“…bu yaban çığlığım gençliğinin göklerinde yankılanır,
bırak benim avare gölgem senin gölgenden uzak ve ayrı kalsın,
bir gün kavuşuruz ve o gün varsa aramızda sadece tanrı kalsın…,
…burada yalan, arsızlık ve riyakârlığın devi oturmuş tüm yol ağızlarında uyanmanın aydınlık sabahından bir ışık görmüyorum gökyüzünün karanlığında…
…fırtına yıldızı var ne yazık öfkemin alevleri, hapishane karanlığında kanatlanır… annenin kolay sürmeyecek kavgasıdır” diyor Füruğ Ferruhzad oğluna yazdığı bu intizar ve kalkışma içerikli şiirinde.
Her ses kendi başına özgün ve özgür bir öfkeyle karışır diğerine ve dalgalanan saçların üzerinden yükselir kadınların yalın ayak yürüdüğü o yasak sokaklarda. Elele, omuz omuza, yürek yüreğe ve ses sese yürüdükleri sokakların havasını solur kalpleri hep birlikte. Umudun bulutları beliriverir gökyüzünde, acısa da yürekleri zalimlerin zıpkın yaralarıyla.
Haftalardır toplumun kurtuluşu için zulmün en çirkin yüzüne karşı Jin, Jiyan, Azadî diyerek canlarını ruhlarının kanatlarına teslim ederek kavganın orta yerine iniyor İranlı kadınlar. Coğrafyanın kaderinden zamanın kaderine taşıyor bizi kadınlar. Cesaretleriyle bizleri yaşadığımız zamanın acısıyla yüzleştiriyorlar. Firdevsi’nin, Nizam’ın, Hafız’ın, Bin Bir Gece Masalları’nın baharatlı dizelerinden beslenen başı dik Lilet’in, irfanıyla nam salmış Tahire’nin ve ebruya dönüşmüş Füruğ Ferruhzad’ın ezgisel şiirleridir kadınların gözleri İran’da. Zulmün, töre ve inancın karşısında kendi yazgılarının heykeltıraşlarılar onlar şimdi.
Dünyanın her yerinde kadınların direnmek için çok fazla sebepleri var ama Orta Doğu, Afrika ve Uzak Doğu’da kadınların haykırışları ve mücadeleleri çok daha engebeli yollardan geçiyor. İran’da kadınların başörtülerini atarak başlattıkları sivil itaatsizlik eylemleri, Jîna Emînî’nin ardından yeni bir direniş hareketinin ortaya çıkması büyük bir tarih yazımıdır. Kadının özne olduğu ve toplumun diğer kesimlerinin de deneysel bir parçası haline geldiği bu yeni devinim bütün coğrafya için çok önemlidir. Bu devinim her ne kadar aradan geçen bir aylık sürede henüz denetim değiştirici bir etki ortaya çıkmamış olsa da, İran’daki sosyal dinamikleri büyük oranda etkileyip harekete geçirdiği muhakkaktır.
Artık sadece şehirlerdeki modern genç kadınların değil, 1979 devriminden sonra buna mecbur bırakılan annelerin de kurtulmak istediği bir göz bağı söz konusudur. Dini eleştiren bir ayaklanma da değildir bu. Halk, temsilcilerinin dini argümanlar kullandığı zorlayıcı bir düzene karşı başkaldırmaktır. Her durumda ulusal-dinsel şiddete başvuran devletin yalanları artık ayyuka çıkmış durumdadır.
Jîna Emînî totaliter Şii sisteminin daha da fazla şiddet uyguladığı Sünni ve Kürt gruba mensuptu. Bu yüzden gösteriler özellikle Kürt bölgelerinde çok güçlü geçmektedir. Buna rağmen dünyadaki Kürtler bunun salt Jîna’nın bir Kürt olmasıyla alakalı olmadığını ama kalkışma, başkaldırı ve direnişin Kürt kadın ruhu üzerinden yükseldiğini görmekteler. İnsanlar bugün ülkenin tamamında isyan ediyorlarsa ve Kürt kadın hareketinin devrim mottosu haline gelen Jin, Jiyan, Azadî sloganları öne çıkıyorsa, bunun azınlık haklarıyla ilgili bir söylem olmadığını, tüm toplumun özgürlüğünü simgelediğini bilmek gerekir. Çünkü Kürt kadın hareketinin kurtuluş paradigması parçalı değil bütünü gören ve kapsayan bir özgürlük fikriyatına dayanmaktadır.
İster kabul edilsin ister edilmesin 40 yılı aşkın bir süredir devam eden ve Rojava ile birlikte olgusal verilerle ortaya çıkan bu özgürlükçü fikriyat bugün İran başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde dalga dalga yayılıyor ve yayılmaya da devam edecektir. Bunu öznel bir deneyim olarak görmek ve kabul etmek gerekir. İranlı kadınların öncülüğünde ortaya çıkan bu dönüşüm dalgasını salt yaşananlarla ele almamak ve İran’la sınırlı bırakmamak lazım çünkü beslendiği kaynak çok daha evrenseldir. Bu dalga bir yanıyla dünya kadın hareketinin mirasını içerirken diğer yanıyla da Orta Doğu’nun kalbinden doğan Kürt kadın direniş deneyimine dayanmaktadır.
Başka bir ifadeyle Jin, Jiyan, Azadî birilerinin anlamak istedikleri gibi salt retorik bir söylem değildir. 40 yıllık bir bilgi, deneyim, devinim ve devrimin sonucudur. İranlı kadınların Kürt kadın Jîna Emînî’nin ölümüyle başlattıkları o ses, bastırılmış bir halkın bin yıllardır bastırılmış kadınlarının evrenselleşmiş haykırış hikâyesidir. Dolayısıyla bu yola giden levhalar dünya kadın mücadelesinin şifreleri ile dolu olduğu kadar Kürt kadın hareketinin de destanlarıyla doludur.
Kuruluşundan bugüne kadar İran İslam Cumhuriyeti birçok protesto dalgasına ve halk ayaklanmasına tanıklık etmiştir ama kadınların öncülük ettiği böylesi bir kararlılık hiç görülmemiştir. Bu bir ilktir ve İslam Cumhuriyeti rejimini şimdiden sarsan bir dalgadır. Sonu nereye varacak şimdilik kestiremesek de, ucunun rejimin nefesini daraltacak bir yere dokunacağı muhakkaktır. Halklaşan bu direniş ne 1999’daki büyük öğrenci ayaklanmalarına, ne reform taleplerinin başarısızlığına, ne Ahmedinejad’ın ikinci kez seçilmesine karşı yükselen itirazlara, ne de Trump‘ın 2019 yılında ekonomik protestolarla İran’ı dizayn etmeye çalıştığı olaylara benziyor. Bu tamamen dipten gelen bir dalganın dışavurumu ve Humeyni’den sonra şiddetin ve bağnazlığın abidesi olarak 2021 yılında zorla seçtirilen Reisi ve onun temsil ettiği anlayışa karşı köklü bir itirazdır. Onun için huzursuzluğun mevsiminde olduklarını hem İran Molla rejimi hem halk iyi biliyor ve doğunun sarsılmaz halk özdeyişlerinden biri olan testisinin su yolunda kırılma hakikatiyle ikisi de yüzleşiyor. Buna hem kadınlar hem de erkekler inanıyorlar o yüzden testi kırılana kadar suya gidilecek gibi görünüyor…