılar.
Devletin gayrı resmi kirli işlerini yaparken kolluk desteği hep yanlarında olur, sırtları en üst perdeden sıvazlanırdı. Ülkenin aydınlarını, devrimcilerini, gazetecilerini kalleş pusularda katlederken de kaçırıp işkence ederken de kendilerini “kahraman” hissetmeleri için biçilen kılıfın kumaşı milliyetçilikti! Son tetikçilerinden biri İzmir HDP İl binasında Deniz Poyraz katliamında polisin “ağbicim” dediği katildir.
Devletin her kademesinde kadrolaşmanın, siyasi kayırmanın, liyakatsizliğin baş uygulayıcıları olarak örgütlenip yuvalandılar. Bu köşede TSK içinde tanık olduğum küçük örneklerini paylaşmıştım. (https://gazetekarinca.com/adalet-ne-zaman-vardi-tanikliklar-2/)
“Bana sağcılar da cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” diyen Başbakan Demirel’in iktidarında, hem de Askeri Cezaevinden kaçıp (salıverilip) Papa’ya bile kurşun attılar. Böylece Çiller’in dilinde “Devlet için kurşun atan ve yiyen kahramanlar” oldular! Devlet bütçesine fazla yük olmadan “ekmeklerini” çıkarmak için, yine kolluk destekli olarak yaptıkları mafya işleri, uyuşturucu ticareti onlardan soruldu.
Çoğu, televizyon dizilerindeki silahlı kabadayılığa özenen kimlik arayışındaki yoksul aile çocuklarıydı. Kendilerini, içinde “güçlü” hissedecekleri bir takımın elemanı olma imkânı sunuyordu onlara Ülkü Ocakları. Çok azı, vicdanının sesini dinleyip işledikleri cinayetleri itiraf etti sonraları…
AKP döneminde de liderlerinin Erdoğan hakkında söylediği bütün sözleri yalayıp yutarak iktidarın emrine girip bildikleri tek “işi” yapmaya devam etiler. Çünkü asıl “ülkü”, kendi çıkarları ve iktidarlarıydı. Zaten Dolmabahçe’de “6. Filoya defol” diyen devrimcilere, Maraş’ta Alevilere saldırırken, Sivas Madımak Otelini yakarken de İslamcı Hareketle el eleydiler. AKP, Fethullah Gülen cemaatiyle birlikteyken de Komünistlere, Gezicilere ve Kürtlere karşı “Devletlerinin” yanında cemaatle kol kola oldular! Tek adam rejimi, Gülen Cemaatini “terörist” ilan edip yollarını ayırdığında ve Suriye’deki cihadist çetelerle iş birliği yaptığında da Bozkurt işaretinin yanına dört parmaklı Rabia işaretini eklemekte gecikmediler.
TSK’de sözleşmeli er, erbaş, uzman ve İçişleri Bakanlığının polis, bekçi kadroları da hep bu takımdakilere açık oldu. Devlet kapısında ekmek aramak için böyle görünmek zorunda kalan gençlerin fazla seçeneği de yoktu kuşkusuz. Ancak buralarda “yükselebilmenin” yolu, kapı kulluğunu derinleştirmekten geçiyordu. En sadık kullardan özenle seçilip tırmandırılanlar da, ruh hallerine göre “uygun işlerde” kullanılıp kenara atılanlar da oldu. Özellikle uyuşturucu işinden rahatsız olup “davadan dönme” emareleri gösterenler ise infaz edilebiliyordu.
İkinci Susurluk da denen Sinan Ateş cinayeti kendisini “Ülkücü” olarak tanımlayanlarda büyük bir aidiyet karmaşası yarattı elbet. Ülkücü, ülkücüyü emirle öldürebilmişti. Ancak MHP’den istifaları sadece bu cinayete duyulan tepkiler olarak görmek saflık olur. Onlar açısından asıl mesele, AKP gittiğinde de yaklaşık 50 yıldır devletin her kademesinde örgütlü bu yapının iktidarda olmayı sürdürebilmesidir. Ülkücü Akşener’in sık sık vurguladığı gibi “devlette süreklilik esastır!”
Şimdilerde Nihal Olçok’tan Sedat Peker’e, Özgür Özel’den Kılıçdaroğlu’na kadar birçok insan “bana bir şey olursa” diye başlayan cümleler kuruyorsa, bunda işlenen hiçbir cinayette tetikçilerin siyasi uzantılarına dokunmayan yargının büyük payı var. Kürtlere ve HDP’ye yönelik provokasyonlar ve saldırılar ise kapıkullarının rutin mesaisi oldu.
“Derin Devlet” denilen şey, devletin ta kendisi ve derinleştikçe kararan bir kuyu. Seçimler yaklaştıkça kirliliğin ve çakal ulumalarının artacağı da kesin. “Bana bir şey olursa” yakınmalarını bırakıp cesaretle kolları sıvamak gerekiyor…
Bahadır Altan kimdir?
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.