İktidar seçim hazırlıklarını, toplumu manipüle etmede elinde kalan son koz, milliyetçi saldırganlığa endekslemiş durumda. Seçim takvimini bu saldırılarda elde edebileceği “başarıya” bağlı olarak belirleyeceğini söylemek mümkün. Ama bu “başarı” daha doğrusu bekledikleri “bingo” haberi bir türlü gelmiyor! Tam tersine kamuoyundan saklanan haberler Kuzey Irak’ta 18 Nisan’da başlayan geniş kapsamlı savaşın faturasının ağır olduğu yönünde. Bölgede bırakılan asker cenazelerinin Kandil tarafından açıklanan isimleri, iç kamuoyundan ve ailelerden gizlenen kayıpları açık ediyor. Seçime doğru zaman daraldıkça, iktidarın zorlamasıyla askerin alacağı risklerin de artacağı ve verilen kayıpların gizlenemeyecek boyutlara ulaşacağını tahmin etmek zor değil.
Askerliğin temel kuralı işliyor: Bir bölgeyi ele geçirmek isteyen ordu, bölgeyi savunanın 3 katı gücü ve kaybı göze almak zorundadır. Bunun sayısız örneği yaşandı. Hele karşınızda kendi yurdunu, gerilla taktikleri ve inançla savunan bir güç varsa çok daha fazla kaybı göze almak durumundasınız…
Mayısa ayında Erdoğan’ın ağzından duyurulan Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik yeni saldırının gecikmesinde bölgedeki diğer aktörler, ABD, Rusya ve İran’dan onay alınamamasının yanında, Metina, Zap ve Avaşin’den gelen haberlerin umulanın tersi olmasının rolü büyük.
19 Temmuz Rojava Devrimi’nin 10. yıl dönümü. Bu tarihte Türkiye’nin, yeni işgaller için saldırabileceğini değerlendiren Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi seferberlik ilan etti. Aslında bölgede Türkiye’nin SİHA ve top saldırıları sürekli bir haldeydi. Ve zaten, yine Türkiye’nin organizasyonuyla zaman zaman saldırıya geçen cihadist çetelere karşı sürekli tetikte olmak durumundaydılar. Şimdi yeni işgallere karşı halkla beraber topyekûn bir savunmaya hazırlanıyorlar.
“Kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok” sözü artık “kimseyi” ikna etmiyor! Başka ülkelerin sınırları içindeki bölgelerde sıcak takip dışındaki saldırılara doğal olarak “işgal” deniyor. Yerli işbirlikçileri organize ederek, karakollar kurmanın, kalıcı üsler edinmenin, oralarda yetişen ürünlere, çıkarılan yer altı zenginliklerine el koymanın adı bu.
ABD’nin “komünistlere karşı harekâtı” değil, “Vietnam işgali” veya “Afganistan işgali”, “Irak işgali” deniyor. İsrail’in “işgal ettiği Filistin toprakları” da böyle, Rusya’nın Ukrayna’da yaptığı da. Adına “güvenli bölge oluşturma” da deseniz, zeytin dalı, güvercin kanadı da deseniz bu bir savaş ve yapılan da işgaldir.
O nedenle Esad’ın IŞİD’e karşı, korumak şöyle dursun kimlik dahi vermediği Kuzey Suriye Halkları, rejim tarafından “bölücü” ve Türkiye tarafından da “terörist” ilan edilmelerine haklı olarak aldırmadan, bir yandan IŞİD’e karşı kazandıkları zaferi kutlamaya, bir yandan da topraklarını işgale gelecek güçlere karşı savunmaya hazırlanıyorlar. Gerçek bu.
Erdoğan aynı tarihte İran’a gidiyor, Putin de gelecek. Biden’ın Ortadoğu turunun ardından buluşacak diktatörlükleriyle meşhur 3 liderin pazarlık konusunun Rojava olacağı malum! Bu toprakların sahibi Araplar, Kürtler, Ezidiler, Türkmenler, Süryaniler, bu halkların temsilcileri, iradeleri masada yok elbet!
Ortada çırılçıplak bir gerçek var: Erdoğan’ın tek adam yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Yeni Osmanlı histerileri ve iç politika hesaplarıyla bölgesel fırsatları da kullanarak komşu ülke topraklarında başlattığı işgali genişletme planları yapıyor. Bunun için ABD ve Rusya arasında zikzaklar çizip pazarlıklarla ülkenin geleceğini de ipotek altına koyuyor. Böylece kotarılan bir saldırının, savaşı ülke içine taşıma riskinin büyüklüğü ve bölgeye yönelik hesapları olanların bu fırsatı “iyi değerlendireceğinin” yanında, bunun haksız, hukuksuz bir işgal olduğunu görmek gerek.
Bu gerçek karşısında içerde isminin başında akademik, askeri unvanlar taşıyan yorumculardan, anti sömürgeci, anti emperyalist bayrağı kimseye kaptırmayan kalemşorlardan ise hiç ses yok! Özellikle savaşa karşı çıkan, barışı savunan HDP’nin Danışma Kurulu’nda yer alan aydınlara “Emperyalizmin emrinde” yaftası asma meraklıları, saldıran kendi iktidarı olunca, bunu da “anti emperyalist” bir eylem olarak yutturmak için kolları sıvamış durumdalar. Saldıran, dünyanın en büyük emperyalist askeri gücü NATO’nun bel kemiği TSK olunca “anti”likleri de eğriye eğri deme sorumlulukları da yok oluveriyor!
Değerli akademisyen Prof. Dr. Şebnem Oğuz gibi her koşulda gerçekleri ifade etmek, barışı savunmak, iktidar ve yandaşları tarafından yaftalanmayı göze almayı gerektiriyor ama bu sorumluluğu yerine getirmenin iç huzuru ve onuru dünyalara bedel…