Dünyanın başka birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de temel haber alma aracının hâlâ televizyon olduğuna dikkat çeken araştırmacı Emre Tansu Keten, ‘AKP’nin 20 yılda oluşturduğu ve konvansiyonel medyanın yüzde 90’ına yakın bir kısmını işgal eden devasa propaganda aygıtını ve etkisini hafife almamak gerektiğini’ söylüyor.
Keten, ‘AKP’nin kendi medya düzenini kurması, tarafsızmış gibi gözüken eskinin ana akım kanallarını da propaganda aygıtı olarak kullanması ve bu kanalların etki gücünün azalmasıyla, AKP seçmeni olmayan, orada kendine yer bulamayan siyasiler, gazeteciler ve okurlar/izleyicilerin sosyal medyanın politik işlevlerini öne çıkarttığını’ hatırlatıyor.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen Emre Tansu Keten ile sosyal medyanın seçmenler üzerindeki etkisini ve sosyal medya faaliyetlerinin 14 Mayıs’ta yapılacak seçime nasıl yansıyacağını konuştuk.
Türkiye’de sosyal medyanın, politik pazarlama alanındaki ve özel olarak da seçmenler üzerindeki etkisi hakkında ne söylersiniz?
İnternete erişim oranının yüksek olduğu bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de sosyal medyanın politik anlamda etkili bir araç olduğunu söylemek mümkün. Ancak bilgi ve iletişim teknolojileri alanında gerçekleşen her yeniliğin, tarih boyunca, bir abartı halesiyle dünyaya geldiğini göz önüne alırsak, İnternet ve sosyal medya üzerine geliştirilen abartılı söylemlere de ihtiyatla yaklaşmamız gerektiğini eklemeliyim. Bu abartılı söylemler on beş sene önce sosyal medyanın dünyaya kendiliğinden demokrasi ve şeffaflığı getireceğini söylerken, birkaç sene sonrasında, sağ popülist liderlerin yükselişe geçmesiyle birlikte, sosyal medyayı aşırı sağın ve komploculuğun kuluçka merkezi ilan etmiş, sosyal medya yüzünden hakikati bile temelli yitirdiğimizi öne sürmüşlerdi. Bu açıdan baktığımızda, sosyal medya platformlarının siyasete olan etkisini, sınırlarını dikkate alarak, değerlendirmekte fayda var.
Diğer ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’de özgün bir sosyal medya kullanımından bahsedebilir miyiz?
Dünyanın başka birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de başat haber alma aracının hâlâ televizyon olduğunu unutmamamız gerekiyor. Çeşitli araştırmalar bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu nedenle, AKP’nin 20 yılda oluşturduğu ve konvansiyonel medyanın yüzde 90’ına yakın bir kısmını işgal eden devasa propaganda aygıtını ve bunun etkisini hafife almamak gerekir. Ancak, AKP’nin böylesi bir medya düzeni kurması, tarafsızmış gibi gözüken eskinin ana akım kanallarını da propaganda aygıtı olarak kullanması, bu kanalların etki gücünü azaltmış, AKP seçmeni olmayan büyük bir kesim bu medyayla olan bağını tamamen kesmiş ve bu durum sosyal medyayı daha da önemli kılmıştır. Yani, medya düzeni iktidar zoruyla değişirken, burada kendine yer bulamayan siyasiler ve gazeteciler ile birlikte okur/izleyiciler de sosyal medya alanına yönelmiş, bu durum da sosyal medyanın politik işlevlerini öne çıkartmıştır. Bu Türkiye’deki sosyal medya alanı açısından bir özgünlük olarak kaydedilebilir.
Muhalefetin Z kuşağından daha fazla oy alacağını, bunun en büyük nedeninin ise sosyal medyanın etkisi olmayacağını söyleyebilirim.
Kimi ülkelerde sosyal medyanın seçim süreçlerinde manipülatif kampanyalar için etkili bir araç olarak kullanıldığı görülüyor; ABD’deki seçimlerde Rusya’nın etkisi gibi. Türkiye’ye de böylesi girişimlerle karşılaşıyor muyuz?
Bazı seçimlere yönelik sosyal medya tabanlı birtakım kampanyaların örgütlendiği, özellikle Rusya’nın bu konuda öncü bir konumda olduğu doğru. Ancak bu kampanyaların ve manipülasyon girişimlerinin seçim sonuçlarına ne gibi bir etkisi olduğuna dair güvenilir verilere ben rastlamadım. Ki bunu ölçmek de bir hayli zor. Ancak “dış güçler”den ziyade egemen siyasi partilerin ve sosyal medya şirketlerinin el ele gerçekleştirdiği ve Cambridge Analytica olayında ayyuka çıkan algoritmik taktiklerin çok daha tehlikeli olduğunu söyleyebilirim. Kullanıcı verilerinin, tıpkı ticari reklamlarda olduğu gibi, siyasi reklamların da hizmetine sunulması, böylece seçmen manipülasyonunun bir pazar haline gelmesi sosyal medya patronları için distopik bir seçenek değil. Bu nedenle seçimler söz konusu olduğunda, kapüşonlu bilgisayar korsanlarından değil, servet sahibi takım elbiselilerden korkmamız daha mantıklı.
Sosyal medyanın siyasete etkisi ne düzeyde?
Daha geniş bir açıdan değerlendirirsek, siyaseti cin fikirlerle, yaratıcı sloganlarla, müthiş videolarla, etkili dezenformasyon ve manipülasyonlarla yürüyen bir mefhum olarak ele almamak gerekiyor bence. Bunlar bir yere kadar etkili olsa da siyaset her şeyden çok maddi hayat ve toplumsal güç ilişkileriyle ilgilidir ve siyaset burada kurulur. Örneğin, Gezi Direnişi’ni Twitter yaratmamıştır, aksine direniş sokakta güçlü olduğu için Twitter’da da bu denli güç kazanmıştır, hatta uluslararası çapta Twitter ve siyaset hakkındaki literatüre girebilmiştir. Özetle, sosyal medyanın siyasete etkisini, sosyal medya üzerinden değil siyaset üzerinden okumak daha doğrudur.
Seçmenler gibi sosyal medya profilleri de farklılıklar gösteriyor, bu da herkesin ve her kesimin sosyal medyadan aynı düzeyde etkilenmemesi sonucunu doğuruyor. Sizce değişik profillerin sosyal medyadan etkilenme biçimini ve düzeyini farklı kılan şey ne?
Bu mesele uzun yıllardır tartışılmakta. Arap Baharı ve Occupy eylemleriyle birlikte başlayan bir tartışma bu ve çeşitli tarafları var. Ben bu konuda sosyal medyanın politik örgütlenme, siyasi tartışma ve eleştiri üretme konusunda elverişli olmadığını, bir politik eyleme çağrı yapma, insanları derleyip toparlama ve kısa vadeli bir hedefi ortaklaştırma konusunda elverişli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle sosyal medya dediğimiz şeyi tarihselleştirmemiz gerekiyor. Şu an egemen olan sosyal medya formu, kâr hırsıyla yanıp tutuşan şirketlerin sahipliğinde ve buna uygun algoritmalar üzerinde yükselen platformları niteliyor. Alternatif platformlar şu an için çok başarılı değil ancak sosyal medya dediğimiz mefhumun geleceği de bu kâr odaklı anlayışa mahkum değil. Kamu çıkarını önceleyen, kâr amacı gütmeyen, kötücül algoritmalardan arınmış, veri şeffaflığına önem veren yeni bir sosyal medya alanı politik bir mücadelenin konusu olacaktır. Bugün elimizdeki sosyal medyaya baktığımızda, büyük platformların algoritmik yapısının üretilen mesajın içeriğini değil üretilmiş olmasını öncelediğini, mesajın niteliğinden çok, akışa olan niceliksel katkısını ön plana çıkardığını, Jodi Dean’in deyişiyle değişim değerinin, kullanım değerini aştığı bir model ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Bu model için akışın yavaşlamaması, hiçbir mesajın niteliği sayesinde akışa etki edememesi büyük önem taşıyor. Bu nedenle, kısa, vurucu, kolay anlaşılan, dikkati çok meşgul etmeyerek yerini anında diğer bir mesaja bırakan, mümkünse tekrara ve etkileşime dayanan mesajlar teşvik ediliyor ve ödüllendiriliyor bu yapı tarafından. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, kurucu bir tartışma ya da etraflı bir eleştiri için gereken bütün niteliklerin bu yapı tarafından imkânsız kılındığını söyleyebiliriz sanırım.
Sosyal medyanın dezenformasyon için de kullanılıyor oluşu konusunda siyasi partilerin sorumluluğu ne düzeyde sizce? Sosyal medyadan siyasi propaganda için de yararlanmaları, bu durumu pekiştiriyor mu?
AKP, konvansiyonel medyaya yönelik operasyonlarını Doğan Medya’yı ele geçirerek zirveye ulaştırdığı 2018 yılında İletişim Başkanlığı’nı kurdu. Bu tarihten itibaren “sosyal medyada dezenformasyon” üzerinden bir ahlaki panik kampanyası örgütlemeye başladı. Ülkedeki gazete ve televizyonların çok büyük bölümünü kendi kontrolü altına almışken ve “muhalif” medyayı çeşitli araçlarla susturmaya çalışırken, elinin güçlü olmadığı tek alan olarak kalan sosyal medyayı bu yöntemle kontrol altına almaya karar vermişlerdi. Bu amaçla iki sansür yasası çıkardılar ve bariz sansürü amaçlayan bu yasaları çıkartırken bahaneleri yine dezenformasyondu. Evet dezenformasyon ve misenformasyonun birçok açıdan tehlikeler barındırdığı, karşı çıkılamayacak bir doğru. Ancak AKP’nin bunlar üzerinden ahlaki panik kampanyası örgütlerken ve bu yasaları hazırlarken derdinin dezenformasyonu önlemek olmadığı, aksine doğru veya yanlışlığına bakmadan kendi siyasi çıkarlarına zarar veren her türlü haber ve paylaşımı dezenformasyon olarak kodlayıp sansürlemek olduğu da karşı çıkılamayacak bir doğru. Bu açıdan partilerin sosyal medyada dolaşıma giren yalan haberler ve manipülatif paylaşımlar konusunda bir hayli payının olduğunu söylemek mümkün. AKP zaten bu yasayla, dezenformasyon üretme ve yayma ile herhangi bir haber veya paylaşımı dezenformasyon olarak belirleme ve bunu yargı yoluyla cezalandırma ayrıcalığını elde etmek istedi. Bunu da bir yere kadar başardı. Böylece sosyal medyada dezenformasyonun yeri sağlamlaştırılmış oldu. Sosyal medya ve yalan meselesini bu bağlamda düşünmek gerekiyor. Bunun dışında her dezenformasyonun eşit derecede tehlikeli olduğu tezi de teknik bir bakış açısına sıkışmış, apolitik bir önerme. Tarih, iktidarı ve devletin gücünü elinde bulunduranların yalan haberleri nasıl etkili bir şekilde kullandığının ve bu yalan haberlerin örgütlü bir güçle birleşerek nasıl feci olaylara yol açtığının örnekleriyle dolu.
14 Mayıs 2023 seçimlerinde ilk kez oy kullanacak internetin içine doğmuş, yaklaşık altı milyon genç seçmen var. Sosyal medyayı en aktif kullanan kesim de onlar. Genç seçmenlerin oy verme davranışını en çok sosyal medya mı etkiliyor?
Gençlerin yönelimlerini en çok sosyal medyanın etkilediğini düşünmüyorum. AKP’nin yarattığı ve gençleri mecbur ettiği koşullara baktığımızda gençlerin bir siyasal değişim talep etmesi için haddinden fazla sebep var zaten. Bütün bu kötülükleri gerçek hayatta birebir deneyimliyorlar ve bunlardan doğrudan etkileniyorlar. Ancak sosyal medyanın, özellikle son aylarda karşımıza çıkan, başka bir işlevinden söz edebiliriz. Bu da hem iktidara hem de bu iktidarın yapıp ettiklerine etkili bir şekilde muhalefet edemeyenlere tepkili olan gençlerin alternatif siyasi aktörlerle buluşmasının kolaylaşmasıdır. Türkiye İşçi Partisi’nin etkili sosyal medya kullanımı, sosyal medya platformlarının yukarıda andığım sınırlılıklarına tezat bir şekilde Barış Atay’ın üç saatlik Babala TV programının büyük bir ilgi görmesi, bütün bunların bir diyalog, tartışma ve olguları yeniden değerlendirme fırsatı yaratması bu açıdan etkili oldu. TİP sosyal medyanın siyasete elverişli işlevlerini doğru kullanarak birçok gence ulaşmayı başardı. Ancak yukarıda açıkladığım gibi, bu sadece sosyal medya araçlarını kullanmakla ilgili bir başarı değil, sosyalist mücadele geleneğinden beslenilmesi, çıkara dayalı egemen siyaset sahasında ilkelere dayalı bir siyasi dilin kurulabilmesi, maddi hayatta kapsayıcı bir örgütlülüğün var edilebilmesi ve sosyal medya üzerinden ulaşılan kişilerin bu örgütlülüğe dahil edilebilmesi ile ilgili bir başarıydı.
Sorunuza dönersek, gençlerin maddi hayatta kurulan siyasete ve bu siyasete dair tavırlarına uygun olarak oy kullanacaklarını düşünüyorum. Z kuşağı dediğimiz mefhum sınıfsal, kültürel ve toplumsal olarak homojen bir kitleyi nitelemiyor. Bu kuşağın mensupları içerisinde AKP’ye de oy verenler olacaktır mutlaka. Ancak muhalefetin bu kuşaktan daha fazla oy alacağını, bunun en büyük nedeninin ise sosyal medyanın etkisi olmayacağını söyleyebilirim.
Özel gündemleri yönlendirmek için faaliyet gösteren ‘trol’lerden sahte / ‘bot’ profillere dek pek çok manipülatif hesapla dolu tekinsiz bir mecra gibi görünse de sosyal medyanın sağlıklı kullanımı mümkün mü sizce?
Bunun cevabı sosyal medyayı ne amaçla kullandığımıza bağlı biraz da. Sosyal medyadan ne talep ettiğimize karar vererek bazı filtreler geliştirebiliriz örneğin. Ancak Twitter’daki son güncellemeler bunu zorlaştırmaya başladı. “Sana özel” ve “Takip edilenler” seçenekleriyle takip etmediğimiz, hatta ilgi duymadığımız birçok tweet önümüze düşmeye başladı. Yukarıda açıkladığım gibi İnternet şirketlerinin arzuları ile “sosyal medyayı sağlıklı kullanmak” hedefi arasında büyük bir karşıtlık var. Bahsettiğiniz parazitlerden kurtulmak, sosyal medya bağımlılığına düşmemek, sosyal medyanın birtakım başka zararlı etkilerinden korunmak gibi meseleler sadece insanlara düşen bir sorumluluk değil, bireysel zaaflar da değil, şirketlerin ekonomik ve politik tercihleriyle ilgili ciddi yan etkiler. Bunların çözümü de kişisel gelişim önerileriyle değil, politik mücadeleyle mümkün.